Doç. Dr. Serdar Yılmaz ( Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü)
Bütün dünyanın gözünü diktiği Kazakistan olaylarında herkes bir yerlerden bir şekilde yaşanan olaylarla ilgili malumat almaya çalışırken, ben bir yandan neler olduğunu anlamlandırmaya, diğer yandan Almatı, Çimkent ve Türkistan’da yaşayan akrabalarımdan haber almaya çalışıyordum.
Olayların gidişatı beni ciddi anlamda kaygılandırırken internetin olmaması ve telefon hatlarının yeterince çalışmamasından dolayı akrabalarımdan haber alamadım. Nihayet 7 Ocak günü haber aldım. Herkes iyi. “Orada neden, nasıl akrabalarınız var” sorularını duyar gibiyim. Benim anne tarafım Ahıska Türkü’dür. Dedem 1938 yılında Sovyetler kontrolündeki Gürcistan’ın Ahıska bölgesinden Kars şehrimize kaçarken yanındaki oğlu (en büyük dayım) maalesef Sovyet askerlerince fark edilip durduruluyor ve 14 Kasım 1944 tarihinde Stalin’in emriyle başlayan Ahıska Sürgünü ile hayvan vagonlarına bindirilip haftalarca süren bir yolculuktan sonra Kazakistan’ın Çimkent (Tülkübas) bölgesinde trenden indiriliyor. “Burası artık senin yeni vatanın” deniyor ve dayım çalışkanlığı, azmi ve ailesine kavuşma hırsıyla Çimkent’i ve Kazakistan’ı yeni vatanı olarak kavrıyor. Didiniyor, çalışıyor bu arada iki evlilik yapıyor, çoluk çocuğa karışıyor. Bu vesileyle Kazakistan’da hiç görmediğim, tanımadığım kuzenlerim oluyor. Dayım Sovyetlerin yıkılmasından hemen önce bir şekilde Moskova üzerinden İstanbul’a gelmeyi başarıyor ve babasıyla yani dedemle tam 51 yıl sonra görüşme imkanı buluyorlar. Dayım Kazakistan’a döndükten kısa bir süre sonra dedem Hak’kın rahmetine kavuşuyor. Dolayısıyla benim Kazakistan sevgim sadece doktoramı Kazakistan üzerine yapıp iyi derecede Kazakça biliyor olmamdan gelmiyor, aynı zamanda manevi ve akrabalık bağlarıyla da Kazakistan’a bağlı biriyim. Kazakistan’daki birlik, beraberlik ve halkların barış içinde bir arada yaşamalarını herkesten daha çok istiyorum.
Gelelim edebiyatını bolca yaptığımız, yaşanan olaylarda hep dış güçleri aradığımız ama iç dinamiklerinden bihaber olduğumuz Türk dünyasının en önemli ülkesindeki yaşanan son olaylara. Bu yazıda kafanızdaki birçok soruya cevap bulacağınızı düşünüyorum.
2022 yılının ilk gününe dünya var olan Rusya-Ukrayna-ABD gerginliğinin yanı sıra bu defa Çin ve Türk devletlerinin de dahil olduğu Kazakistan’daki halk protestoları ile uyandı. Görünürde 60 tenge (2 TL) olan LPG fiyatının 120 tengeye çıkarılmasıyla yönetime karşı kısa süre içinde gösteriler başladı. Kazakistan tarihinde ilk defa ülkenin batı kısmında yaşanan halk protestoları diğer şehirlere de yayıldı. Dolayısıyla bu olayları 1-2 Ocak ve 3 Ocak ve sonrası olarak ikiye ayırarak değerlendirmek gereklidir.
1 ve 2 Ocak günleri ülkenin batı kısmında yani 170 milyar dolar olan Kazakistan milli gelirinin yarısından fazlasının sağlandığı doğal gaz ve petrolün çıktığı Batı Kazakistan’da Aktau’da işçiler gaza yapılan zammı protesto etmek için kısa süre içinde sendikalaşmanın verdiği profesyonellikle bir araya gelmiş ve meydanda toplanarak bu zammın geri çekilmesini talep etmişlerdir. İlk iki gün sessizliğini koruyan hükümet olaylar aynı zamanda Almatı’ya sıçrayınca derhal harekete geçerek zamları çekip bir miktar indirim bile yapmıştır. Ancak Almatı şehrinde yaşanan geniş katılımlı gösteriler, yapılan zamların ve son zammın geri alınmasının da ötesinde halkın yıllar içinde yönetime karşı biriktirdikleri öfkenin dışa vurumu gibiydi.
