Son zamanlarda “merdiven altı” düşüncelerin cirit attığı, ilginç günlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz, her şey mantık çıkmazında.
İnsani değerleriyle yüzleşememiş, birbirlerine saygı, sevgi duymayan, ön yargılı, cahil insanın linç kültüründen beslenenler bir topluma ne verilebilir? Ne yapılması gerektiğini düşünüyorum, inanın işin işinden çıkamıyorum. Eskiden insanlar yetersizlik duygusunu kapatabilmek için bilgiyi kullanmak zorundalardı. Mesela, ortada bir sorun varsa yetersizliğimizi her şeyi bilme, öğrenme eylemi ile kapatıyorduk.
Tüketim çağında her şeye, her istediğimize ulaşmamız artık çok kolaylaştı. Günümüz insanı artık düşünmeye ihtiyaç duymuyor. Olaylara duygusal tepkiler verirken yaşananların arkasındaki sebepleri düşünme gereği duymuyor. Her şeye istediğimiz an ulaşabilme imkanına sahip olduğumuz için çaba göstermeden, yorulmadan, emek vermeden, herhangi bir zarar görmeden bir şeyleri elde ediveriyoruz.
Yeryüzünde yaşadığımız bütün sorunların kökeninde bilinçli bir cahillik yatıyor.
Haksızlık yapan, ceza, zulüm ve işkencelere maruz bırakan cahiller akıllarını ön plana çıkaranlardır. Duygu ve vicdan yoksunu olan insanlardan bahsediyorum. Onlar akıllarınca kendilerine, toplumlarına, devletlerine yaptıklarını haklı görüyor. Akıl onların yegane kudreti ama duygudan, sevgi ve merhametten uzaklar. O kadar acı ki bunların insanlığa, topluma verdikleri kötülükten başka bir şey değil.
Tarihten beri bütün gelişme ve değişmeleri yapan insanoğlu öyle bir cehalet düşüncesi içerisine girmiş ki bugün yaşadığımız evrensel sorunların kökeninde o var. İnsanoğlu, dünyanın zenginliğini, güzelliğini, yaşanabilirliğini cehaleti ile yok ediyor.
Yetersizliğimizi, varoluştaki eksikliğimizi kapatabilmeye, başkasının gözlerinde var olmaya çalışıyoruz. Cahil insan bilmeyen değil, bildiğini iddia edendir. Erdemli olan bilmediğini bilmektir. Carl G. Jung’un dediği gibi, “Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır. Kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”
Olayların, hayatın anlamını keşfetmeye çalışırken bazen çok mantıksız davranış ya da duygulara girebiliyoruz. İnsan algı, düşünce, duygu ve davranışlarını yöneten zihinsel bir sistemin neticesi olarak varlık gösterir. “Düşünüyorum o halde varım” diyen Descartes’in gördüğü gibi, gerçek ben, maddi beden değil, düşünen bir öz, insan bedeninden tamamen ayrı bir zihinsel birimdir.
Özünden uzaklaşan, çelişkilerle yaşayan kişinin kendi ile barışık olması, kendisini severek başlaması, anlaması, sınırlarını bilmesi kadar bu dünyada harika bir şey yok. Temelinde bilgi, erdem ve ahlak varsa hiçbir sıkıntı yaşamaz insan. Buna insanın kendilik değeri diyebiliriz. Bu kişinin kendisine olan güveni, inancı, öz saygısıdır. İnsanın kendisinden başlayan bu akışı bütün evrene verebileceğine inanıyorum. Her şeyin bir akış veya değişim içinde olduğu iddiasına götüren şey, evrendeki her şeyin birbirinin karşıtına dönüşme sürecinde olduğu düşüncesidir.
“Merdiven altı” düşünceler derken olaylara okumadan, araştırmadan, düşünmeden, kavrayamadan tepki verilmesini kastediyorum. Seyrettiğimiz bir filmde başrolde tanıdığımız, sevdiğimiz biri varsa, katil de olsa, hırsız da olsa onu tutuyor, yakalanmaması için taraf oluyoruz. Senaryoyu yazan senaristin kurgu dünyasına hiç çaba harcamadan ortak olabiliyoruz. Aslında ahlaksal ve hukuksal olarak suçun yanlışlığını bile bile senaristin fantezi dünyasına eşlik ediyoruz.
Aşk-ı Memnu’nun kitabı olsun, filmi olsun amcasının eşine aşık olan Behlül’e duyulan nefreti biliriz. Çok güçlü, iyiliksever amca devleti simgeler, özellikle sarışın olan şımarık çocuk Behlül ise Batı’yı simgelediğinden nefreti üzerine çeker. Ama inanın bir çoğumuz her şeye rağmen Behlül’ü sevdik. Çelişki değil mi?
Öyle bir noktaya geliyorsun ki kendini bulman gerekiyor. Kendini bulamamanın sebebini düşünüp değersizlik ve yetersizlik içinde boğulup kalıyorsun. Boşluktasın, değersizlik duygusu o boşlukla birlikte kaplıyor insanın içini. Sonra içindeki bu boşluk, ne olduğunu bilmediğin bu kabartı yüreğini dolduruyor. Düşünceler hep aynı noktada kilitlenir. Bu hayattaki yorulmuşluğun umursamazlığa kavuşana kadar sancı içerisinde kıvranıp tutunacak dal ararken yitip gidiyorsun. Öyle değil mi?
Cehaletin sebep olduğu o kadar şey var ki; bu sorunları görmemek, görmezden gelmek, bilmemek, anlamamak, kavramamak aklıma, mantığıma sığmıyor. Ne diyeyim ki, cehalet ne kadar güzel bir şey, her şeyi biliyorsun!..
Görsel: perspektif.online