Erdal Çolak
İnsan her ne kadar dünyanın birçok yerinde geleneksel yaşam biçiminden modernliğe geçmiş olsa da zihniyet açısından olarak halen oksimoron bir yapıya sahip.
Geleneksel yaşam biçiminin tarihsel kazanımları yerini bireyin öne çıktığı modern insan hayatı ile postmodern toplum anlayışına bırakmış durumda. Postmodern insan oksimoron bir anlayışa sahip. Yaşamın gerçeklerinden uzaklaşmış, düşünce söz duygusunun içine gizlenmiş, iç salgı bezlerince salgılanan ve kana geçen, kimi organların çalışmasını düzenleyen adrenalin, insülin, tiroksin gibi madde bu oksimoron. Neydi oksimoron? Birbiriyle çelişen ya da birbirine tamamen zıt kavramların bir arada kullanılmasıyla oluşturulmuş sözlü ifade. Anlamsal olduğu kadar mantıksal olarak da çelişkili ama paradoks değil. Günlük hayatta sürekli her kesimin, herkesin kullandığı siyasetten sanatta ve bilime, ahlaktan dine kadar her alanda hissedilen söz söyleme sanatı .
Daha çocukken insan düşüncesine empoze edilen masalların başlangıç cümlesi olan “Bir varmış bir yokmuş, gel zaman git zaman…” gibi oksimoron sözlerle avutup büyütmüşler bizi. O günlerde karşıtlıklarla dolu çelişkiler yumağı içine düştüğümüzü sonradan fark ediyor insan. Sorgulama yeteneği, anlama yetisi, problem çözme, karar verme, seçim yapma, kıyaslama, öngörüde bulunma, bağlantı kurma gibi konularda başarısız oluyorsak bunun temelinde çocuklukta bize verilen oksimoron sözler yatar. Gerçekten hayatın her alanında bunu yaşıyoruz. Oksimoron sözler yaşamın zıt ya da birbiriyle uyuşmayan insandaki ruh bulmuş hali. Bu sözleri ifade ya da anlatıma güç kazandırmak amacıyla kullanırken ne kadar bilinçsizce büyük çelişkilere ya da kalıcı hasarlara maruz kaldığımızı sonradan daha iyi anlıyoruz. Belki de halen farkında bile değiliz. Görsel ve yazılı basında okuyoruz. Örnek vermek gerekirse, namus cinayeti oksimoron bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Toplumda öyle bir algı oluşturuluyor ki namus bahanesiyle işlenen cinayeti bilinçaltı mesaj vererek aklileştiriyoruz. Bu konuda birçok örnek verebiliriz. Nikolay Vasiliyeviç Gogol`ün ”Ölü Canlar” romanının adı bile çelişkili; hiç ölü can olur mu? Birçok yazarın yazdığı kitabın ismi; ”Sessiz Çığlık”, hiç sessiz çığlık olur mu? Çığlık acı acı, ince ve keskin bir biçimde haykırıştır, çığlık sessiz olamaz. Günlük dilde sürekli kullandığımız birçok ifade var: İhtiyar delikanlı, yaşayan ölü gibi… Oksimoron sözler arasında en çok hoşuma giden aklın sınırlarını zorlayan ”Lambada yana alev üşüyor. Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban” gibi şarkı sözleri. İnsanın, aklın, eşyanın tabiatına aykırı olduğu halde sözde bilinçli eğitimli çevreler tarafından dile getirilen cansız yaşam olur mu! Cansız varlık deseler anlarım…
Gerçekte yeri olmayan, var olmayan, ancak zihinde tasarlanana sanal gerçeklik diyoruz. Tükenmez kalem, tükenir elbette bir gün bu kalem… Bu örnekler o kadar çok ki, mesela melek yüzlü şeytan, alkollü içki, alkolsüz içki, parasız eğitim, barışçıl füze, trajikomik film, orijinal kopya, yapay zeka, kalıtsal kısırlık… Nedir bunlar, lütfen biri açıklasın…
Hep duyuyoruz bütün ülkeler savunma silahı ya da savunma sanayisine yatırım yapıyor. Dahası bir ülkeyi işgal ederken savaşı meşrulaştırmak için oksimoron mantıkla demokrasiyi götüreceğini veya özgürlük savaşı adını vererek silah endüstrisini aklileştirmeye çalışıyorlar. Neokapitalist anlayışa sahip olan ülkeler bir yandan demokrasiyi, insan haklarını savunurken, öbür taraftan krallık, mutlak monarşi, teokratik, diktatöryel mantıkla yönetilen, ayrıcalıklı insanları, grupları içinde barındırıyor. Komik olan bu ülkeler oksimoron mantıkla demokrasiyi istiyorlar. Gülünç olan ise merdiven altı bir demokrasi kültürü, hukukun olmadığı bir anlayış, insanlara karşı oksimoron çifte standart bir mantık var. Çevreci ideolojik duruşları olduğunu ifade eden hükümetler, demokratik, eşitlikçi bir topluma ait olan doğal, tarihi değerleri yok eden, özgürlükçü, özgürlüğü ifade eden anlayışları engelleyen çelişkileri ile iktidar olan neoliberal hükümetler. Somut kavramlarla, materyalist mantıkla metafizik dünyayı kazanma çabaları yani somut olan ile sanal, soyut olanı kazanma çabasında olan inananlar.
