15.8 C
İstanbul
29 Mart 24, Cuma
spot_img

Hacı Bektaş Veli, Bektaşilik, inkârdan kabule..

Metin Gülbay

Hacı Bektaş Veli “bir meczup, budala aziz miydi?” Aşık Paşazade Bektaş’ı böyle tanımlar Tevārih-i Âl-i Osman adlı yapıtında. Bu yapıt o kadar benimsenmiştir ki Hacı Bektaş’ı halen böyle betimleyen tarihçiler vardır. Gerçekten de Hacı Bektaş bir budala meczup muydu?

Aşık Paşazade’ye inanacak olursanız, Hacı Bektaş kardeşi Menteş’le birlikte Horasan’dan Sivas’a gelerek orada Baba İlyas’ın müridi olmuştur. Sonra yine birlikte Kayseri’ye gitmişler ancak Menteş buradan yeniden Sivas’a dönmüştür. Bektaş da Karacahöyük’e yerleşir. Bu arada Menteş Sivas’ta şehit olur. Aşık Paşazade Menteş’in neden şehit edildiğini açıklamaz ancak tarihçiler onun Baba İlyas önderliğindeki isyana katıldığını ve Selçuklu askerlerince öldürüldüğünü belirtir.

Aşık Paşazade Hacı Bektaş’ın Baba İlyas isyanına katılmadığını belirtir ancak niçin katılmadığı konusunda ayrıntı vermez. İsyana katılmayan Bektaş Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Sulucakarahöyük’e yerleşir. Bugünkü Nevşehir ili sınırları içinde bulunan Sulucakarahöyük çok sonra Hacıbektaş adını alır. Yani Hacı Bektaş Selçuklu merkezinden uzakta bulunan bir yeri yerleşmek için seçmiştir.

Aşık Paşazade Hacı Bektaş’ın “keşf ve keramet sahibi olmakla beraber meczup, budala bir aziz” (1) olduğunu ileri sürer. Ona göre Bektaş şeyhlik ve müritlikten çok uzaktı. Müritleri olmayan bu derviş sırlarını yalnızca evlat edindiği Hatun Ana’ya vermişti. Hiçbir müridi olmadan da yaşama veda etmişti. Onun ölümünden sonra “Hatun Ana Hacı Bektaş’ın mezarını düzenleyip muhtemelen basit bir türbe şeklini vermişti.” (2)

Aşık Paşazade’ye göre bir süre sonra Hatun Ana’yı sevenlerden (muhip) Abdal Musa O’ndan sırların bir kısmını öğrendi. Hatun Ana zamanında dahi ne şeyhlik-müritlik ilişkisi ne de herhangi bir silsile katiyen ortaya çıkmış değildi. Aşık Paşazade bunları ileri sürerken Bektaş’ın önemsizliğini kanıtlama çabasında olduğu görülür. Abdal Musa tabii ki Hacı Bektaş ile hiç görüşmemişti, ama Hatun Ana’nın onun için yaptığı türbenin yanında bir süre yaşadı. Sonra da Orhan Bey zamanında gazilerle birlikte savaşlara katıldı. Aşık Paşazade’ye göre Bektaş’ın Osmanlılar’la hiçbir ilişkisi olmamıştı ve yeniçeri börkünün Hacı Bektaş’tan geldiği savı da tamamen bir yalandan ibaretti.

Aşık Paşazade’nin yanı sıra Bektaşilikle ilgili ilk çalışmaları yapan J. Jacob’a göre Hacı Bektaş, döneminde çok etkisiz bir kişiydi. Bektaşi tarikatının oluşumu Hacı Bektaş’ın ölüm tarihi olan 1271’den yüzyıllar sonraydı. 16. yüzyılda Balım Sultan ile gerçekleşen Bektaşi tarikatının oluşumunda Bektaş’ın hiçbir rolü yoktu.

Jacob’un savında ciddi yanlışlar bulunduğu başta Fuat Köprülü olmak üzere birçok araştırmacı tarafından da dile getirilir. Köprülü daha sonra Bektaşilik ve Hacı Bektaş konusuna eğildi. Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar adlı yapıtında Aşık Paşazade’yi haklı çıkaracak biçimde onun “tarikat kurma kabiliyetinden uzak meczup bir derviş olduğunu, hicrî 9. asrın başlarında teşekkül eden Bektaşi tarikatının kendilerine tarihi mahiyeti çoktan unutulmuş olan Hacı Bektaş’ı pîr ittihaz ettiğini (kabul ettiğini, M.G.), bunun ötesinde Bektaşilikle Hacı Bektaş arasında bir bağ aramanın beyhude olduğunu ileri sürmüştür.” (3)

