Hazal Yalın
Uluslararası gelişmeler, iki çatışma noktasına iki pencereden bakmayı gerekli kılıyor. Bunların ilki belli ki Ukrayna (Rusya); ikincisi ise Tayvan (Çin).
Aşağıda bu sıralamayı tersten alarak yorumlamaya çalışacağım.
Çin
ABD, Çin’e yönelik dilini açıkça saldırganlaştırdı. Amerikan Dışişleri Ukrayna çatışmalarının başladığından beri Çin’i “Rusya’ya yaptırımların etrafından dolanmak için yardımda bulunursa ve silah gönderirse” bunun sonuçlarıyla yüz yüze kalacağını söyleyerek tehdit ediyor. Çin’in en büyük silah tedarikçisi Rusya’dır; Çin’in Rusya’ya silah göndermesi kadar abes bir durumun ortaya çıkması için Rusya’nın askeri sanayisinin çok ağır darbe görmesi gerekir; dolayısıyla bu tehdidin nesnel bir temeli yok; bu sadece küstahça bir tehdit.
Öte yandan ABD, Tayvan meselesini kaşıyarak da Çin’i provoke etmeyi amaçlıyor.
Bu, Japan Business Press’in beklentilerini doğrulayacak bir adım olabilir. Söz konusu gazetede bugün çıkan makaleye göre, ABD Çin’in Tayvan’a yönelik bir operasyonu halinde Ukrayna metodu uygulayacak; yani kendisi askeri faaliyete katılmayacak, ama silah ticareti yapacak.
Çin, bu çatışmadan kaçınmaya çalışıyor.
Çin’in zorunlu kalmadıkça çatışmaya girmesi her şeyden önce ekonomik olarak mümkün değil. Bu, “kırılgan bir dev” olarak Çin’e, çatışmanın bütün diğer taraflarından daha çok zarar verir.
Si’nin 2020’de duyurduğu altı ilke, esas itibarıyla dışa bağımlılığın azaltılması için iç talebin genişletilmesini öngörüyor. Ama bu durumda ile “açıklık” ile iç pazar arasında çelişki görmüyor; tersine: “İç dolaşım ne kadar akışkansa, küresel kaynaklar için bir çekim alanını o kadar güçlü şekilde meydana getirebilir.” ÇKP bu nedenle tüketimi iktisadi büyümenin motoru sayıyor ve bunu da, orta gelir seviyesindeki 400 milyon insanın gelir artışına bağlıyor. ÇKP’ye göre bu hedef, ancak “üretim ve tedarik zincirini optimize ve stabilize ederek” mümkün olabilir. Bu, Çin’in her iki zincirde birden daha çok kaynaklar bulmasıyla sağlanabilir; ama aynı zamanda: “sınai üretim ve tedarik zincirinin siyasileştirilmesine ve silahlandırılmasına kararlılıkla karşı koymayı” da başlıca siyasi görev haline getirir.
Bu nedenle, “Kırılgan dev” başlıklı yazı dizimde bu “yeni stratejinin” aslında Çin’in dış siyaseti açısından hiçbir yenilik getirmediğinin altını çizmiştim. Çin, küresel düzenin parçasıdır, iktisadi gücünü bu düzenin devamına borçludur, kalkınmasını ancak bu düzen içinde planlamaktadır, dolayısıyla düzeni sarsacak eylemlerden kaçınacaktır; bunun siyasi sonucu, Rusya’nın Yeltsin dönemindeki (kapitalist restorasyonun en vahşi aşamasından bir önceki) Ekonomi Bakanı Andrey Neçayev’in geçen hafta dikkat çektiği gibi, Çin’in son derece pragmatist tutumudur.
Son bir aydır iki şey, Çin’in bu tutumunda bir değişiklik işareti olarak çokça tartışılıyor. İlki, Şanghay’daki kapanma yüzünden liman çevresinde beklemek zorunda kalan sayısız gemi. Bu, tedarik zincirinde yeni bir kırılmanın alametlerinden sayılıyor; ne var ki bunun aksini düşünmek için de pek çok sebep var. Başka deyişle, Çin’in zinciri kırmak yerine Si’nin projesindeki ikinci maddenin gerektirdiği gibi zincirdeki yerini sağlamlaştırmaya çalışmasını beklemek gerek.