Peki ama Kazak halkındaki bu öfke patlaması neden yaşandı?
Bölgeyi akademik olarak çalışanlar, orada yaşayanlar ve ticaret yapanlar çok yakından bilirler ki Kazak halkının gelirin adilane dağıtımı noktasında çok büyük şikayetleri var. Halk, “Devlet zengin ama zenginliğin halka yansıtılmasında sorun var” diyor. Ülke doğal gaz ve petrol zengini ama 2019 yılında alınan karar gereği bunların fiyatlarını belirlemek serbest piyasanın eline bırakılmış durumda. Ülkenin gençleri arasında fırsat eşitliği yok, ülke ekonomisine ve yöneticilerine güvenmeyen gençler yurt dışına gidererek beyin göçüne maruz kalıyorlar. Rüşvet hayatın her alanında (sağlık, eğitim, güvenlik) yüksek, oysa her sene rüşvetle mücadele yasaları çıkarılıyor. Asgari ücretin hâlâ daha 38 bin tenge yani 1200 TL civarında olması, buna rağmen son yıllarda Covid pandemisinin de etkisiyle gelirlerin azalması, genç işsizliğinin artması ve geleceğe yönelik sosyoekonomik kaygının giderek artması, rejimin kapalılığı, halkın kendisini ifade edeceği kanalların eksikliği önemli sorunlar.
İlk etapta Orta Asya’daki bütün ülkelerde yaşanabilecek bir sorunmuş gibi dursa da Kazakistan, Orta Asya bölgesinin yanına yaklaşılamayacak derecede en zengin ve müreffeh ülkesidir. Otoriter bir yönetim anlayışına sahiptir ama aynı zamanda dışa açıktır. Bütün göstergelerde ve istatistiklerde en iyi rakamlar Kazakistan’a aittir. Kurucu lider Elbaşı Nazarbayev’in bağımsızlık sonrası izlediği barışçıl, denge ve çok yönlü politikaları ile Doğulu ve özellikle Batılı birçok şirket doğrudan yabancı yatırımcı olarak Kazakistan’a yatırımlar yapmış ve ülkede hızlı bir gelişme hamlesi görülmüştür. Ancak protestoculara göre bu gelişmişlik halka çok az yansıtılmasına rağmen yönetici elit ve çevresi bu gelişmişlikten ziyadesiyle faydalanmışlardır. Hatta gösteriler devam ederken mikrofonlara konuşan bir Kazak kadın ülkede gelişen tek şeyin yolsuzluk olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir! Bir başka ifadeyle, Kazak halkı ülkelerinin 1991 yılından günümüze ciddi ve önemli bir noktaya geldiklerini kabul etmekle ve bu durumun tamamen Elbaşı Nazarbayev’in çabalarıyla olduğunun hakkını teslim ederken, diğer tarafta halkın bugün yaşadığı mevcut ekonomik ve sosyal sorunların da Nazarbayev döneminde oluştuğunu ifade etmektedir.
