Doğada yalnız başına güçsüz ve aciz bir varlık olan insanın hem topluma hem de kendisine karşı karanlıkta kalan, bilinçsiz bir yüzü var.
İnsanın karanlık yüzünde içgüdülerin yanında, kimsenin bilmesini istemediği, kendisinin görmek istemediği, reddettiği, utanç duyduğu, arzuları, korkuları, dürtüleri ve bastırdığı düşüncelerini sakladığı bir tarafı bulunuyor.
Düalist bir anlayışla, insanın farklı doğasında karanlık tarafı olduğu gibi aydınlık yönü de var. Bireyin karanlıkta kalan, hiç kimseye göstermek istemediği tarafının yanı sıra ile bir de insanlara gösterdiği idealist tarafı bulunuyor. İnsanları yaşamımızda doğru şekilde değerlendirip konumlandırmadığınızda, gereksiz yere çok değer verdiğinizde, ihanete uğradığınızda, bu tür insanlarla sanki ikinci defa tanıştığınızı, onların karanlık gerçek yüzünü fark edince anlıyorsunuz.
İnsanın her düşüncesi, davranışı, duygusu, bireysel güdülerin sonucunda oluşan, kabul etmekte güçlük çektiği karanlık yanıdır. İnsan çoğu zaman farkında bile olmadığı karanlıkta kalmış, olumsuz her şeyi başkalarında görür. Aynaya gerçeği görmek için değil, çarpıtılmış kendisini görmek için bakar. Birçok bilim, disiplin dalı insanda karanlık bir köşede saklı kalan hazinenin sebeplerini açıklamaya çalışmış. Bilim insanları bunu yaparken çeşitli kuramlarından yararlanarak insanın üç kişiliği olduğunu bulmuş. Birincisi ortaya çıkardığı, ikincisi sahip olduğu, üçüncüsü de sahip olduğunu sandığı kişilik. Ben bu kuramlara, insanın kendisine gösterdiği ama aslında olmayan kişiliğinin yanında ne kendisinin ne de toplumun bildiği karanlıkta, sanki bir mağarada saklı kalmış, karanlık kişiliği (dark personality) eklemek istedim.
Hiç kimseye gösterilmeyen kişiliği ile insanın kendisi bile yüzleşmek istemez. Karanlık dinlerde nurun zıttı olarak kabul edilir, felsefede yokluk, renk skalasında siyah, yaşamda korku ya da ölüm, toplum içinde cehalet, bilgisizlik olarak karşılık görür. Mitolojide kaos, psikolojide bilinçaltında gizlenen gerçekler, Hint felsefesinde özün saklandığı yer, fizikte karanlık, görünmez bir madde olduğu için ışık yaymayan enerjidir. Sonuçta ışıkla karanlık birbirini tamamlar, birbirleri için gereklidir.
Karanlık kişilik yapısına sahip olan insan çok kolay, acımasız ve gereksiz şekilde diğerlerini yargılar. Bu tür pragmatist insanlar ilişkilerini maddi çıkarlarına göre şekillendirir. Menfaat söz konusu olduğunda, çıkar sağlayabileceği herkesle dost olur, iyi geçinmeye çalışır. Çıkarın bittiği an onların gerçek yüzünü görürsünüz. Kendisinde olmayanla, almadığı eğitimle, yapmadığı işlerle övünür, olmayan bir karakteri pazarlamaya çalışırlar. Çok sakin ve güler yüzlü görünürken aslında içlerinde nefreti, öfkeyi barındıran, hep güçlünün yanında olan insanlar. İnsanların mutsuzlukları, zayıflıkları onları mutlu eder. Bu tür insanların gerçek yüzünü zora düştüğünüzde görürsünüz.
Peki, hiç düşündünüz mü bu tür kişilik yapısına sahip insanlar karanlıkta kalmış yüzlerini ne zaman ortaya çıkarırlar? Menfaatleri bittiğinde, öfke anında, darda kaldıklarında…
Her insan, kendisinde olduğunu kabul etmediği, toplumun onaylamadığı kişilik yapısını gizler. Zihnin karanlık bir köşesinde sakladığı, düşünceleri, duyguları, davranışları kişinin en büyük var oluş parçasıdır. Aslında kişi kendisindeki bu tarafı gördüğü sürece aydınlanır. Bilinçaltımızda olan aydınlık ve karanlık her insanın doğasında vardır. Ama insan olumsuzluk içeren hiçbir düşünceyi, davranışı ve duyguyu kabul etmez. O zaman sormadan edemiyorum, bu kadar hırsız, cani, katil, kötülüğü ruhunda ve bedeninde besleyenler kimler?
Cevap şu: Herkes olumsuzlukları kendisinde değil, bir başkasında görür. Hiçbirimiz düşündüğümüz kadar iyi değiliz. Anlamsız güç arzularına, ilkel, canavarca içgüdülere sahibiz. Başkalarına büyük zarar verebilecek acımasız, narsist, sadist, saldırgan bir yanımız var. Zayıf taraflarımızı, kusurlarımızı, inkar ediyor, görmezden geliyoruz. Farkında değiliz, inkar ettiğimiz şeyler içinde kayboluyoruz. İnsan yansıtma psikolojisi ile kendisinde olan olumsuz davranışları bir başkasının aydınlığında görebiliyor…
Peki, ruhen sağlıklı, kendisiyle barışık olabilmek için ne yapmak gerekiyor? İnsan bilinçaltına attığı, bastırdığı her şeyi bir kenara bırakmalı. Asıl önemli olan, içimizde iyi kadar kötünün de bulunduğunu kabul etmek, onları inkar etmeden, bastırmadan, gerçekten kendini sevebilmeli, karanlıkta kalan tarafımızla yüzleşebilmeliyiz. Unutmayın, bilinçaltımız, ön yargılarımız gerçekleri algılamamızı engeller.
Birçok insan kendisi olmaktan korkar. Karanlık tarafı ile yüzleşemez, kendisinin de kabul edilemez olarak gördüğü yönleri onu rahatsız eder. Kendisinde görmek istemediği, beğenmediği tarafını kucaklamaktan korkar. Çünkü bu cesaret ister. Bilinçli, bilerek yapmak istediğimiz her şey dışımıza gömülür. Bilinçaltında, karanlıkta yapmak istediğimiz her şey içimize gömülür. Yaşamın anlaşılır, kabul edilebilir bütün güzelliği, çeşitliliği, çekiciliği ve anlamı karanlıktan veya aydınlıktan meydana gelir.
Karanlığı aydınlığa, aydınlığı karanlığa koyan insan kendini kandırmaktan başka bir şey yapmıyor. “Dünyanın en karanlık yeri neresidir” diye sorduklarında küçük bir çocuk, “Sevginin olmadığı kalptir” der.
Mutlu, sağlıklı, kabul edilebilir bir kişiliğe sahip olmak istiyorsak, toplumun onayından önce kendi benliğimizin onayını alalım…