Einstein’ın aptallık tanımı şöyle: Aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummak.
Şu anda Fenerbahçe’nin bu tanımın öznesi olmaktan başka hiçbir eylemi yok.
Hırsızlık ve ahlaksızlığı yücelten ve bununla gurur duyan bir rekabet, bunu teşvik eden bir futbol sistemi var.
Bu futbol sisteminin doğrucu Davut’u Fenerbahçe, hedefte de her zaman o oluyor. Özellikle 12 Eylül sonrası Cumhuriyete yönelen gerici akımlarla Fenerbahçe düşmanlığının yükselmesi aynı döneme rastlamış. Biraz bilime inanan insan, toplumsal olayların tesadüflerden değil, birikimlerin dönüşmesinden kaynaklandığını bilir.
12 Eylül öncesi toplumu (sağ-sol ayırmıyorum) toplumsal farkındalığı yüksek, “biz” kavramı güçlü, merhametli, bilime inanan ve çağdaş olma eğiliminde olan bir toplumdu. 12 Eylül bu gelişmeyi kırdı ve bireyci, bilimden uzak, kazanmayı her türlü ahlaksızlığa rağmen meşru sayan bir topluma dönüştürdü. Bu konuda derine inersek yazı binlerce sayfa süreceği için genel hatlarıyla yazdım.
Bu gelişimin spordaki kurbanı Fenerbahçe’ydi çünkü Fenerbahçe Cumhuriyet sonrası oluşan kentli ve burjuva kesimi temsil ediyordu. Bildiğiniz gibi burjuvazi köylü toplumların kentli toplumlara dönüşmesindeki en aktif unsurdur, bugün Batı uygarlığı varsa bunun temelini burjuvalar atmıştır. 12 Eylül gibi bir Cumhuriyet devrimlerine karşı devrim girişimi, ileriye dönük anlayışın sembolü olmuş Fenerbahçe’yi elbette karşısına alacaktı, aldı da.
12 Eylül’de darbe oldu, “darbe neden Cumhuriyete karşı olsun, askerler yaptı” diyenlerin hiç okumadıkları fikrindeyim çünkü 12 Eylül “yeşil kuşak” projesinin bir parçasıydı. Darbe ile orduda “bağımsız ulusal politikalar izlenmesini” savunan kadrolar tasfiye edilmiş ve güç “Amerikancı” ekole geçmiştir.
Sonra Fetö, Fenerbahçe’ye darbe vs. hikaye uzun, hâlâ devam ediyor.
Görünen o ki böyle de devam edecek ama bizim de aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamamız ve yapmamız sorunu çözmüyor.
Saha dışındaki bu pislikle saha içinde mücadele ederek sorun çözülmüyor.
Artık daha radikal tedbirler almalıyız.
Ligden mi çekiliriz, yayın ihalesinin dışında kalacak hukuki bir formül mü buluruz, UEFA’ya mı gideriz bilmiyorum ama bir çözüm bulmalıyız.
“Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) var çekilemeyiz, yayın havuzundan çıkamayız” sığ görüşler. SPK hangi ülkede futbol oynadığına değil kazandığın paraya bakar. 5 büyük ligde yatırım yaparak bunu bertaraf edebilirsin veya yayınların sadece pazarlaması TFF’de, mülkiyet kulüplerde, Anayasaya göre mülkiyet hakkı kısıtlanamazken sen maçlarını yayınlatmak zorundasın denemez.
Hukuk soyut bir kavramdır, isteyen bir çözüm üretir ama Fenerbahçe’de bunu isteyen yok.
Aziz Yıldırım kendi kişisel “camianın sahibi” egosu için feda etti, Ali Koç da şirketlerine zarar gelmesin diye feda ediyor.
Taraftar desen top kaleye girmedikçe hiçbir şey umurunda değil.
Fenerbahçe için 2 seçenek var: Ya ahlaksızlığa uyum sağlayacak ya da mücadele edecek.
Ben ikinciyi seçerim.
Ama hiçbir yönetim radikal kararlar alamaz, alamıyor o yüzden taraftarın inisiyatifi ele alması şart.
Öyle bir taraftar da kalmadığına göre bence en iyisi kulübü kapatmak ki bu Türk futbolunu kapatmak anlamına geliyor zaten.
Hiç olmazsa gelecek kuşaklara ahlakımız ve onurumuz kalır.