Yıllarca SSCB Komünist Parti’de çeşitli görevler alan, metalurji mühendisi olan ve kendisini çok yönlü olarak geliştiren Nazarbayev, 24 Aralık 1990 tarihinde ülkeyi yönetmeye başlamıştır. 16 Aralık 1991 tarihinde kazanılan bağımsızlıkla beraber Kazakistan’ı kesintisiz bir şekilde 28 sene yöneten Nazarbayev, Türk devletlerinde daha önceden görülmemiş bir şekilde hayattayken ülkeyi gelecek nesillere bırakmak adına 19 Mart 2019 tarihinde görevinden istifa etmiş ve yaşamına ülkenin en önemli birimi olan Güvenlik Konseyi’nin başkanı olarak devam etmiştir. Ülkenin gelecek nesillere birden değil de bir süreç içinde bırakılacağını söylediğinden yerine çok uzun yıllardır birlikte çalıştığı ve güvendiği siyasetçiyi yani ülkenin mevcut Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev’i seçmiştir. Tokayev ile birlikte Kazak iç siyasetinde yeni hamleler yapılmış, organize sanayi alanları kurulmaya başlanmış, halkın siyasal sisteme daha fazla katılımının önü açılarak yerel seçimlere onay verilmiş, devlet memurlarının maaşlarında bir miktar artış yaşanmış, asgari ücret yine bir miktar artmıştır. Dış politika da Rusya ve Çin ile denge siyaseti devam ettirilmiş, Batılı sermayenin ülkeye akmasının devamlılığı sağlanmış, Türk Devletleri Teşkilatı anlaşmasına imza atılmış, Latinizasyon hız kesmeden devam etmiştir. Ancak 1-2 Ocak protestoları gösteriyor ki bu gelişmeler halkın cebine ve kalbine fazla dokunmamıştır zira Tokayev, ülke yönetimini Nazarbayev çizgisinde sürdürmeye devam etmiştir. Tokayev, 11 Ocak 2022 tarihinde Kazak Meclisinde yaptığı konuşmada ülkede siyasal açıdan birçok aksaklığın, rüşvetin ve liyakatsizliğin olduğunu söyleyerek bir anlamda bu çizgiyi devam ettirmekle hata yaptığını itiraf etmiştir.
Şüpheli gruplar
Şimdi ise değerlendirmemin ikinci kısmından bahsetmek istiyorum…
3 Ocak itibarıyla Almatı’da devam eden gösteriler birden kamu kurumlarını yakıp el koyma, polis silahlarına el koyma, bankalara, dükkanlara saldırma ve talan etme halini almış, sokak ortasında plakası olamayan araçlar türeyerek insanlara silahlar dağıtılmıştır. Bu yaşananlara karşı tepki gösteren protestocular bu kim oldukları tam olarak bilinmese de muhtemelen selefi cihatçı gruplar, Suriye’de yok olmaya yüz tutan IŞİD’e katılan Kazak kökenli teröristler tarafından sert bir dille uyarılmış, zam ve hayat pahalılığının yanında ülkedeki iktidarın da değişmesi istekleri artmış, zaten en başından beri var olan Nazarbayev’i hedef alan Şal Ket (ihtiyar defol) sloganları hep bir ağızdan söylenmiştir. Bu arada polis ve asker halka karşı mukavemet göstermemiş, emniyet binası protestocular tarafından işgal edilmiş, içindeki silahlar yine bu kim oldukları bilinmeyen ancak selefi/cihatçı gruplar oldukları tahmin edilen kişilerce alınmış, Kazak ordusu halka karşı durmamış ve araçlarını kışlalarına sürmüştür. İşte tam da bu noktada “acaba Nazarbayev Güvenlik Konseyi’nin başı olarak güvenlik güçlerine şiddete başvurmayın dediği için mi asker ve polis direniş göstermemiştir” sorusu akıllara gelmiştir. Kazakistan’da var olduğu bilinen klan savaşlarının bir tezahürü olarak yetki karmaşası yaşanmış ve olaylar kontrol altına alınamamıştır. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı Tokayev ulusa sesleniş konuşmasına Güvenlik Konseyi başkanlığını aldığını söyleyerek başlamış ve böylece ülkedeki tek yetkili kişinin kendisi olduğunu ilan etmiştir.
