Roma İmparatorluğu, batıda Atlantik kıyılarından doğuda Mezopotamya’ya kadar uzanan geniş bir bölgeyi kontrol ediyordu ve Akdeniz adeta bir iç deniz haline gelmişti.
Böylesine geniş bir coğrafyayı tek bir yerden yönetmenin giderek zorlaşması, imparatorluğu derin bir idari krize sürükledi. Askeri ve idari düzeni sağlamak için mevcut yöntemlerin yetersiz olduğu daha belirgin hale geldi. Sınır bölgelerinde artan tehditler ve iç karışıklıklar, imparatorluğu alternatif stratejiler arayışına yönlendirdi.
Bu arayışa yanıt olarak, Roma İmparatoru I. Konstantin, devletin yönetim ihtiyaçlarını karşılayacak, askeri ve ekonomik avantajlar sağlayacak yeni bir başkent fikrine yöneldi. Aklında, doğuda güçlü bir çekim merkezi oluşturarak Roma’nın otoritesini daha geniş bir coğrafi alana yayma düşüncesi yatıyordu. Rakibi Licinius’u 324 yılında yendikten hemen sonra yeni başkent arayışına başladı.
İmparator I. Konstantin örnek liderlik niteliklerinden dolayı tarihte “Büyük Konstantin” olarak da anılırdı. 272 yılında, babasının memleketi olan Sırbistan’ın Niş şehrinde dünyaya geldi ve 22 Mayıs 337’de İzmit’te (Nikomedia) 65 yaşında yaşamını yitirdi. Bazı kaynaklara göre, Konstantin ölümünden kısa bir süre önce vaftiz edilmiş ve yaşamını bir Hristiyan olarak tamamlamıştı.
Konstantin’in vizyonunu şekillendiren önemli unsurlardan biri ailesinin kökenleriydi. Özellikle annesi Helena, Hristiyanlık tarihinin en saygıdeğer figürlerinden biri olarak, oğlunun kararlarında büyük bir rol oynamış olabilir.
Helena’nın Marmara kökenli olması, Konstantin’in doğu topraklarına duyduğu özel ilginin ardındaki tarihsel ve duygusal bağı anlamlandıran önemli bir ayrıntıdır. Bu bağı daha da somutlaştıran etken, Helena’nın büyük olasılıkla Kocaeli Karamürsel (ya da Yalova Altınova) doğumlu olmasıydı. Sonuç olarak Hristiyanlık, Helena’nın etkisiyle imparatorluk sınırları içinde korunan ve desteklenen bir din oldu.
Yeni başkenti belirleme zamanı geldiğinde, danışmanları ve komutanları tarafından Anadolu içlerinde güvenli bir konumda yer alan Ankara (Ankyra) önerildi. Ancak Konstantin, salt güvenliğin ötesinde, ticaret yollarını kontrol edebilecek ve deniz bağlantısıyla ekonomik kalkınmayı destekleyebilecek bir konum bulmak istiyordu.
Bu düşünceler doğrultusunda, imparatorluğun yeni merkezi olarak en uygun yerin Bizantion olabileceğini değerlendirmeye başladı. Sonuçta Bizantion’un seçilmesi, Konstantin’in stratejik dehasını ortaya koyan bir karar oldu ve onu haklı çıkardı. Şehir, doğu ile batı arasındaki bağlantıyı güçlendirme, ticaret yollarını denetim altına alma ve askeri açısından son derece avantajlı bir konumdaydı.
Bizantion, Milattan Önce (M.Ö.) 7. yüzyılda bir Yunan kolonisi olarak bugünkü Sarayburnu civarında kurulmuş bir yerleşimdi. Asya ile Avrupa’nın ve Karadeniz ile Akdeniz’in kesiştiği kritik bir noktada yer almasına karşın, kent küçük ve önemsizdi. Ayrıca bir yarımada üzerinde olmak ise doğal savunma üstünlüğü sağlıyordu. Konstantin, bu avantajların ülkenin doğu ve batı sınırlarına kolay erişim sağlayacağından emindi.