İkinci değişiklik işareti olarak ise Çin’in Tayvan’a yönelik söylemlerini sertleştirmesi ve özellikle Tayvan önlerindeki büyük askeri tatbikat sayılıyor. Ancak bu zaten ABD’nin kışkırtmasının sonucu; Çin yapısal saydığı tehdit karşısında güç gösterisiyle tepki gösteriyor.
Rusya’daki önemli Rusya uzmanlarından Aleksey Maslov kısa bir süre önce şöyle yazmıştı:
“Çin, Tayvan’ın, etrafında çatışmalar çıkacak bir nokta haline geleceğini ve Çin’e sistematik bir baskı olduğunu çok iyi biliyor. ABD Doğu Asya’da Ukrayna’daki kartını oynamaya kalkışabilir.”
Ama bu, Çin’i (Rusya gibi) “saldırganlığa” iterek uluslararası bir meşruiyet sorunu yaratacaktır. Rusya bu sorunu, Yalta hukukunun “preamble”ına başvurarak zayıflatmaya çalışıyor, yani ısrarla “denazifikasyon” üzerinde duruyor. Ancak Çin’in “tek Çin” siyasetinin böyle bir karşılığı da yok.
Maslov, Çin ile Tayvan arasındaki çatışmanın tırmanması için üç şart saymıştı:
1) Bir provokasyon durumunda. Mesela Tayvan ve Çin gemilerinin çarpışması veya karşılıklı ateş açılması. Aynı durum havada da yaşanabilir.
2) Tayvan’ın Çin’e karşı saldırgan planlar güttüğünü açıklaması.
3) ABD’nin Tayvan’ı silahlı kuvvetlerini ileride Çin’in güvenliğine tehdit teşkil edecek şekilde genişletmeye teşvik etmesi.
Maslov, Çin’in “barışçıl devlet” olarak Tayvan’a her tür saldırıdan kaçınacağını, çünkü aksi takdirde bunun gelişme konseptini değiştirmek anlamına geleceğini de belirtmiş ve şöyle eklemişti:
“İlk ateş açılır açılmaz, Çin’in siyasi gelişiminde yeni bir aşamaya geçmekte olduğu derhal anlaşılacak. Mesele, buna şu anda ne kadar hazır olduğu.”
Ben, hazır olmadığı ve olmayacağı görüşündeyim, ta ki buna itilene kadar. Dolayısıyla sorulması gereken esas soru, ABD’nin Çin’i doğrudan doğruya karşısına almaya ne kadar hazır olduğudur. Eğer ABD, emperyalist troykadaki hegemonyasını pekiştirmek için buna gerek duyarsa, Tayvan’ı kurban etmekten çekinmeyecektir. Bundan kendisinin göreceği zarar, kazanacakları karşısında minimum olur; Japan Business Press’in kehaneti o zaman gerçekleşir.
ABD bu çatışmaya karar verirse, emperyalist troykayı yeni bir dünya paylaşımı için ikna ettiği anlamına gelecektir. Mümkün mü? Nispeten küçük bir ihtimal olsa bile, evet mümkün.
Rusya
Rusya ve Donetsk Halk Cumhuriyeti kuvvetleri, Mariupol’deki Ukrayna kuvvetlerini (militer, faşist paramiliter ve yabancı paralı askerler) yerleşim yerlerinden tamamen çıkartarak Azovstal fabrika bölgesine sürmeyi başardılar. Bu bölge basit bir sanayi alanı değil, dev bir kombine sanayi bölgesi. Yüzölçümü yaklaşık 11 kilometrekare. 41 büyük iş atölyesi ve 80 binadan başka yeraltında da 5-6 kat derinliğinde, toplam 24 kilometre uzunluğunda tünellerle bağlı. Yeraltındaki bölümlerinde duvarların kalınlığı dört metreyi buluyor.
Azovstal tek başına, Sovyet sanayileşmesinin dev bir sembolü.
Buradaki genel beklenti, Batılı ülkelerle pazarlık yoluyla yabancı paralı askerlerin kaderinin “barışçıl” çözümüydü (bu belki, artık neredeyse kesin gözüyle bakılan Azovstal’daki üst düzey NATO danışmanlarıyla da ilgiliydi); ama gün boyunca gelen haberlere bakılırsa Azovstal’ın bombalanmasına başlanmış görünüyor.