Olayların bu aşamadan sonra evrildiği nokta ise güvenliğin tesis edilmesi için terör kavramının kullanılması olmuştur. “20 bin terörist var” diyen Cumhurbaşkanı Tokayev (bununla alakalı olarak bir twit atmış ancak bir gün sonra silmiştir. Zaten Kazakistan’ın en büyük şehrinde 20 bin terörist olması, bunların kamu binalarını yakıp yakması, can damarı olan havaalanını ele geçirmesi başlı başına ülkede büyük bir istihbarat ve güvenlik zafiyeti olduğunu gösteriyor) hâlâ meydanlarda olanları terörist ilan ederek çok sert müdahalede bulunacağını ve hatta ülkedeki birliğin sağlanmasında moral ve motivasyon kazanılması açısından Kolektif Güvenlik Örgütü’nden yardım istediğini ilan etti. Zira daha sonra Tokayev böyle büyük çaplı olaylara müdahale edebilecek güvenlik kapasitenin olmadığını açıkladı. Bu noktada Tokayev’in hata yaptığı, KGÖ’yü çağırarak kendi güvenlik birimlerine bile güvenmediği, ülkeyi Rusya’ya teslim ettiği söylendi. Bu konuda sosyal medya hesaplarında felaket tellallığı yapıldı, milliyetçi duygular kaşınarak “Moskof”un bir daha asla Kazakistan’ı terk etmeyeceği söylendi. Zaten Rusya ne zaman girdiği bir ülkeden çıkmıştı ki (11 Ocak 2022 itibarıyla Cumhurbaşkanı Tokayev, KGÖ askerlerinin 10 içinde kademeli olarak Kazakistan’dan ayrılacaklarını açıklamıştır). Ancak burada görülemeyen bir nokta var. Kazakistan’da Kazak olmayanların oranı yaklaşık 5 milyon ve bunların çoğunluğunu Ruslar oluşturuyor. Dolayısıyla hem Kazakistan’daki bu çok etnikli yapıya yalnız olmadıklarını göstermek hem de onlara güvence verebilmek için bu adımın atılma ihtimali çok yüksek. Bir diğer neden de, ülkede yaşan bu 5 milyonluk Kazakça bilmeyen Rusça konuşan kesim, ilerleyen zamanlarda provokatörlerin eliyle Kazak halkının öfkesine maruz bırakılırlarsa işte o zaman Kazakistan’da bir iç savaş ihtimalinden bahsedilebilir.
Cumhurbaşkanı Tokayev’in 11 Ocak’ta açıkladığı üzere örgüt askerleri 10 gün içerisinde kademeli olarak ülkelerine gidecek. Nitekim Kazakistan’da hayat normale döndükten sonra bu örgüt askerlerinin Kazakistan’da kalmalarını gerektirecek hukuki ve meşru bir neden bulunmamaktadır. Daha önce de söyledim: “Kazakistan Rusya tarafından işgal ediliyor, Rus askeri bir kere girdi mi bir daha çıkmaz” gibi romantizm kokan kelimelerden uzak durmalıyız. Kazak halkının ülkede durabilecek herhangi bir yabancı ülke askerine karşı çıkacağı gerçeğini unutmamalıyız.
Diğer bir mesele ise Kazakistan’ın bölgesel ve küresel önemi, özellikle ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçler için ne önem ihtiva ettiği durumudur. Her üç ülkenin de olayların üçüncü gününden sonra Kazak yönetimine yaptığı olayların bastırılmasında tedbirler alınmasının en tabii hakları olduğu yönündeki ifadeler, Birleşmiş Milletler örgütünün olayların ivedilikle son bulması çağrısı ve meşru yönetime güç kullanma yönünde destek açıklamaları Kazakistan’da yaşanabilecek bir kaosun hiçbir ülkeye, kurum ya da örgüte fayda sağlamayacağını net bir şeklide göstermiştir. ABD’nin ülkede büyük yatırımları olduğu, Hollanda’dan sonra Kazakistan’daki en büyük yatırımcı ülke olduğu bilinmekle birlikte Kazakistan üzerinden Rusya ve Çin’e karşı bölgede bir denge siyaseti izlediği hepimizin malumu. ABD bu olayda çok fazla müdahil olmamış, Rusya’nın dokunulmaz etki alanına müdahale edeceğini bildiğinden herkesi şaşırtacak derecede sessiz kalmıştır. Aslında yapılan bu bilinçli politika ile hem bölgedeki yatırımlarını hatırlatmış hem de bölgeye sıcak bir müdahalede bulunmadan güvenliğin tesis edilmesini seyretmiştir. ABD 1991 yılından itibaren Kazakistan’daki altyapı ve üstyapı faaliyetlerine, demokratik adımların atılmasına, özgür ve bağımsız medyanın tesis edilmesi ve ifade özgürlüğü gibi konularda maddi yardım ve telkinlerde bulunmaktadır. Amerika aynı zamanda 11 Eylül olaylarından sonra Afganistan’ı işgal etmiş, Taliban yönetimine son vermiş ve Kazakistan coğrafyasını Afganistan’daki güvenliğin tesisi için vazgeçilmez olarak görmüştür.
