Birçok dostum kanserden öldü. Pek çok dostum kanserle içli dışlı yaşıyor. Pek çok dostum ya ben de olursam kaygısında. Kanser derdi geldi hayatımızın tam olarak göbeğine oturdu. Ancak neden kanser oluyoruz diye kafa yorulmaması bana dokunmaya başladı.
“Kanserden korkma, geç kalmaktan kork” diyen slogandan hiç rahatsız değildim aslında ama şimdilerde bana o da batmaya başladı. Erken tanının hayat kurtarıcı olduğu gerçeğinin nesinden rahatsız olduğumu uzun uzadıya anlatmak istiyorum.
Türkiye rakamlarına erişemediğim için önce size ulaşabildiğim bazı ABD rakamlarını vereyim. 2021 yılında yaklaşık 2 milyon kişi ciddi bir kansere yakalanmış. Her yıl da sayılar artıyor. Kanserin pek çok türü tedavi ediliyor ama ölümcül olanları da var. Kanser konusunda çalışmalar yapan Harvard Üniversitesi Biyoloji Profesörü Thomas Seyfried’in dediğine göre ABD’de her gün 1700 kişi kanserden ölüyormuş.
Şimdi Covid salgını sırasında içine çekildiğimiz korku kuyusunu hatırlayın. Her gün ölenlerin sayısı salgının en azgın olduğu dönemde günde 1000 kişiye ulaşmıştı. Azımsamak için söylemiyorum elbette ama kanser her gün çok daha fazlasını götürüyor demek ki. Üstelik de gelip geçici bir salgın değil bu. Kanser salgını artarak sürüyor.
Sloganımız ne diyor “kanser olmaktan korkma, geç kalmaktan kork”. Oysa Covid sırasında ne deniyordu “Covid olmamak için kork, çok kork, daha da çok kork.” Peki bu iki salgının ne farkı var da yaklaşım taban tabana zıt.
Ne saçma bir soru sordum değil mi? Covid bulaşıcı bir hastalık ve korkmak yeterince dikkatli davranmayı sağlayarak yayılımı da tutulmayı da dolayısıyla ölümü de önleyebilir. Kanser ise bulaşan bir hastalık değil. Aynı biçimde korkup tedbir alarak kanseri önlemek mümkün mü ki?
Kilit bu soruda saklı. Kansere önlenebilir bir salgın olarak yaklaşılmıyor çünkü peşinen önlenemez olduğu düşünülüyor. O nedenle de bütün yatırımlar tedavisi için yapılıyor. Kanser tedavilerini keşfetmek için harcanan paralar (ve de emek elbette) inanılmaz. Ancak kanseri önlemek için ne yapılıyor?
“Kanserden korkma” sloganının bana batması işte bu nedenle. Neden korkmayalım? Çünkü korkunun ecele faydası yok. Öyle mi gerçekten? Kanser kaderimiz mi? Kanser önlenemez mi?
Kanserden kurtulmanın tek çaresinin erken teşhis olduğunu genlerimize kadar işlediler. O kadar işlediler ki doğruluğunu sorgulamayı aklımıza bile getirmez olduk. Ne demek istiyorum dersiniz? “Erken teşhis edilmesin de geç kalalım, her yerimizi sarsın da kestirmeden gidelim” demek istediğimi düşünmezdiniz değil mi? Gene yandan dolanarak açıklayayım.
Bir arkadaşımla yürüyüş yaparken mamografi yaptırmaya geciktiği için yakındı. “Bir halam zaten meme kanseriydi, diğer halamın da meme kanseri olduğunu yeni öğrendim. O zaman aklım başıma geldi, hemen randevumu aldım” dedi.
Malum, kadınların başının belası meme kanseri için her sene mamogram yapılması öneriliyor. Yaşı 40’ı geçen her kadına ve her sene. Peki merak edeniniz var mı ne zamandan beri bu böyle. Ben yeni merak ettim.