Biraz daha da konuyu açmak gerekirse, dinin tanımına baktığımızda insanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, tanrılara inanma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemli olgu. Binlerce cemaat, dini grup, mezhep kendisini inandığı dinin merkezinde görüyor. Özellikle bu dinlere inanan insanlar Kuran, İncil ve Tevrat gibi temel referanslarla yaşamlarını şekillendirmeye çalışıyorlar. Hiçbiri diğerinin cennete gidemeyeceğini bildiği halde oksimoron sözlerle birbirlerine evrensel diyalog adı altında olsun yapmacık, iki yüzlü bir anlayışla kucaklıyormuş gibi bir tavır sergiliyor.
Gerçek olan şu ki, evren, doğa, insan, her şey hareket halindedir. Sürekli değişir ve gelişir. Her şey zıddı ile bilinir. Bu zıtlık birliktir. Birbirinden ayrılmaz bir ilişkidir. İnsanın XX ve XY kromozomları zıt olsa dahi anlamlı oksimoron bir mantıkla insanın var oluşunu görebiliyoruz. Zıtlık temeline dayanan evrendeki her varoluşun, varlığını sürdürmesi için dengeye ihtiyacı vardır. Yani zıtlıklar birbirini var ederken evrenin dengesini sağlamaktadır. Denge, bir şey ile zıddının birlikte varacağı ortak sonuçtur. Günlük hayatta hepimiz her an karşımıza çıkan tezat duygularla, düşüncelerle böylesi durumlarla karşı karşıyayız. Aslında evrendeki her şey bir araya gelerek bir bütünü oluşturmasıyla var olur. Belli yasa, kural, ilke ya da yönteme göre oluşturulmuş iki ayrı durumun birbirini tamamlaması söz konusudur. Yani siyah-beyaz, acı-haz, yeni-eski, gece-gündüz gibi zıt olgular. Demem şu ki, iki karşıt kavramdan birinin varlığı, diğerinin varlığına bağlıdır.
Benim anladığım, her şeyin bir akış veya değişim içinde olduğu iddiasına götüren şey, evrendeki her şeyin birbirinin karşıtına dönüşme sürecinde olduğu düşüncesidir. Evrendeki düzen içerisinde, birbirine zıt ama bir bütün olarak tamamlayan olgular yer değiştirerek kendi içinde anlam taşır. İnsan bu evren içinde kendi yaşadığı zıtlıkları içinde kaybolur. Her gün yeniden bu hayata bir anlam bulmaya çalışır. Bu bir döngüdür. Gündelik hayat, içinde yaşadığımız toplumsal yapının dinamikleriyle bireyin karşılıklı etkileşimi sonucunda inşa edilir; süreç içinde kalıplaşır. Tekrar edip duran karşıtların bu uyumsuzluğu, doğada güzel bir uyuma sebep olmaktadır. Evrendeki bu dengeyi sağlayan zıtlık hareketliliğe, oluşa, değişme sebep olan karşıtların çatışması sonucu dünyayı ayakta tutan bir harmoni vardır. İşte böyle olduğu zaman yaşamı daha iyi anlıyor ya da sorgulayabiliyoruz.
Son olarak, ”Sokrates bile, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir ” derken oksimoron mantık içerisinde hareket etmiştir. Filozof burada bir insan bir şeyi bildiğini söylüyorsa, bilin ki o insan aslında bir şey bilmiyordur demek istiyor.
Oksimoron için verilebilecek en komik tek kelimelik örnek ise yanında başkaları bulunmayan, tek başına olan kişinin ”yalnızız” demesi…