Rusya’nın Kazakistan’a bakışı ise tarihsel, jeopolitik ve jeoekonomik temellidir. 200 yıldan fazla hem Çarlık hem SSCB kontrolü altında yaşayan, Sibirya ile birlikte sürgün yeri olarak belirlenen ve bundan dolayı 130’dan fazla farklı milletin yaşadığı, 29 Ağustos 1949 tarihinde SSCB’nin ilk nükleer silahlarının uzun yıllarca deneyip dünyaya ilan edilmesinde toprakları ile ev sahipliği yapan, bağımsızlığını aldığında Rus etnik nüfusu Kazak etnik nüfusundan fazla olan, SSCB döneminde döşenen boru hatları ile aslında gaz ve petrol zengini olmasına rağmen bunları çoğunlukla Rusya üzerinden pompalamak zorunda kalan bir devlettir. Topraklarında barındırdığı 3.750.000 etnik Rus üzerinden Rus Anayasasında belirtilen Rusların yaşadığı coğrafyalara müdahale hakkı maddesi ile sürekli bir tehdit hisseden, eğitimden kültüre, diplomasiden sosyal yaşama kadar Rusça dilini kullanan ve aslında Rusya ile müttefikliğin bile ötesinde iyi ilişkilere sahip olan Kazakistan için Rusya vektörü bir tercih değil zorunluluktur. Kısa, orta ve uzun vadede bu olaylardan en kârlı çıkan devlet yine Rusya olmuştur.
Çin faktörü
Çin ise son yıllarda ücreti karşılığında enerji kuyularını satın almanın yanı sıra, 2013 tarihinde Kazakistan’da açıklanan Bir Kuşak Bir Yol (OBOR) projesi ile Kazakistan’ı vazgeçilmez bir müttefik olarak görmektedir. Kazakistan, 2049 yılında 100 trilyon dolar harcanarak bitirilmesi öngörülen OBOR projesinin Batı’ya açılan kapısıdır. Hazar koridoru ile Çin’in ihtiyaç duyduğu enerji talebinin karşılanacağı en önemli güzergahtır. Bu nedenle Çin ulusal petrol şirketi CNPC son zamanlarda Kazakistan’a 12 milyar dolarlık yatırım yapmıştır. Çin devleti 2024 yılına kadar Kazakistan’da 26 milyar dolar yatırım yapacaktır. Çin şu an itibarıyla Kazakistan’ın en büyük enerji ithalatçısı konumundadır. Ayrıca Kazakistan’ın siyasi bir istikrarsızlığı Çin’in büyük mezalimler uyguladığı Uygur bölgesinin siyasal dengesinde huzursuzluk yaratma ihtimaline de sahiptir. Bundan dolayı Çin Devlet Başkanı Jinping, Kazak yöneticilerin bu olayları bastırmak için gerekli güce ve otoriteye sahip olduğunu ve gerektiğinde yardıma hazır olduklarını ifade etmiştir. Kazakistan’da uzun süre devam edecek bir karışıklığın bölgede en fazla rahatsız edeceği ülke Çin’dir.