1913 senesinde Salomon adlı bir Alman cerrah ameliyat ettiği memeleri çöpe atmadan önce X ışınları ile fotoğraflamış ve gördüklerini rapor etmiş. Arkası çığ gibi gelmiş. 1949’da Dr. Leborgne bu meme filmi çekimini bir standarda oturtmayı becermiş. Becermiş dememin nedeni X ışınları ile kemik gibi sert yapılarda görüntü almak kolaydır ancak iş yumuşak dokuya gelince iş değişir. Meme gibi yumuşak beden bölümlerinin röntgen ile görüntülenmesi teknik açıdan çok güçtür. Ancak Kodak firmasının ürettiği özel filmler de devreye girince 1962’de Dr. Egan daha başarılı görüntüler elde edebilmiş. Bu gelişmelerin ardından “Amerikan Mamografi Komitesi” kurulmuş ve radyologlara bu özel çekim için eğitim verilmeye başlanmış. 1996’da Amerikan resmi kurumu FDA dijital yeni bir alete izin vermiş. 2000’de daha yeni bir model de onay almış…
Milenyumdan itibaren de her kadına her yıl mamografi yaptırması önerilir olmuş. Her kadın yaptırmamış ya da yaptıramamış elbette ama milyonlarca kadın hiçbir şikâyeti yokken röntgene maruz bırakılmış. Bu tıbbi, teknik ve de ticari gelişmenin sonucu ne olmuş acaba? Meme kanseri sayısı azalmış mı?
Amerikan Kanser Kurumunun (CDC) sayfasındaki resmi istatistiklere göre 1999-2021 arasında her yıl taranan 100.000 kişinin yaklaşık 140’ına meme kanseri teşhisi konmuş. Sadece 2020’de sayı 120’e düşmüş. Covid yüzünden başvurular azaldığı için tanı oranı biraz düşmüş. Onun dışında bu incelemenin rutine girdiği 25 senede meme kanseri teşhisi hep aynı oranda Amerika’da. Bu arada meme kanseri tanısı alan bu 140 kadının herhangi bir şikâyeti var mıydı bilmiyoruz. Yani filmi çekilen bin kadından 1.4’ü kanser ama bunlar hiç şikâyeti olmayanlar mı acaba? Buraya bir mim koymalıyız.
Mamografinin X ışını, daha çok bilinen adıyla röntgen ışını vererek yapılan bir inceleme olduğunu tekrar hatırlatayım. Röntgen çekimlerinde vücudun radyasyona maruz kaldığını ama bazı hastalıkların teşhisini koymak için bunun zorunluluk olduğunu da hatırlayalım. Üçüncü hatırlamamız gerekense, mamografinin hiçbir şikâyeti olmayan yani hasta olmayan insanlara yapıldığı. Kanser aramak için kanser yaratan bir maddeyi kullandığımıza, hem de her sene yeniden yeniden kullandığımıza da bir mim koyalım mı?
Bu mimler yüzünden tehlikeli sularda yüzdüğümün ve oklara hedef olacağımın bilincindeyim. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2022 yılında bütün dünyada 2.3 milyon kadına meme kanseri teşhisi konmuş, 670 bin kadın ise meme kanserinden ölmüş. Eee, ben neden bahsediyorum ki.
Amerikan istatistiklerine göre her 8 kadından biri hayatının bir döneminde meme kanserine yakalanıyor. Yakalanan her 40 kadından biri de meme kanseri yüzünden ölüyor. Rakamlar bu kadar büyük olunca korkmamak ne mümkün. Hele halamızda annemizde falan da çıktıysa. Zaten genlerimiz yüklüyse…
Biliyorsunuz meme kanserine yatkınlık geni de bulundu. Ünlü oyuncu Angelina Jolie kendisinde de bu gen bulunduğu için hiçbir şikâyeti yokken belki bende de çıkar korkusuyla memelerini kestirdi.
