“İnsanın Anlam Arayışı”, psikiyatrist Victor Frankl’ın toplama kampından sağ çıkma deneyimini anlattığı ve kendi terapi yaklaşımının temellerini attığı çok satan bir kitap. İlk başta sempatik gibi görünen kitapta itiraz edilecek noktalar var:
Şöyle diyor yazar:
“… O günden beri, toplama kamplarına ilişkin yazılan diğer kitapların yazarları, ayrıca Japon, Kuzey Kore ve Kuzey Vietnam savaş tutuklusu kamplarında yapılan psikiyatrik araştırmalar da aynı sonuca varmıştır.” (s.118)
Burada yanlı bir bakış açısı sergilemiş ve elmayla armudu karıştırmış. Ayrıca, bu kamplarda psikiyatrik çalışma yapma izni verilmiyordu, ancak sonradan serbest kalmış mahkumlar üstüne çalışma yapılıyordu. Dolayısıyla, yöntemsel fark da var. Bir de Vietnam’ı savaş tutuklularına kötü koşullar sağlamakla suçlamış oluyor. Oysa asıl en ağır işkenceleri yapanlar Amerikan ve Güney Vietnam askerleriydi. Bunlarla ilgili birçok belge ve roman var.
Keşke bu cümleye yer vermeseydi. S.158’de de ‘Vietnam Savaşı tutsakları’ diyerek Amerikan askerlerinden bahsediyor ve onları kurbanlaştırıyor ve böylelikle sempatikleştiriyor.
Bir örnek verelim:
“Amerikan devlet başkanlığı adayı John Kerry, bir savaş pilotuydu. Başkent Hanoi’u çoluk çocuk dinlemeden bombalarken, Vietnamlı milisler tarafından uçağı düşürülür ve yakalanıp hapse konur.”
Hapse konmasa mıydı?.. Yazar, bu savaşta açıkça taraf tutmuş. Ayrıca, Amerika’nın toplama kamplarında tuttuğu Amerikalı-Japonların da hesabını vermesi gerekiyor. Konuyu kavramada yetersiz kalmış. Kendi ideolojik bakışının farkında bile değil. Böyle ‘derin’ bir düşünürden, Vietnam-Amerikan savaşında barış hareketleri yanında saf tutmasını beklerdik.
Bu kitabın temel bir noktasına itirazım var: Yazar, psikiyatrist olduğu için kamplarda ayrıcalıklı bir durumda. “Hayata en çok anlam yükleyenler ayakta kaldı” diyor ama kendisine sağlanan ayrıcalıklar sayesinde ayakta kalıyor. Ona bazı gardiyanlar dertlerini açıyor, o nedenle daha iyi davranıyor. (Benzer bir durumu askerliğini psikolog olarak yapanlar da yaşar.) 2. Paylaşım Savaşı’ndaki katliamlara bakıldığında, tersine, hayata anlam yüklemenin bir farkı kalmıyor. Dolayısıyla, kitabın güçlü iletisi tartışmalı. Yine de önemli bilgiler var. İnsandaki anlam arayışı yine de kampta anlamlı bir fark yaratıyor.
Yazar açısından övgüye değer bir nokta, kamptan kaçabilecekken, yoldaşlarına karşı sorumluluk hissederek kaçmaması. Kitapta birçok etik açmaz var.
Bu kitap, son seçim sonrası demokrat kesimdeki umutsuzlukla ilişkilendirilebilir. Yazar, en kötü koşullarda bile umutlu olunabildiğini gösteriyor. İnsanların bekleyenlerinin olması ya da tamamlanmayı bekleyen işlerinin olması onları ölümden ve karamsar düşüncelerden uzaklaştırıyor.
Yazar şöyle diyor:
“(…) yaşamın anlamı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterir. (…) “Söyleyin Ustam, dünyadaki en iyi hamle nedir?” Bir maçtaki belli bir durumdan ve rakibin özel kişiliğinden bağımsız bir en iyi hamle ya da iyi bir hamle diye bir şey kesinlikle yoktur. Aynı şey insanın varoluşu için de geçerlidir. Kişinin, soyut bir “yaşamın anlamı” arayışına girmemesi gerekir.” (s.123)
Yaşamın anlamı konusunda yazar çok doğru söylüyor. Herkesin anlamı kendine özgü. Kimileri meslekleriyle özdeşleşir, kimileri çocuğu merkezine alır, kimileri için hobiler daha önemlidir.
Yazar, “Benzetme yapılacak olursa, logoterapistin rolü, bir ressamdan çok bir göz uzmanının oynadığı roldür. Ressam bize, dünyayı kendi gördüğü haliyle aktarmaya, göz uzmanı ise dünyayı gerçekte olduğu gibi görmemizi sağlamaya çalışır.” (p.124) diyor, oysa gördüklerimizi bir açıdan baktıklarımız belirler. Diğer bir deyişle, edilgen olarak alımladığımız bir gerçeklik yoktur. Görmek istediklerimiz, gördüklerimize dönüşür. Terapinin gördüklerimize değil görmek istemediklerimize odaklanmasını beklerdik.
Kitap muğlak bitiyor, yazarın Hiroşima’da atom bombası kullanılmasını kınamasını beklerdik ama yapmıyor:
“Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.” (s.166).
Bir diğer nokta da şu: Kitap, İsrail’in kurulmasını sağlayan toplama kampı anlatıları geleneğinden ayrılmıyor. Oysa toplama kamplarında komünistler, Çingeneler, eşcinseller, zeka geriliği olanlar da vardı. Kitabın bu kadar popüler olmasında, iletisi kadar yazarın bir ihtiyaca yanıt veriyor olması da olabilir.
Kimi eleştirmenlerse, şuna dikkat çekiyor: Frankl’ın insanların anlam arayışlarında ille hasta olmadığını söylüyor. O zaman terapiye ne gerek var? Bir diğer eleştiri, yazarın, karmaşık olan insan deneyimini tek bir öğeye, anlama indirgemesi. Oysa, anlamsızlıktan kaynaklanmayan birçok psikolojik durum var.
Özetle, kitap önerilir; elbette eleştiriler dikkate alındığı sürece…
ulasbasar@gmail.com
Görsel: Independent Türkçe