Konstantin yönetimindeki Roma İmparatorluğu kültürel ve dini yönden dönüşüm geçirirken, Bizantion’un konumu bambaşka bir açıdan önem kazanmaya başladı. Özellikle 313 yılında Hristiyanlığı resmen tanıyan ve bu adımıyla imparatorluğun yörüngesini kökten değiştiren Konstantin, Bizantion’u dünyanın Hristiyanlık başkenti yapmaya kararlıydı. Kentin “Kutsal Topraklar”a görece yakınlığı ve bölgede Hristiyan nüfusun hızla artması da seçimini etkilemiş olabilir.
O zamanki adıyla Nova Roma, altı yıl gibi kısa bir sürede büyük ölçüde yeniden yaratıldı. Bu süreçte, imparatorluğun dört bir yanından getirilen mermer sütunlar ve diğer mimari unsurlar şehri güzelleştirmek için kullanıldı. 330 yılında, 11 Mayıs günü görkemli bir törenle kutsanarak imparatorluğun yeni başkenti ilan edildi.
Diğer yandan Konstantin, yeni başkenti canlandırmak için çeşitli teşvik programları hazırlattı. Kent sakinlerinin yaşam kalitesini yükseltmek için yollar, dini yapılar, meydanlar, hamamlar, su kemerleri, sarnıçlar ve hipodrom gibi projelere öncelik verildi. Yerleşimcilere arazi ve bir süre ücretsiz yiyecek verilerek farklı bölgelerden nüfus transferleri gerçekleştirildi.
Uygulanan politikaların sonucunda kent nüfusu önemli bir artış göstererek 90.000 kişiye ulaştı. Kentin sosyal yaşamı soyluların, esnafın ve tüccarların yoğun ilgisiyle daha dinamik bir hale geldi. Bunun yanı sıra, kent muazzam surlarla çevrilerek sağlam bir savunma altyapısına sahip bir mega kente dönüştürüldü.
Tüm bu adımlar, Doğu ve Batı Roma arasındaki ayrımı derinleştirirken, Nova Roma’nın başkent yapılması Batı Roma’nın gerileme sürecini hızlandırırken Doğu Roma’nın, yani Bizans İmparatorluğu’nun doğuşuna ortam hazırladı.
Roma’nın görkemini yansıtan küresel bir metropol olması istenen Byzantion’un dönüşüm süreçlerinde, kent kimliğinde ve adında da önemli değişimler oldu. İstanbul’un geçmişteki ilk adı Bizantion’du. Bizans teriminin kökeni de Bizantion’a dayanır. Yeni başkentin resmi kuruluş adı Nova Roma (Yeni Roma) olarak belirlendi ancak halk arasından Konstantinopolis adı daha yaygındı.
Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olarak yükselen Konstantinopolis, ilk kez resmi belgelerde İmparator II. Theodosius (408-450) döneminde bu adıyla anılmaya başladı. Şehir, 1.123 yıllık Doğu Roma (Bizans) tarihi boyunca, hem siyasi hem de kültürel bir merkez olarak önemini korurken, adı da imparatorluk kimliğinin bir simgesine dönüştü.
1453 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesiyle birlikte, şehrin resmi adı Konstantiniyye oldu ve paraların üzerine bu ad yazıldı. Konstantinopolis adının Konstantiniyye olarak benimsenmesi, Osmanlının Roma mirasını benimsediği düşüncesini destekler niteliktedir.
İstanbul adı, Yunanca “eis tin poli” (şehre doğru) ifadesinden zamanla evrilerek oluştu ve halk arasında yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı. Özellikle Konstantinopolis ya da Konstantiniyye gibi uzun ve resmi isimlere kıyasla daha kolay telaffuz edilmesi, İstanbul adının günlük dilde yerleşmesine katkı sağladı. Cumhuriyet döneminde, 1928 yılında Latin alfabesine geçiş yapıldığında, bu kadim kent için İstanbul adı resmi olarak kabul edildi.
Konstantin’in vizyonu, yalnızca imparatorluk politikalarını etkilemekle kalmadı; Bizantion’u antik dünyanın dengelerini değiştiren bir güç merkezi haline getirerek tarihin akışını da kalıcı biçimde değiştirdi.
Günümüzde ise İstanbul, 16 milyondan fazla nüfusu (resmi), gelişen ekonomisi, altyapısı ve küresel ölçekteki kültürel etkinlikleriyle Türkiye’nin ekonomik, ticari ve kültürel başkenti olmayı sürdürüyor. Aynı zamanda, tarihi mirası ve modern dinamizmiyle dünyanın gözde mega kentlerinden biri olarak parlıyor.