“Elit” terimi Latince seçmek anlamına gelen ‘eligere’ (elect-) fiilinden türemiş, birçok dilde yaygın olarak benimsenmiş ve Türkçeye 20. yüzyılın başlarında Fransızcadan ödünçlenmiş.
Elit kavramı, toplumun üst sıralarında yer alan ve genellikle kendini kültürel birikim, eğitim ve ekonomik statü ile belli eden, başarılı bireylerden oluşan bir grubu tanımlar.
Ancak bu tanımın kapsamı sanayileşme, kentleşme, siyasi ve sosyokültürel yapılar gibi faktörlere bağlı olarak değişebilmektedir. Profesör İlber Ortaylı, dünyadaki hızlı değişimler nedeniyle “elit” tanımının ABD’de arada bir değiştiğini belirtir.
Geleneksel anlamda elitler; kent kültürünü özümsemiş, bilgi ve görgüleriyle ve yaşam biçimleriyle toplumda fark yaratan bireylerdir. Burada yer alan tanımların kişisel yorumum olduğunu belirtmem gerekir.
Bence açık görüşlü olmak, dünyayı biraz gezmiş olmak, tercihen birkaç yabancı dil bilmek, küresel olaylara ilgi duymak, iyi bir eğitim ve aile terbiyesi almış olmak elitlerden beklenen niteliklerden bazılarıdır.
Aile terbiyesi bireylere kültürel arka plan, etik değerler ve dünya görüşü sağlar, ancak aile terbiyesini kaliteli bir eğitimle desteklemek elitler için öncelikli bir konudur.
Sanat, spor, müzik, edebiyat, sosyal ağlar ve kültürel etkinliklere katılım, elit yaşam biçiminin ve statünün sürdürülmesinde kritik rol oynamaktadır. Kentsel alanların bu tür kaynakları sağlaması nedeniyle, elitizm genellikle kentlerde mevcuttur.
İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto’ya (1848-1923) göre, toplumun üst kademelerindeki elit kadro zaman içinde değişebilir, ancak yeni gelen kadrolar kendi elit katmanını yaratır. Bu görüş yaygın olarak “Pareto Etkisi” olarak bilinir ve sıklıkla “80/20 Kuralı” (*) ile ilişkilendirilir.
Pareto, esasen kendi alanında üstün başarılı olan bireylerin elit sayılabileceğini ve toplumların da elitler ile elit olmayanlar, yönetici elitler ile yönetici olmayan elitler olarak ayrılabileceğini savunur.
Tarihsel bakış açısıyla, elitizmin, kentli Fransız seçkinlerin kendilerini feodallerden ayırma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Fransa, Birleşik Krallık, Kanada ve ABD gibi ülkelerde elit kurumlardan oluşan çeşitli ağlar gelişirken, örneğin Almanya’da ve İskandinav ülkelerinde böyle bir durum söz konusu olmamıştır.
Elit gruplar, birçok ülkede olduğu gibi hem Osmanlı’da hem de Türkiye’de sosyoekonomik ve ideolojik faktörlerden etkilenmişlerdir.
Osmanlı eliti, saraya yakın subaylar, yüksek devlet memurları, zengin tüccarlar ve toprak sahipleri gibi sosyal ve siyasi nüfuza sahip gruplardan oluşuyordu. “İstanbul Beyefendisi” terimi İstanbul’un bu seçkinlerine atıfta bulunuyordu.
Jön Türkler, geç Osmanlı döneminin siyasi ve sosyal yaşamında önemli roller oynayan bir elit hareketiydi. Sınırlı siyasi deneyime sahip olmalarına karşın, amaçları Batı kültürünü ve kurumlarını yerel bağlama adapte ederek toplumu modernleştirmekti.
Bununla birlikte, İslami ilkelerin korunmasından sorumlu bir dini elit vardı ve Jön Türklerin toplumun geleneksel değerlerine zarar verdiğini savunuyordu. Bu noktada, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki dini kurumların siyasete müdahalesi ve direnişinin matbaanın İslam dünyasına girişini 280 yıl geciktirdiğini belirtmek önemlidir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve ona yakın elitler genellikle iyi eğitimli, laik görüşlü, çağdaşlaşmaya istekli ve Batı kültürünü iyi tanıyan kişilerdi. Ülkede öncelikle ekonomi, eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında önemli reformlara gereksinim olduğuna inanıyorlardı.