Ancak Azovstal’ın temsil ettiği şey daha başka: Rusya (Maocu bir terime gönderme yaparak), ikinci stratejik saldırı aşamasına geçiyor. Rusya’nın gece boyunca yaptığı yoğun ve şiddetli bombalamalar, Ukrayna’nın Donbass önündeki merkez ordu grubunu yok etme harekâtının başladığına yorulabilir. Bu ordu grubu Rusya ve DHC-LHC güçlerinin ilerlemesinin önündeki en büyük engeldi.
Neden?
Rusya’nın operasyon kararını kararlılıkla aldığı, konulan hedefleri (söylemde kimi dalgalanmalara rağmen) ısrarla vurgulamaya devam etmesinden belli. Bununla birlikte kararın aceleye geldiği de anlaşılıyor. Kararlılığın siyasi ve askeri nedenleri vardı. Siyasi olarak, ABD’nin yayılmasına artık nokta koymak zamanı geldiği inancı (Lavrov bunu açıkça ifade etti); askeri olarak da Ukrayna’nın Donbass’a müdahale etmeye hazırlanmakta oluşu. Bu ikincisinin savaşın başındaki propaganda söylemi değil gerçek olduğu bugün biliniyor.
Ancak bugün planlamadaki belirsizlikler de daha açık görülüyor: Rusya’da karar alıcılar Batı’nın Ukrayna’ya desteğini küçümsediler, propaganda cihazının rolünü küçümsediler, en önemlisi de askeri açıdan Ukrayna’nın askeri gücünü (direnme kapasitesini) küçümsediler. (Özellikle merkez ordu grubu, yani Donbass önlerine yığılmış olan kuvvetler; ayrıca faşist paramiliter kuvvetler.) Bu küçümseme, çatışmaların ilk günlerinde Ukrayna’nın merkez ordu grubundan teslim olan asker görüntülerini adeta zafer gibi sunmalarında açıkça görülür. Planlamadaki hata, harekât komutanının değiştirilmesine (ve dış istihbarat başkanıyla ilgili söylentilere bakılırsa başka şeylere de) neden oldu.
Ama daha en baştaki en önemli belirsizlik şudur: Rusya, Ukrayna’da siyasi olarak ne yapacaktı? Başta Rusçanın ve Rus etnisitesinin korunmasına yönelik anayasal reformlar mı? Lavrov, denazifikasyonu aşağı yukarı böyle tanımlamıştı. Putin’in açıkça haksız bir şekilde Lenin’i suçladığı meselenin “çözümü”, yani Dinyeper’in doğusundaki toprak parçalarının büyük bölümünün “tarihi Rusya’ya” katılması mı? (1) Ama bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni Ukrayna da sorunu aynen devam ettirir. Federasyon mu?
Bunların hiçbiri, Ukrayna’da rejim değişikliği olmadan mümkün değil. Ama harekât, rejim değişikliğini mülahaza etse bile hedeflemiyordu. Mülahaza ile hedefler arasındaki bu aralık, Putin’in konuşmalarına doğrudan yansıdı; önce Zelenskiy hükümetini meşru muhatap saydı, sonra orduya darbe çağrısı yaptı, sonra gene meşru hükümet saydı, vb.
Zelenskiy’in aynı cümlenin içinde birbiriyle çelişen düşünceleri savunmaktan çekinmeyen tutarsızlığı da bunda etkili oldu; birkaç defa yazdığım gibi: “Zelenskiy, çatışmaların başından beri, kulaklarına fısıldananları tekrarlamaktan başka siyasi bir rolü olmadığını yeterince sık ve yeterince açıklıkla gösterdi.” Ama bu iradesizlik güçsüzlük anlamına gelmiyor; tersine, Rusya’nın siyasi belirsizliğini derinleştirdiği için Kiev rejimi ve destekçileri açısından güç bile sayılabilir.
Bu siyasi belirsizlik başka gelişmeleri de tetikledi. Bence bunların ikisi diğerlerinden daha büyük önem taşıyor. Birincisi, Ukrayna Dışişleri, Baltık ve özellikle Polonya ile birlikte AB’nin dış ilişkilerini tayin etmeye başladı. Bu ülkelerin benzeri az görülür Amerikancılığı, AB’nin bütünlüğünü dinamitledi. Amerikan hegemonyasını pekiştirmek ve bu istikamette Almanya’yı aşağılayarak etkisizleştirmek için harika bir yol! Avrupa’nın en büyük savaş kışkırtıcısı partisi Yeşiller, böylece, Schröder’in bütün adamlarından oluşan SPD’ye parya muamelesi yapmaya, hükümetin siyasetini içeride ve dışarıda tayin etmeye başladı. Kontak anahtarını Yeşiller’e teslim etmiş olan Scholz, ayağını fren pedalına uzatmaya çalışıyor; ama hükümet dağılmadan bunu gerçekleştirmesi çok zor; hükümetin dağılması ise Scholz’u koltuğundan eder.
İkinci gelişme ise Polonya’nın durumu. Polonya Avrupa’da savaşçıl blokun başını çekiyor. Bu sadece Polonya’nın Rusya’ya tarihi düşmanlığıyla açıklanamaz, zira birçok yoruma bakılırsa, Polonya seçmeni hükümetten daha mutedil ve makul görünüyor. Her ne kadar ülkeyi olası nükleer savaşın sahnesi haline getirmek için delice bir iştah gösterse de, bu sadece Amerikan hayranlığı ile de açıklanamaz. Polonya, Baltık ile yarışarak Kuzeydoğu Avrupa’nın tayin edici gücü haline gelmeye çalışıyor; AB’de Alman otoritesini parçalamaya ve kendi siyasi etki alanını genişletmeye çalışıyor; ama başka bir şey daha var: Polonya açıkça ekspansiyonist amaçlar güdüyor. Geçtiğimiz gün 7’nci Avrupa Yerel Yönetimler Kongresi’nde bir grup Polonyalı siyasetçinin yaptığı şu açıklama hiç de haddini aşmış sayılamaz: “Polonya-Ukrayna birliği kurmanın tam zamanıdır.” Bu, Ukrayna’nın NATO’ya girmesinin de yolu olabilir. Polonya hükümeti içinde “daha mutedil” bir grup da “bunun fazla ileri bir adım” gibi göründüğünü, ama “konfederasyonun iyi bir çözüm olacağını” düşünüyor.
Böyle bir birlik gerçekleşir mi? Yakın gelecekte irrasyonel görünüyor; ama her tür ekspansiyonizm zaten genellikle irrasyoneldir, bununla birlikte gücü de orada yatar.
Tam da bu siyasi belirsizlik ortamında askeri mülahazalar baskın geldi ve Rusya kuvvetleri Kiev ile Suma ve Çervigor’dan çekildiler (Ukrayna’nın Belarus ve Belgorod sınırındaki kuzey oblastleri). Bu, öyle ifade edilmiş de olsa, gerçekte müzakerelerin devam etmesi için iyi niyet beyanı değildi. Bunu yapmak zorundaydılar, çünkü Donbass önündeki merkez ordu grubunun varlığı devam ediyordu; başka deyişle Donbass cumhuriyetlerinin geleceği tehdit altındaydı.
Ama bu askeri mülahaza, hem siyasi hem de askeri sonuçlar doğurdu. Siyasi olarak Kiev’in eli güçlendi, ülke içinde prestiji arttı, uluslararası meşruiyeti arttı. Gene siyasi olarak Rusya kuzey oblastlerinden çekilince buralardaki Ukrayna militer ve paramiliter birlikleri provokasyonlara giriştiler. Bu, etnik Rus nüfusun Rusya’ya güvensizliğini tetikledi; çünkü Rusya onları korumamıştı. Askeri olarak, bu bölgelerdeki Ukrayna kuvvetleri de merkez ordu grubuna katıldılar. Üstelik bu grup Batı’dan yapılan olağanüstü silah yardımı sayesinde savaşın ilk haftasında olduğundan çok daha güçlü hale geldi.
Böylece yabancı paralı askerler meselesi de bu karmaşık düğüme katıldı. Savaşın ilk haftalarında en az 25 bin yabancı paralı askerin (profesyonel ve yarı profesyonel) Ukrayna’ya akın ettiği söyleniyordu. Ancak Rusya Savunma Bakanlığı’nın 17 Nisan’daki açıklamasına göre bu sayı çok daha az; bakanlığa göre Ukrayna’da 63 ülkeden 6.824 yabancı paralı asker geldi. En kalabalık grup 1.717 kişiyle Polonya. ABD, Kanada ve Romanya’dan yaklaşık 1.500, İngiltere ve Gürcistan’dan ise 300 kişi geldi. Suriye’de Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerden gelenlerin sayısı 193. Bu sayı muhtemelen, bu paralı askerlerin Polonya sınırındaki üslerinin Rusya kuvvetleri tarafından mütemadiyen yok edilmesi sonucu büyük ölçüde eridi ve 4.877’ye düştü: 1.035 kişi “yok edildi”, 912 yabancı paralı asker de kaçtı. Kalanların 400 kadarının Mariupol’de Azovstal’da kuşatıldığı tahmin ediliyor.