Küresel jeopolitikte önemli olarak görülebilecek bir başka aktör de Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) olarak görülmektedir. Olayların ilk iki günü sessiz kalan TDT, üçüncü günden itibaren Kazakistan’a itidal, halka sağduyu ve iyi dilekte bulunmuştur. Türkiye’den bakışla neden TDT’den asker istenmediği, Ruslardan yardım isteneceğine Türk devletlerinden yardım istenmesi gerektiği yazıldı çizildi. Ancak his ve romantik duygulardan öteye gitmeyen (Türkiye’den bakanların olayları anlamamasının en büyük nedeni bolca edebiyatı yapılan Türk dünyasını tanımıyoruz ve bölge ülkelerinin iç dinamiklerini değerlendiremiyoruz), hukuki bir zemin temelinde olaylara bakmayan bu bakış açısının unuttuğu önemli konular var: Birincisi, TDT’nin askeri bir yapılanması yok, bu örgüt bizzat Nazarbayev’in çerçevesini çizdiği askeri perspektiften uzak, ekonomik, sosyal ve kültürel nitelikli olarak kurulmuş bir örgüttür. Gönderecek askeri birliği yoktur. Zaten henüz bir ekonomik başarı öyküsü de yoktur. İkincisi, Türkiye’nin NATO üyesi olarak asker gönderme ihtimalini bile dillendirmesi Rusya’nın bu duruma sert tepkiler vermesine neden olacaktır. Ukrayna konusu hepimizin malumudur. Bunun dışında TDT gereken her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu bildirmesine rağmen Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev’den bir teklif gelmediği müddetçe hareket edemez. Son olaylar gösterdi ki TDT’nin ilk önceliği tamamen barış misyonu adı altında hukuki temeli olan sembolik sayıda da olsa bir barış timi kurmak olmalıdır. Zira Kazakistan’da halkın haklı sebeplerle başlattığı ancak sonradan terörize ve vandalize edilen bu olaylar göstermiştir ki diğer Türk devletleri de benzer sorunlarla karşılaşabilir. Nitekim KGÖ devlet başkanlarının online yaptıkları toplantıda Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko’nun “Sırada Özbekistan olabilir” sözü akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu olayların neticesinde Rusya’nın Kazakistan üzerindeki etkisini arttırdığını, Kazakistan’ın bundan sonra TDT ve Türkiye ilişkilerinde daha dikkatli davranmaya başlayacağını, Rusya’nın Orta Asya üzerindeki gölgesinin büyümesiyle TDT için ileriye dönük yeni adımların ve atılımların istenilen seviyede olmayabileceği muhtemel çıktılardandır.
Yeni süreç
164 kişinin hayatını kaybettiği 10.000 kişinin tutuklandığı, selefi cihatçı grupların, Suriye’de yok olmaya yüz tutan İŞİD’e katılan Kazak kökenli teröristlerin bir şekilde Kazakistan’a dönerek sessiz bir ilerleyiş içinde olmalarının, organize bir ekibinin olayları terörize ettiği ve kendilerine karşı çıkan Kazak halkını bile korkuttuğunun anlaşıldığı, Orta Asya bölgesinin tamamı için tehdidin ve alınması gereken derslerin olduğu ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir süreç yaşandı. Süreç diyorum çünkü bundan sonra ne olacağı, iktidarın hangi adımları atacağı, halkın talep ve beklentilerinin zamanla karşılanıp karşılanmayacağı, devlet yöneticilerinin, kamu memurlarının ve güvenlik güçlerinin halk ile iletişim noktasında ciddi eğitimden geçecekleri bir döneme girdik.
Bu yeni dönemde oluşabilecek belli başlı risk alanları mevcuttur. Öncelikle ülkede orta vadede bir yönetim değişikliği olacaktır ama bu değişikliğin ani bir şekilde yapılması rövanşist duygularla hareket edebilecek bir grubun iktidara gelmesine ve iç karışıklığı tetiklemesine sebebiyet verebilir. Olaylar provokatörler eliyle bir Kazak-Rus ya da Kazak ve Kazak olmayan etnisiteler arası çatışmaya dönüşebilir. Bu açıdan bütün halkı içine alan siyasal sisteme daha fazla katılım imkanı yaratan ve halkların kendilerini değerli gördüğü ve dikkate alındıklarını hissettikleri yeni bir siyasal söylem ve beraberinde eylem gereklidir. Bu konu çok önemlidir çünkü eğer bu olayların sebepleri yabancı güçler ve Kazak olmayanlardır yolunda yapılabilecek bir propaganda ülkede yaşayan Kazak olmayan insanların potansiyel suçlu görülmesi ihtimalini doğurabilir. Bu durum ise halklar arası bir iç çatışmaya dönebilir. Hem halkın hem de Kazak yönetiminin bu konuya ayrıca hassasiyet göstermesi gerekmektedir. Bir an önce anayasal düzene dönülmeli, normal hayat akışına geçilmeli ve bu olaylardan dersler alındığını kanıtlayan adımlar atılmalı.
