Buket Başer
Saatler 12:00’yi gösteriyordu. Online laboratuvar dersinin başlamasına sadece bir saat kalmıştı.
“İki numara”, elindeki kağıtları hızla karıştırıyor, aradığı şeyi bir türlü bulamıyordu. Sonunda panikle sordu.
“Anneee, laboratuvar ders programının yanında bağlantı adresi yazmıyor. Derse nasıl gireceğim?”
Anne hemen telefonunu eline alıp “Acil Destek Veli Hattı”ndan yardım istedi. Evde online eğitimin başladığı günden beri velilerin kurduğu whatsapp grupları her derdine çare olmuştu.
Nitekim cevaplar ardı ardına gelmeye başladı. Laboratuvar dersinin linki bulunmuştu. Ancak asıl mesele derse girmeden önce hazırlanması gereken malzemeler olmuştu. Anne o saate kadar ders programını okumadığı için hiçbirinden haberdar değildi.
İki numaradan listeyi alıp göz gezdirdi. Kırmızı lahana, gazoz, toz çamaşır deterjanı, efervesan tablet vb. istenen malzemelerin çoğu evde yoktu.
Anne, “iki numara”ya dönüp “Tatlım, bu malzemelerin bir çoğu evde yok. Maalesef ki bu derste izleyici olman gerekecek. Keşke ders programını bir gün önceden okusaydın, böylece hazırlık yapabilirdik” diyerek pası oğluna atıverdi.
İki numara üzgün ama durumunu çaktırmamaya çalışarak,
“Tamam, katılmasam da olur, gerçi bu benim en sevdiğim dersti“ dedi.
İki numara “en sevdiğim ders” mi demişti? Annesi kulaklarına inanamamıştı. İki numara bir ders için “en sevdiğim” demişti. Çocuğu kırk yılın başında bir dersi çok sevmişti, ona da malzemesi olmadığı için katılamayacaktı. Annesi bir gün önce ders programına bakmış olsaydı bütün bunlar olmayacaktı. Bir de utanmadan oğluna pas atmaya çalışmıştı.
Anne, vicdan azabıyla bir süre kıvrandıktan sonra iki numarayı deneyden mahrum edemeyeceğine karar verdi. Derhal maskesini ve eldivenlerini takarak markete gitti.
Gerekli her şeyi satın alıp, jet hızıyla eve döndü. Malzemeleri mutfak tezgahının üzerine yerleştirdi.
1 adet kırmızı lahana,
2 adet geniş kase, süzgeç, rende,
6 adet su bardağı,
Sirke,
Karbonat,
Limon suyu,
Toz çamaşır deterjanı,
Gazoz,
Efervesan tablet (suda eriyen tablet alka seltzer vb.)
Derste asit-baz deneyi yapılacaktı. Kırmızı lahana suyu da indikatör olarak kullanılacaktı.
Deneyin hazırlık bölümünde şöyle yazıyordu,
1. Eldivenlerinizi ve önlüğünüzü giyin. Bir kırmızı lahanayı bıçak yardımıyla dörde bölün.
2. Lahanayı kâsenin içinde rendeleyin.
3. Süzgecin altına diğer tabağı koyun. Rendelenmiş lahana parçalarını süzgece dökün. Süzgeçteki lahana parçalarını sıkarak alttaki tabağa suyun çıkmasını sağlayın.
4. Çıkardığınız lahana suyunu eşit miktarda 6 bardağa paylaştırın.
Normal koşullarda bunları öğrencilerin yapması gerekiyordu ama dersin başlamasına sadece 15 dakika kaldığından anne bu işleri tek başına yapmaya karar verdi.
Lahanalar yıkandı, dörde bölündü, hızla rendelendi. Büyük finale çok az kalmıştı. Az sonra süzgecin içindeki kırmızı lahana parçacıklarını mıncıklayacak ve suyunu çıkartacaktı.
Anne tüm gücüyle sıkıyor, yoğuruyor, itiyor kakıyor ancak ne yaparsa yapsın kırmızı lahananın suyunu bir türlü çıkaramıyordu.
Kırmızı lahana dişli çıkmıştı. Lahana, Nuh diyor peygamber demiyor, annenin suyunu çıkartmasına izin vermiyordu.
Ve ders saati geldi çattı.
Anne, altı üstü bir lahananın suyunu çıkartmayı becerememişti. Çaresizce, rendelenmiş lahanaları bardaklara yerleştirdi. Nasılsa üzerine sirke, limon suyu filan dökeceklerdi. “Lahana suyunun rengi değişecekse, lahana rendesinin de rengi değişecektir” diye düşündü.
Ders başladı. Hoca kameradan malzemelere şöyle bir göz attı ve “Lahana rendesiyle bu deneyi yapamazsın” deyip, kestirip attı.
İki numara, lahana dolu bardaklarla mutfağa geri geldi. Yüzünden düşen bin parçaydı. Bardakları bıraktı.
“Lahananın suyu olması gerekiyormuş, rendesi değil” deyip çıktı.
Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Anne deneyde kullanılacak lahanaları tuzla karıştırıp, önden bir reaksiyona soktu. Tuzlu lahana suyuyla, deneyde istenilen rengi elde edebilecekler miydi bilmiyordu ama çok da umurunda değildi. O lahananın suyu öyle ya da böyle çıkacaktı. Tuzu gören kırmızı lahana yumuşayıp tüm suyunu bıraktı. Anne hepsini altı bardağa boşaltıp derhal oğlunun deney tepsisine yerleştirdi.
İki numara, önündeki malzemeleri teker teker lahana suyuyla karıştırıyordu. Önce sirkeyi lahana suyuna döktü, sonra limon suyunu, karbonatı ve bu böyle devam etti.
Malzemeler lahana suyuyla karıştırdıkça bardaklar mavi, yeşil, kırmızı renk alıyordu. İki numara, rengarenk lahana sularını keyifle mutfağa getirip gösteriyor, anne de oğlunun ardından yere dökülen mor, kırmızı, yeşil damlaları temizlemeye çalışıyordu.
Ders sonunda tüm bardakları karıştırıp üstüne de bir şişe gazoz dökünce yarı şampanya efektinde köpüklü bir reaksiyon oldu.
Meğer bizim çetin ceviz kırmızı lahanayı bilim adamları sıkça kullanırmış. İçindeki antokyanin isimli pigment, asitle karışınca kırmızıya, bazik maddelerle karışınca mavi-yeşile dönermiş.
Kırmızı lahananın maharetleri bununla sınırlı değilmiş elbette. Ay ışığında büyüyen lahana için eski zaman hekimleri “ayın gücü” derlermiş.
Kırmızı lahana antioksidan, C vitamini deposu, bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve yaşlılık belirtilerini azaltmasının yanı sıra, sülfür içeriği sayesinde akne ve sivilce oluşumunu önlüyormuş. Mide ülseri ve baş ağısı tedavilerinde de kullanılan kırmızı lahana, rengini veren flavonoid antioksidanlar sayesinde kalp sağlığını da güçlendirirmiş.
Bana asıl ilginç gelen bazı gebe kadınların bebeğin cinsiyeti belirlemek için kırmızı lahana testi uygulamaları oldu. Gerçekten işe yarar mı bilemem ama çokça konuşulan bir test bu.
Neyse biz dönelim iki numaraya,
Eline geçirdiği her şeyi lahana suyuna atan iki numara artık nasıl bir karışım yaptıysa, bardakları yıkamak üzere lavaboya dökünce, lavabo da tıkanıverdi. Anne, ne yaptıysa açamadı. Lavabo açıcıların hiçbiri fayda etmedi.
Bu muhteşem maceranın sonu ertesi gün tesisatçının mutfağa gelip boruları temizlemesiyle son buldu.
Bizim kırmızı lahana deneyi oldukça maceralı gerçekleşse de çok keyif aldık. Bu deney okul öncesi ya da ilk okullarda sıklıkla yapılan bir çalışmaymış.
Hazır çoluk çocuk evde kalmışken, bu deneyi de yapılacaklar listenize eklemenizi öneririm.
Ayın gücü sizinle olsun.
Sevgiyle kalın,
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.