Milli Şef döneminde bazı gruplar partideki aktif rolleri sayesinde kendi özel çıkarlarıyla uyumlu bir “yeni elit” oluşturmuşlardı. Ancak yeni elitler kırsal nüfusu dışlayıcı bir tutum sergilemiş ve bu nedenle ilerleyen yıllarda Jakoben (**) olmakla suçlanmışlardı.
Buna ek olarak, CHP’nin çiftçilere umut veren toprak reformu girişimleri de aynı seçkinci grupların öngörü ve çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu. Bu durum, toprak ağalarına ve gericilere laik ve aydınlanmacı politikalara karşı direnişlerini büyütme fırsatı verdi.
CHP’nin ve ardından DP’nin sanayileşmeyi ve kentlileşmeyi destekleyen politikaları yalnızca kırsaldan kente düzensiz göçü artırmaya yaradı. Bu, dengesizleşen demografide toplumsal yapının homojenleşmesine ve elitlerin halk arasında görünmez hale gelmesine yol açtı.
Siyasal İslam’a yakın hükümetler, laiklik ve çağdaşlaşma yanlılığı nedeniyle elitizm fikrini sistematik olarak gözden düşürme ve olumsuz çağrışımlar yükleme çabası içinde oldular. Bu çabalar, elitizm fikrinin İslami-muhafazakâr değerlere karşı olduğu algısını beslemesi istendi.
Elite yönelik olumsuzlaştırıcı yaklaşımlar, nitelikli insan kaynağının ülkeyi terk etmesi gibi sonuçlara yol açtı. Her biri devlete yüz binlerce dolara mal olan 15 binden fazla hekim ve akademisyen için “giderlerse gitsinler” denildi. Bu durum, elbette ülkenin küresel rekabet gücünü her bakımdan olumsuz etkileyecektir.
Türkiye’nin seçkinleri, toplumsal değişimlerin yansımalarını kabullenmek ya da göçü tercih etmek gibi zor bir kararla karşı karşıya. Bu arada siyasi güç sahibi “Ak Elitler”in ekonomik ve kültürel yaşam üzerindeki etkileri artarak sürdürürken, 3 yanlışın 1 değil, birçok doğruyu götürdüğü bir dönemden geçiyoruz.
Evet, “beyin göçü” Türkiye için önemli bir sorundur. Ülkeyi terk etme isteği, demokraside gerileme, dindarlaşma baskısı, yüksek işsizlik ve toplumsal kutuplaşma gibi nedenlere dayanıyor. Elitlerin ve gençlerin göçünü önlemek için kutuplaştırıcı söylemlerin, siyasi baskının ve ekonomik istikrarsızlığın acilen giderilmesi gerekiyor.
Kurumsal atamalarda liyakatin yerini ideoloji alınca hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, bilimsel eğitim, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü gibi ilkeler zayıfladı. Türkiye’nin saygın üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin ayarlarına yapılan müdahale bunun çarpıcı örneklerinden biridir.
Gani Müjde’nin İbrahim Tatlıses’le ilgili “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” şeklindeki esprili yorumunu bilirsiniz. Şaka yollu ‘bahane’ bir yana, lafla peynir gemisi yürümediği artık ortada.
Bugün Türkiye’de toplam 208 üniversite açılmış da ne olmuş? Dünya çapındaki “QS Global 2023” sıralamasında Türkiye’den ilk 500’e bir tek Koç Üniversitesi girebilmiş. 6 milyonluk Singapur’un bile listede 4 üniversitesi var.
Sonuçta, elitler toplumun üst sıralarında yer alan ve genellikle kültürel birikim, eğitim ve ekonomik statü ile öne çıkan, toplumun gelişimine katkıda bulunan başarılı bireylerdir. Türkiye’de elit olmanın itibarsızlaştırılmasının, Türkiye’nin geleceği açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır.
halilocakli@yahoo.com
Fotoğraf: Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin rektör atamasını protesto nöbeti.
(*) Pareto ilkesi, çoğu olay için etkilerin kabaca %80’inin etkenlerin %20’sinden kaynaklandığını belirtir. Örneğin, bir kitaptan ya da filmden alabileceğiniz önemli bilgilerin %80’i kitabın en fazla %20’lik diliminde bulunur.
(**) Jakobenizm: İdeolojisini genel kitle ideolojisinden daha yeğ gören ve dikte yolu ile bu ideolojiyi kabullendirmeyi amaçlayan politik akım.