Köprülü bir süre sonra yeni belgeler bularak eski görüşlerinden vazgeçmiştir. Anadolu’da İslamiyet başlıklı makalesinde Velayetnāme’nin anlattığı Hacı Bektaş şahsiyetine yakın bir anlatı benimsemiştir. Köprülü’ye göre Hacı Bektaş Kalenderî-Haydari tarikatından pek farkı bulunmayan bir tarikatın kurucusu Horasanlı bir Türk’tü. “Arapça yazdığı Makalât, Sadeddin adlı bir müridi tarafından düz yazı olarak, Hatiboğlu tarafından (hicrî 812), (miladi 1409, M.G.) da nazım olarak Türkçeye tercüme edildi. Köprülü bu makalesinde Aşıkpaşazade’nin Hacı Bektaş hakkındaki tarikata kadir olamayacak bir meczup olduğu yolundaki iddiasını garazlı bulmakta ve Makalât’ın mevcudiyetine ve Menakıb’ın eskiliğine dayanarak Hacı Bektaş’ın ‘ulum-i İslamiyedeki vukufu her türlü şüpheden azade bulunan’ ālim bir Babaî şeyhi olarak tasvir etmektedir. Ayrıca  Hacı Bektaş’ın eserlerinde muasırları olan diğer sufilerin eserlerine nazaran on iki imama ikrarı ve tevelli-teberri’yi tavsiye etmesi dışında ciddi bir fark bulunmadığını iddia eder.” (4)

Köprülü’ye göre Bektaşî tarikatının oluşumu 15. yüzyıl başlarına kadar gitmektedir. Hicrî 903 yılında (1497-98) Bayezid’e hitaben yazılmış Risale-i Kudsiyye isimli bir eserden yaptığı alıntı, tarikat usul ve Erkânının 16. yüzyıl başlarından evvel teessüs ettiğine işaret etmektedir.

“Hacı Bektaş tarikatı bizzat kurdu” 

Hilmi Ziya Bey “Anadolu Tarihinde Dini Ruhiyat Müşahedeleri”nde (1924) Köprülü’nün de sonradan benimsediği görüşü aynen benimseyerek “Hacı Bektaş Ahmed Yesevî’nin halifesi olduğunu, Makalât’ın ona ait olduğunu ve tarikatını bizzat kendisinin kurduğunu kabul etmiştir. Ona göre, Hacı Bektaş henüz yaşarken geniş Türkmen kitleleri üzerinde derin bir nüfuzu olan döneminin en saygın mutasavvıflarındandı. Ancak onun öğrettiği İslam yolu yer yer Sünni kalıpların dışına taşmakta idi. Hacı Bektaş’ın temsil ettiği ve yaydığı tasavvuf anlayışı esasen eski Türk ananelerinin izlerini taşımakta, şeriata uymayan fiil ve tutumların esas kökleri de buradan kaynaklanmaktaydı.” (5)

Nevşehir’deki Hacı Bektaş Veli Külliyesi

 

Orhan’ın kardeşi Alaeddin Bey Bektaşi miydi? 

“Bektaşi Tarikatı üzerine 1937’de yayınladığı monografisi hâlâ sahada tek olma kimliğini koruyan John K.Birge de Hacı Bektaş’ın tarihsel hayatını aynı paralelde görmektedir. Birge’ye göre, Hünkâr Horasan’dan gelip Baba İlyas’a tabi olmuş, ancak isyana katılmayıp Sulucakarahöyük’e yerleşmişti. Kendi zamanında özellikle Türkmen zümreleri arasında geniş bir üne kavuştu ve müritler edindi. Aynı zamanda tarikat edep ve erkânına dair bazı ilk uygulamaları da başlattı. Birge Hacı Bektaş’ın erken Osmanlılar’la ilişkisi ve Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasındaki rolü hususunda Aşık Paşazade’nin dışındaki kaynakları daha fazla benimsemektedir. Ona göre şeyhin bizzat kendisinin önce yaya Ocağı sonra da Yeniçeri Ocağı’nın kuruluş sürecinde yer alması kronolojik olarak mümkün olmasa da müritlerinin bu süreçlerde etkin olması kuvvetle muhtemeldir. Birge daha da ileri gidip Orhan’ın kardeşi Alaeddin Bey’in Bektaşi olduğu görüşünün yabana atılmaması gerektiğini savunmaktadır.” (6)

İrene Melikoff ise Bektaş üzerine yazdığı monografide kendisinin “ne tarikat kurmuş ne de sağlığında müritleri olmuştu. Adının öne çıkması, 14. yüzyılda Osmanlı sultanlarının kendisini Yeniçeri Ocağı’nın pīrī saymaları iledir. Hacı Bektaş bu sırada sağ değildi. Ünü kendisinden sonra ve kendisine rağmen yayıldı.” (7) Melikoff bunları söyler ama böylesine önemsiz bulduğu bir kişinin Osmanlılarca neden Yeniçeri Ocağının pīrī sayıldığına bir açıklama getirmez.

Alevi Bektaşi inancının yazılı kaynağı yok mudur? 

