Halil Ocaklı (halilocakli@yahoo.com)
Nisan 2021’de, erken insan türü beyinlerine ait bilgisayarlı tomografi görüntülerini modern insan beyni ile karşılaştıran ilginç bir araştırma yayınlandı (A. W, Uni. of Zurich).
Bu çalışmanın sonuçları, insan beyninin yaklaşık 1,7 milyon yıl önce bilişsel gelişimin önünü açacak şekilde evrimleştiğini göstermekte. Bir dizi seçilim baskısı ve buna bağlı aşamalı adaptasyonların insan soyunun bilişsel gelişimi üzerinde etkili olduğu görülmekte.
Modern insana özgü bu bilişsel gelişmişlik, önceki atalardan kalıtım yoluyla alınan evrimsel eklentilerin bir mozaiği olarak düşünülebilir.
İlk insanlar çevrelerinde olup bitenler hakkında kafa yormaya başladıklarında, ilk olarak büyük bir merakla gökyüzüne bakmış olmalılar. Yüz binlerce yıl boyunca yıldızları, gezegenleri ve derin, karanlık uzayı; huşu, kaygı ve merak içinde izlemiş olmalılar.
Gökyüzünün insanoğlunun ilk gözlem alanı olduğu söylenebilir.
Yukarıda yavaşça dönen dev bir gök kubbe üzerindeki binlerce ışıklı noktayı kavramak elbette kolay değildi. Mezopotamyalı gözlemciler bunların birer yıldız olduğunu fark edene kadar, geceleri Güneş’in ışığını Dünya’ya salan uzay delikleri oldukları sanılıyordu.
Taş Çağı sakinlerine göre; Dünya evrenin merkezinde hareketsiz duruyordu fakat gizemli gökyüzü ve gök nesneleri onun etrafında dönüyordu. Güneş ve ay dışında belli bir hat üzerinde ve yıldızlardan daha yavaş hareket eden gezegenlerin fark edilmesi önemli bir kazanım oldu. Bir zaman sonra insanoğlu yaratıcı düş gücünün de desteğiyle gökyüzündeki bazı noktaları birleştirerek uzay haritaları, navigasyon rotaları ve burçları geliştirdi.
Binlerce yıl süren gözlemden sonra nihayet Dünya’nın evrenin merkezi olmadığını, kutupsal ekseni ve yörüngesi üzerinde döndüğünü anladık. Bugün bilgide geldiğimiz noktada Dünya’nın kendi ekseninde saatte 1.609 kilometre (km), yörüngesinde ise saatte 107.208 km gibi dehşet verici bir hızla ilerlediğini biliyoruz.
Modern astronominin kurucusu Kopernik yaklaşık 500 yıl önce açıklayana kadar, Dünya’nın göksel bir yarımküreyle kaplı düz bir disk olduğu sanılıyordu. Ancak bugün hâlâ Dünya’nın düz olduğuna inanan “sınır tanımayan cahiller” bulunması ve “Flat Earth Society” adında bir dernekleri olması ilginçtir.
Gözlem, insanların ilgiyle izledikleri doğal çevreden ayrıntılar toplamaya yardımcı olan bir araçtır. Bu bağlamda doğa olaylarının çevrede yol açtığı yıkım ve değişimleri anlama çabası, ilk insanların başvurduğu ikinci gözlem alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Doğa olaylarının ölümcül sonuçlar doğurabileceğine ilişkin gözlemler, gelecek kuşakları için doğayı öğrenme ve yönetme süreçlerini etkileyen bir araç olmuştur. Ölümcül tehditleri ve alınabilecek önlemleri gençlere anlaşılır bir şekilde açıklamak, torunların hayatta kalmasına yardımcı olmak adına çok kritik bir öneme sahipti.
Taş Devri’nde yaşanabilecek olayları gözümüzde canlandırabilirsek, insanın buna bir canlının yol açtığını varsayma eğiliminde olacağını anlarız. Bir çalının hışırtısı rüzgârdan kaynaklanıyor olabilir ama bunun bir aslan olduğunu varsayıp kaçmak daha iyi olacaktır.
İlk insanlar kim bilir kaç bin yıl boyunca fırtına, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımı anlamaya çalıştılar. İşin içinden çıkamayınca da “arkasında büyük bir canlı olmalı” önyargısıyla hareket ettiler. Ancak olayların büyüklüğü karşısında bu canlıların “doğaüstü güçler” olması gerektiği ve kızdıkları için şimşek çaktırdıkları fikrine vardılar. Gözlem, her ne kadar beş somut duyu aracılığıyla deneyimsel veriler sağlasa da, soyut inanç sistemlerinin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bileşenlerden biri olmuştur.
Öte yandan bilim insanları, öncül ataların tehlikelerden kaçınmak için otomatik olarak hızlı gözlem ve analizler yapmak zorunda kalmalarının beyindeki bilişsel gelişimi desteklediğini savunmakta. İnsanlar doğadaki diğer canlılara kıyasla bazı fiziksel dezavantajlara sahip olsalar da, örneğin dil geliştirmeye yönelik bilişsel yetenekleri çok değerli avantajlar sağlamıştır.
Arka ayaklar üzerinde dik yürüme, beyin kapasitesinde genişleme, araç kullanarak başka bir araç üretme becerisi, karmaşık bilişsel işlevler yürütme ve sosyal davranışların gelişimi evrimsel ve bilişsel adaptasyonun somut örnekleridir.
İnsanın doğuştan gelen “anlama” merakı hiçbir zaman azalmamış, aksine giderek artmıştır. İnsandaki bu köklü bilme ve anlama dürtüsü, tür olarak hayatta kalmamıza ve bireyler olarak gelişmemize yardımcı olmuştur.
İnsanın gözlem yapma, veri toplama, bunları işleme ve çıkarımlarda bulunma yeteneği, gelecek kuşakların daha iyi yaşamlar sürmesine öncülük etmiştir. Dünyadaki rakipsiz statümüzü, insanı özel kılan gözlem, kuşku, merak, hayal gücü, yaratıcılık ve girişimcilik gibi temel niteliklere borçluyuz.