Halkın beklentileri dikkate alınmalı, sorunlar unutturulmamalı, uzun zamana yayılmamalı, refahın adil bölüşümü, fırsat eşitliği, nepotizm ve kleptokrasi kavramlarına ihtimam gösterilmelidir. Bölgenin diğer ülke liderleri Kazakistan’da yaşanan bu olaylardan ciddi dersler çıkararak, daha fazla otoriterleşmek yerine daha fazla demokratik adımlar atmalı, refahın büyük bir bölümünün yönetici zümre içinde bölüştürülmesi tepkilerine kulak vermeli, sosyal gruplar arasında dışlanmışlık hissini ortadan kaldırmalı, insanların yöneticileri tarafından önemsendiklerine inanmaları sağlanmalı, rejimin kişiselleştirilmesi alışkanlığından derhal vazgeçilmeli, kamu görevlilerinin ve güvenlik güçlerinin halka insanca davranmaları sağlanmalıdır. Kısacası tavandan tabana yayılan yeni bir sürecin inşası sadece Kazakistan’da değil diğer Orta Asya devletlerinde de başlamalıdır. Aksi takdirde bu olayların, öfke patlamasının ve bunların ardına saklanan terörizm-vandallık faaliyetlerinin tekrar yaşanabilme ihtimali ile karşı karşıya kalabiliriz.
Orta Asya bölgesi, kısa değil ama orta vadede kendi ülkesinin gelenek ve göreneklerine bağlı, dünya ile entegrasyonunu ve iyi eğitim almış genç jenerasyonların siyasal sistemde daha fazla görülmek istendiği, halkın nepotism ve kleptokrasi kavramlarından bıktığı, refahın daha adil paylaşımına olanak tanınan, talep ve beklentilerin dile getirilmeye devam edeceği ve daha fazla demokratik adımların atılmasının beklendiği bir bölge haline gelecektir.
Bu yazıda cevap bulmanız muhtemel sorular aşağıdaki gibidir:
-Kazakistan’da bugün itibarıyla Tokayev ve Nazarbayev’in konumları nasıldır?
-Bu protestolar artan fiyatlara ve hayat pahalılığına karşı yapıldı. Kazakistan’da son ekonomik durum nasıldı?
-Kazak güvenlik güçleri eylemlere nasıl reaksiyon verdi?
Kazak güvenlik güçleri neden bu protestoları bastıramadı ve Rusya’dan yardım istendi?
-Halkın arasında sızanlar kimlerdir?
-Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü protestolarla birlikte yeniden duyuldu. Bu örgüt Rusya kontrolünde ve çokuluslu güçlerden oluşuyor. Neden bu örgütten yardım istendi?
-Askeri yardım neden Türk Devletleri Teşkilatı’ndan istenmedi? Yaşanan bu olaylar TDT’yi bundan sonra nasıl etkiler?
-İçerideki protestocuların talebi nedir?
-11 Ocak’ta Tokayev’in yaptığı açıklamalar itiraf niteliğinde miydi?
-BM’den de açıklama geldi ve protestocuların barışçıl olması gerektiği, şiddetin durdurulması gerektiği ifade edildi… Xi Jinping de benzer şekilde protestolara bastırma yönünde cesaretlendiren bir mesaj yolladı Kazakistan’a. ABD protestolara çok müdahil olmadı. ABD, Çin ve Rusya için bu ülkenin önemi nedir?
– 164 kişinin ölümü ve binlerce gözaltı ardından istikrar sağlandı mı?
– Bundan sonra oluşabilecek risk alanları nelerdir?
– Ülkede ve Orta Asya’da bundan sonra neler olabilir?