Bu askeri ve siyasi denge, Karadeniz donanmasının sancak gemisi Moskva kruvazörünü batırılmasına (sabotaj veya füze; ama savaş sırasında kendiliğinden yangın çıkması pek olası değil) neden oldu. Bu, büyük bir prestij kaybı; Rusya içinde de etkisi hissediliyor.
Rusya Savunma Bakanlığı geçen ayın sonunda “özel operasyonun ikinci aşamasına geçildiğini” açıklamıştı. Ukrayna’nın kuzey oblastlerinin terk edilmesiyle ilgili bu açıklama, zamansız ve siyasi açıdan eksik, dolayısıyla yanlıştı. İkinci aşamadan ancak şimdi, Mairupol’deki Ukrayna kuvvetlerinin (düzenli birlikler, militer ve paramiliter faşistler, yabancı paralı askerler, muhtemelen yabancı danışmanlar ve istihbarat subayları) etkisiz hale getirilmesinden sonra söz edilebilir.
Rusya şimdi hava saldırılarını çok yoğun bir şekilde yapacak ve başta demiryolu düğüm noktaları olmak üzere Ukrayna’nın ve yabancı silah sevkiyatının nakliye imkânlarını yok etmeye çalışacaktır. Yabancı silahlı varlıkları yok etmek için daha kesin ve nokta darbeler vuracaktır.
Rusya’nın savaşı kısa süreli planladığı, Ukrayna’nın direnişinin onu yer yer felç ettiği iddialarıyla sıkça karşılaşıyoruz. Ukrayna’nın direnişiyle ilgili yazdım; ancak savaşın süresiyle ilgili bir planlama yapıldığı, belli bir tarihe kadar (9 Mayıs?) bitirmeyi hedeflediği iddiaları, fazla afaki.
Rusya, Avrupa’nın ABD ittifakında “artık yokuz” demesini bekliyordu. Böyle bir şey olmadı, olmayacak. Savaşın siyasi planlamasındaki en büyük öngörüsüzlük ve hata budur. Bu yüzden, Rusya’nın zaferden anladığı şey de savaşın başından beri değişiyor. Başlangıçta Ukrayna’da hızlı bir rejim değişikliğiydi, üçüncü haftadan Moskva’nın batırılmasına kadar Donbass ve Kırım’ın güvenliğinin sağlanması ve Ukrayna’da yıpratıcı bir savaştı; Mariupol’deki Ukrayna kuvvetlerinin etkisiz hale getirilmesinden sonra ise yeni bir durum ortaya çıktı. Artık Ukrayna’nın devlet olarak varlığını tartışmaya açabilir.
[1] Haksızlık, Lenin’i hedefe koymasında, Rusya’nın “toprak kaybını” Lenin’e bağlamasında; bunu yaparken iç savaş ve yabancı müdahalesini, batıdan gelen Alman militarizmi tehlikesini, “halkların özgür birliği” olarak Sovyetler Birliği’nin yaratılması mücadelesini görmezden geliyor. Haksızlığın Rusya içindeki siyasi mücadelelerle (solun yükselişi) doğrudan bir ilişkisi vardır. Ama “birlik cumhuriyetlerinin birliğe girdiği sırada sahip oldukları” “tarihi sınırlar” meselesinin Sovyetler Birliği’nin dağılmasındaki hukuksuzlukla ilişkili kanuni bir temeli de vardır. Bunu başka bir yazıda ele alacağım.
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından 50’den fazla çevirisi var. “1945. SSCB-Türkiye İlişkileri” ve “Rusya: Çöküş, Yükseliş ve Dinamikler”in yazarı. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kırmızı Kedi, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. Güncel makaleleri genellikle Yakın Doğu Haber’de (ydh.com.tr) yayınlanıyor. @Hazal_Yalin