1980’lerde ben Ordu ilinde mecburi hizmet yaparken öğrenmiştim ki oradaki bir cerrah ikna edebildiği herkese apandisit ameliyatı yapmış. Buna ilin asker kökenli valisi de dahil. Hiçbir şikâyeti olmayan insanları “apandisit zaten lazım bir şey değil, olmadık bir yerde patlayıp sizi öldüreceğine ben onu şimdiden alıvereyim” diye ikna etmiş. Onun hesap, bazı kadın doğumculara kalsa, potansiyel kanser odağı olan rahimleri, yumurtalıkları ve de memeleri kesip atacak, böylece kadınları kanser olmadan, kanserden kurtaracaklar. Malum eşitlik var, bana kalırsa erkekler de kusur kalmasın, ürologlar da prostat bezini peşin peşin kesip atsınlar. Ancak bu noktada küçük bir sorun var: En öldürücü kanserler beyinden çıkan gliomalar. Peşin peşin beyinlerini aldıracakları bulmak biraz zor olacak…
Bu kadar ciddi bir konuda şaka yapıyor olmama aldırmayın. İşin en ciddi yanının en ihmal edilen yanı olduğuna vurgu yapmaya çalışıyorum. Apandisitinizin bir gün mutlaka patlayacağına inandırılırsanız, elbette kestirirsiniz. Kanserin kaderiniz olduğuna inandırılırsanız feda etmeyeceğiniz organ olamaz…
Kanser çok ciddi bir salgın. Öldürme rakamlarını hatırlarsanız Covid salgınından bile daha önemli bir salgın. Kalp krizi gibi damarsal problemler insan ölümlerinde hâlâ 1 numarada ama kanser de listede ikinci katil. İyi de bu kadar büyük soruna çözüm ne?
“Kanser tedavisi” salgına çözüm değil elbette. Asıl çözüm önlemekte. Önlemek de nasılsa bu organım bozulacak, öyleyse bozulmadan ben onu kesip çöpe atayım demekte değil. Ha bire film çektirip “aman ne güzel bu sene de kanser olmamışım” demekte de değil. Çözüm gerçek önlemler almakta.
Kanser önlenebilir bir hastalıktır. Kanser salgını da önlenebilir. Bilgiyle, bilinçle ve kafa yapısını yani bakış açısını değiştirmekle. O yüzden “kanser olmaktan korkma, geç kalmaktan kork” sloganını protesto ediyorum. Yerine “kanser olmamak için bilgilen ve öğrendiklerini hayata geçir” sloganını öneriyorum. Dağlara taşlara bu sloganı yazmak istiyorum.
Bu konuda nasıl uyanacağımızı yani bizi kanser yapan şeylerden nasıl uzak kalacağımıza ait bilgileri belki bir gün toparlar yazarım. Ancak bence beni beklemeyin. Google’a “kanserojen?” yazarak konuyu didiklemeye başlayın. Çünkü kendiniz kafa yorduğunuzda çıkış yolunu daha kolay bulacağınıza ve kanserden korunmak için etkin yöntemler geliştireceğinize eminim.
Gene de dayanamadım bir ipucu vereyim. Araştırmaya gündelik hayatımızda radyasyona nasıl maruz kalıyoruz diye başlayabilir, tütün ile devam edebilirsiniz, sonra zaten arkası gelir.
“Aman bir bu eksikti, her şey bitti de şimdi de kanserojenler yüzünden mi evhamlanalım?” denebileceğini biliyorum. Evham başlı başına bir hastalıktır ve kanserden bile belalıdır. O yüzden derdim sizleri evhamlı yapmak değil, tedbirli yapmak. Bunlar bambaşka iki şeydir. Ha bire doktora gidip tetkik yaptırmaktır asıl evham. Kendin tedbir almak yerine doktor/hastane, tıp/sağlık sektörü açmazında debelenmeye başlamaktır evham.
Ha bire yinelemek huyumdur ya, yeniden yeniden söylüyorum: Kanser salgın yapan amansız bir hastalıktır ve de önlenebilir. Kanser olmak istemeyen neden kanser olunduğu ve nasıl korunulabileceği hakkında kendi kendini bilgilendirmelidir. Batsın bu dünya arabeskliğinden çıkmalıyız. Korkunun ecele faydası yok. Korkunun yerine tedbiri geçirmeyi bilmeliyiz. Kanser kader değildir. Kanser önlenebilir. Bilgiyle.
Bir şikâyet varken erkenden doktora gitmek başka bir şeydir, ortada dert yokken ya o dert bana da gelirse diye huylanıp doktor kapısına tezgâh kurmak başka şey.
Erken tanı diye yaldızlanan şey bizden çok tanı koyucu ve tedavi edici sektör için kazanç kapısıdır.
Tedbir sektöre hiçbir kazanç sağlamaz. Onun için de reklamı yapılmaz.
Önlem almak kime yarar sağlar?
Fotoğraf: iol.co.za
Benzer yazı: