Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu olan, teknoloji sektöründe çalışan ve kendini bildi bileli kafası karışık olan Armağan Teselli, otuzlu yaşlarının sonunda felsefenin tesellisine sığınmış. Maltepe Üniversitesinde felsefi danışmanlık yüksek lisansını tamamlayan Teselli, “Felsefe, sorularımı yeniden ve daha iyi bir şekilde sormama yardımcı oldu, bazı soruların cevapsız kalmasının doğal olduğunu kabul etmemi sağladı. Kafa karışıklığım azalmadı, hatta arttı ancak bu, daha anlamlı bir karışıklık” diyor.
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Felsefe, özellikle sistematik felsefe, çocukluğumdan beri zihnimde dolaşan soruların bir toplamı olarak otuzlu yaşlarımın sonunda yaşamıma girdi. Varlık, var olmak ne demek? Neden hiçlik yerine bir şeyler var? Ben kimim ve hatta neyim? Zamanın başlangıcından doğduğum güne kadar yoktum, sonra birden var oldum ve bir gün yok olacağım. Varoluşumun bir amacı var mı? Yaşamımı nasıl yaşamalıyım? İçinde yaşadığım toplumun kuralları neye dayanıyor, başka türlü olamazlar mı? Dil dediğimiz şey nedir? Kelimeler hepimiz için aynı şeyi mi ifade ediyor? Kırmızıyı hepimiz aynı mı görüyoruz? Düşüncelerimin, zihnimin doğası ne? Zihnim ve bedenim birbiriyle nasıl ilişkili? İnsanlar beni, benim kendimi gördüğüm gibi görebiliyor mu? Ben insanları, onların kendilerini gördükleri gibi görebiliyor muyum? “Ben” dediğimiz şey gerçekten var mı? Özgür irademiz var mı? Kader var mı? Fiziksel dünyanın ötesinde, zamanın dışında ölümsüz bir özümüz, ruhumuz var mı? Evren bir amaç doğrultusunda mı yoksa kör bir neden-sonuç zinciriyle mi işliyor?
En önemlisi de bizi izleyen, dinleyen ve eylemlerimize, niyetlerimize, düşüncelerimize göre bize ödül ve ceza sunacak bir varlık var mı? Tüm bu soruların zihnimdeki yerini ve etkilerini fark etmemi sağlayan ve beni sistematik felsefe okumaya, ardından felsefi danışmanlık yüksek lisansı yapmaya cesaretlendiren kişi sevgili Alper Hasanoğlu oldu.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Felsefe, sorularımı yeniden ve daha iyi bir şekilde sormama yardımcı oldu, bazı soruların cevapsız kalmasının doğal olduğunu kabul etmemi sağladı. Kafa karışıklığım azalmadı, hatta arttı ancak bu, daha anlamlı bir karışıklık. Yaşamımdaki temel değer ve kavramlar bu süreçte yeniden tartıya çıktı. Mutluluk, başarı, sevgi ve ben-öteki gibi kavramları yeniden değerlendirmek, daha az nevrotik olmama ve kendimi daha az önemsememe katkıda bulundu. Felsefe okumaya başlamadan önce, farkında olmadan bir solipsizm (tekbencilik) içinde yaşadığımı ve her şeyin zihnimin bir tasarımı olduğunu düşündüğümü fark ettim. Mağaradan tamamen çıkıp çıkmadığımı bilmiyorum, ancak artık mağaranın dışında, benden bağımsız ve beni aşan bir gerçekliğin var olduğunu biliyorum.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Felsefeden korkanların, aslında neyin korkutucu olduğunu tam olarak bilmediklerini düşünüyorum. Bu nedenle, onlara “felsefe nedir?” sorusunu yöneltmek faydalı olabilir. Ancak, bu korkunun toplumsal ve tarihsel temellerine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Felsefeyle tanışmamış bireylerin, yüzyıllar boyunca “safsata” olarak görülen bir disiplinden korkmaları anlaşılabilir bir durum. Son yıllarda, insanların psikolojiye ve maalesef spiritüel safsatalara yöneldiğini gözlemliyoruz. Kendimizi ve insan denen şeyin ne olduğunu anlamak için felsefenin vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Şeyleri daha iyi anlamak için bölüp parçalamak zorundayız ancak evrende hiçbir şeyin yalnızca kendi başına var olmadığını, özellikle insanın, çevresi ve diğer varlıklarla ilişki ve etkileşim içinde olduğunu düşündüğümüzde, insanı inceleyen disiplinler için disiplinler arası bir yaklaşımın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Akademik bir unvan olarak “Doktora”, “Doctor of Philosophy” (PhD) yani “Felsefe Doktoru” demek. Burada kastedilen 2500 yıllık bir disiplin olarak değil, bir yöntem olarak felsefe. Hangi alanda çalışıyor olursak olalım derinlemesine araştırma yapmak ve orijinal katkı sağlamak için o alanın felsefesi üzerine eğilmek gerekiyor.