“Alevi tarihinin yazılı kaynaklarının olmadığına dair varsayım, Aleviliğin tümüyle sözlü geleneğe dayalı bir kültür ve inanç sistemi  olduğu kanaatiyle bağlantılıdır. Mistik/batınî yönü ağır basan, üstelik farklı şekil ve oranlarda ama hep baskı görmüş ve belli bir tarihten sonra varlığını ancak kırsal bölgelerde sürdürebilmiş Alevi topluluklarında, aile içinde veya muhabbet ortamlarında yüz yüze gerçekleşen sözlü iletişimin kuşaktan kuşağa aktarımında aslî mekanizma olduğu bir vakıadır. Bununla birlikte Aleviliğin inanç esaslarının ve erkânının ‘Buyruk’ adlı bir kitapta toplanmış olduğuna ve her ocağın bir yazılı şeceresinin veya beratının olması gerektiğine dair özellikle dedeler arasındaki yaygın kabul -ki bu durum 19.yüzyıl ortalarından itibaren konuyla ilgili misyoner ve gezginci raporlarına da kısmen yansımıştır- Alevilerin eskiden beri geleneklerine dair tasavvurlarının sözel olanla sınırlı olmadığı yönünde ipuçları oluşturmaktadır. Nitekim 1990’lı yıllardan itibaren gün yüzüne çıkmaya başlayan… Alevi dede ailelerine ait, en eskileri 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıla giden şecere, icazetname, ziyaretname gibi yazılı belgeler, dini metinleri muhtevi yazmalar ve dedelerin/pirlerin kişisel not defterleri bu durumun tasavvurdan öte somut bir gerçekliğe dayandığını göstermektedir.” (8)

Ayfer Karakaya Stump Fuad Köprülü’nün Hacı Bektaş ile ilgili görüşlerinin yanlış olduğunu söylüyor. Stump sözlerine devamla şöyle diyor: “Köprülü paradigması bağlamında düşünüldüğünde, Alevi tarihinin yazılı kaynaklarının olmadığına dair sıklıkla dile getirilen varsayımın masa başında ve aceleye verilmiş bir hüküm olmasının ötesinde anlamlar taşıdığını görüyoruz.” (9)

Köprülü’nün yüksek İslam, halk İslam’ı ayrımının kökeninde bir aşağılama olduğu söylenebilir mi? Stump bizim bu sorumuza ince bir yanıt veriyor: “Anadolu tarihinde Sünni gelenekte kendini bulan yüksek İslam kitabidir, esas olarak Alevi-Bektaşi geleneği şeklinde tezahür eden halk İslam’ı ise tanımı itibarıyla sözeldir. Kitabi olanla sözlü olan arasındaki ayrım, aynı anda şehirli olanla köylü olan, yerleşik olanla göçebe olan, saf olanla senkretik (zıt ilkelerin bir araya gelmesiyle oluşan, karma-özellikle din, M.G.) olan ve nihayet ortodoks olanla heterodoks olan karşıtlıkları üzerine oturtulmak suretiyle desteklenir ve pekiştirilir. Kitabi olanla sözel olan arasında sadece keskin bir kontrast değil, aynı zamanda bir hiyerarşi öngörülür. Hiyerarşiyi şekillendirense, sözlü aktarıma dayalı kültürlerin kitabi aktarıma dayalılara göre daha zayıf ve geri kültürler olduğu varsayımıdır.” (10)

Eh aşağılama sözcüğünü kullanmıyor ama Stump’ın Köprülü’yü neyle nitelediğine siz karar verin artık.

Bektaşilik ve Hacı Bektaş 

Görüldüğü gibi Bektaşilik epey zorlu bir yoldan geçerek, bugünlere ulaşmış bir inanç yoludur. Hacı Bektaş Veli ise kendisinin önemini reddeden tarihçilere rağmen ne kadar değerli bir derviş olduğu yıllar geçip araştırmalar arttıkça, bulunan belgeler ışığında daha iyi anlaşılan bir insandır. Bektaş’ın yaşamına odaklanmayan bu yazı Bektaşiliğin ve kurucusu Hacı Bektaş’ın baskıcı Selçuklu elitleri ve sonra da Osmanlı elitleri karşısında, yani iktidar odakları karşısında eski inançlarını terk etmeyen Türkmenlerin bir nevi isyan çığlığı olduğunu görüyoruz. Aşağılanmalarına, hor görülmelerine rağmen Bektaşilik yüzyılları aşmış ve günümüzde bile her tür baskıya direnerek varlığını sürdüren bir “yol” halini almıştır.

Dipnotlar:

1-Bektaşiliğin Doğuşu, Rıza Yıldırım, s.61.

2-aynı eser, s. 61.

3-aynı eser, s. 63.

4-aynı eser, s. 63.

5-aynı eser, s. 65.

6-aynı eser, s. 65.

7 aynı eser, s. 66.

8-Vefaîlik, Bektaşilik, Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya Stump, s. 4.

9-aynı eser, s. 4.

10-aynı eser, s. 5.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler