Japonlar kırık seramikleri onarma işini ileriye taşıyıp, “Kintsugi” adında ilginç bir güzelleştirme sanatı geliştirmiş.
Değerli anıları olan, çok sevdiğimiz bir kâse düşüp kırılabilir. Atmaya kıyamadığımız bu kâseyi, normalde yapıştırma yerleri belli olmayacak biçimde onarmaya çalışırız. Ancak Japonlar öyle yapmıyor.
Parçaları birleştirme sırasında kırık ve çatlaklar gizlenmez, tam tersine daha da güçlü biçimde vurgulanır. Orijinal kabın eksik parçalarından kaynaklanan bir delik varsa, orası altın karışımlı bir cila macunla doldurulur.
Japonlar kırık kâseyi çoğunlukla altınla, bazen de gümüşle onarıyor ve bir süs eşyasına dönüştürüyorlar (Kintsugi: Altın ile onarmak). Bu sanat esasında Zen Budist inancına uygun olarak, kusurları metaforik yaklaşımla kucaklamayı öneren bir estetik felsefesidir. Kırık veya bozulmuş bir nesne için duyulan acıyı, üzüntüyü veya pişmanlığı olumlama, barışı bulma çabasıdır.
Kâse üzerinde görülen altın damarlar, kırılmaların yaşam öykümüzün bir parçası olduğunu ve her ömrün bir bitişi bulunduğunu anımsatarak, buna saygı duyulması gerektiğini vurgular. Bununla birlikte, istemeden kırmak, çatlatmak veya bozmak bir utanç kaynağı olarak değil, tersine yönetilebilir bir insani durum olarak benimsenir.
Kintsugi felsefesine göre, kusurları onarılan vazo bir süs nesnesi olarak yeni bir benlik kazanır. Evet, vazo kırıkların derin izini saklamadan taşıyor ama bu yeni görüntüsü onu daha özgün, değerli, anlamlı ve estetik kılıyor. Çevre dostu bir bakış açısı sunan Kintsugi, kullanılmış ve kusurlu nesnelerin kendi doğal güzelliğine sahip olduğunu savunur. Bu nedenle bir nesnenin kırılma öyküsünü hatırlatan hatlar, altının parlaklığıyla vurgulanır.
Felsefeci Yuriko Saito şöyle diyor:
“Yalnızca porselen eşyalar kırılmıyor. Kırılan bazen insan kalbi de olabiliyor. İnsanların birbirini kırmasının temelinde çoğunlukla dünyevi tutkular ve yanılgıların yol açtığı kusurlu davranışlar yatar. İlişkilerde yaşanan kırılmalara Kintsugi düşüncesiyle yaklaşan kişi, kırık bir ilişkiden yeni ve güzel bir ilişki doğabileceğini öğrenir.”
Yara izleri ve çatlaklar ömür boyu kalacaktır, olmuş bir kere. Ancak bunlar ilişkinin geleceğini zayıflatmak yerine güçlendirebilir. Kırık bir kâseyi altınla onarmak gibi, kırık kalbi de ‘altın erdemlerle’ onarmak mümkündür. Öncelikle parçaları ‘yargılamadan’ özenle bir araya getirmek yeterlidir. Kırılmaları onarma gücüne sahip en değerli iki altın erdemden biri, yaşamın her alanında şiddetten uzak durmaktır, diğeri ise tatlı dildir.
halilocakli@yahoo.com