Herkesin sistematik olarak felsefe ve felsefe tarihi okuması gerekip gerekmediğinden emin değilim ancak doğru düşünmek, temel düşünme ve mantık kurallarından haberdar olmak tüm insanlar için elzem. Hayatta kalabilmek için nasıl temel fizik ve matematik bilgisine ihtiyacımız varsa aynı şekilde felsefe bilgisine de ihtiyacımız var. Doğru düşünmeyi bilmezsek yanlışa düşmemiz, kaba tabirle yaş tahtaya basmamız, kanmamız, kandırılmamız çok daha olası.
–Peki felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Gençlerin geçimlerini nasıl sağlayacakları, yaşama ve topluma nasıl katılacakları sorusu, özellikle kızımın doğumundan sonra zihnimi daha fazla meşgul ediyor. Neoliberal anlayış, üniversiteleri fikir üretme ve eleştirel düşünce geliştirme işlevlerinden uzaklaştırarak, onları yalnızca piyasaya nitelikli iş gücü hazırlama rolüne indirgemiş durumda. Ancak günümüzde üniversite mezunu olmak bile gençlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeterli değil ne yazık ki. Çocukların aç kalmamalarını istiyorsak meseleye önce bizim felsefi bir gözle bakmamız ve bugünkü insanlık durumunu ele almamız gerekiyor bence.
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-Felsefeciler, birçok alanda iş yapabilir. Felsefe tarihinde, filozofların zihinlerinde gezmek ve felsefe yapmayı öğrenmek, insanlığın hem kadim hem de güncel soru ve sorunlarına daha derin ve keskin bir bakışla yaklaşmamızı sağlar. Bu da hangi işi yapıyorsak yapalım eylemimizi daha “iyi” ve daha anlamlı kılar.
Öte yandan, sadece kitaplara gömülmüş, yalnızca okuyan, yazan ve düşünen bir insanın yaşamı ıskalama ihtimali epey yüksek. Kant’ın ifadesini biraz değiştirirsek: Teorisiz pratik kör, pratiksiz teori de boştur diye düşünüyorum. Yaşama değmeyen, insanı ve çevresini dönüştürmeyen felsefe, havanda su dövmek kadar boş bir uğraştır diye düşünüyorum. Kazancakis’ten ilhamla hem “Zorba” hem de “Patron” olmak gerekiyor sanırım.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Kesinlikle aralayabilir. Diyalektik bir bakış açısıyla tüm ilerlemenin ancak çelişki ve çatışmadan kaynaklanabileceğini, çatışmanın şeylerin içinde, doğalarında olduğunu düşünüyorum. İnsan varlığı ve insan toplulukları da bu gerçekten azade değil. Ancak, tembelleşmiş veya tembelleştirilmiş zihinlerin ezberleri, üretici olmaktan ziyade yıkıcı çatışmalara ve kargaşaya neden oluyor. Bu da ilerlemeye değil, gerilemeye ve hatta çürümeye yol açıyor. Bu durumun çözümü, bence yalnızca felsefede yatıyor.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
Hocalarımız belki katılmayabilir, ancak belirli bir yaştan önce yoğun bir şekilde felsefe okumanın sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Gençlerin yaşamın içinde aktif olarak yer alması ve düşünsel faaliyetler olarak da edebiyat ve sanatla ilgilenmesi en doğru yaklaşım gibi görünüyor. Felsefeye merakları varsa dil bilime yönelmeleri iyi olabilir. Bu öneriyi, kişinin temel düşünme becerilerinin ve sorgulama yetisinin yeterince gelişmiş olduğu varsayımıyla yapıyorum. İlk ve orta öğretimde sunulmayan ve hatta bilinçli olarak köreltilen sorgulayıcı ve felsefi düşünce yetisini geliştirmek elbette çok önemli.
Öte yandan bugünün belirsizlik, kaygı ve mutsuzluk dolu dünyasında, ne idiği belirsiz bir takım spiritüel akımlar ve kerametleri kendilerinden menkul “uzmanlar” tarafından aklı çelinen bizler için felsefe tek çıkış yolu gibi görünüyor. Erich Fromm’un ifadesiyle zamane hastalığına yakalanmış; keyifsizlik, bıkkınlık, mutsuzluk ve anlamsızlık içinde debelenen, kendine, hemcinsine ve doğaya yabancılaşmış insanlar olarak bizler için felsefeye yönelmekten başka bir yol olduğunu sanmıyorum. Felsefi danışmanlık disiplinini bu nedenle önemli buluyorum.
Gelecek hafta: Ceren İplikçi ile söyleşi
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.