“Görünmez el” kuramı, liberal ekonomik görüşün başat ilke sözü olarak devletin temel görevi olan adalet ve güvenlik hizmetleri gibi temel kamu görevlerini yerine getirmesi lazım geldiğini, ekonomik işleyişe ise hiçbir biçimde müdahil olmaması gerektiğini, bunun devlet müdahalesinin sağlıklı işleyişi bozacağını iddia eder.
Kuram, serbest piyasanın adeta görünmez bir elinin bulunduğu ve bu elin, ekonomik sistemin mümkün olan en etkin ve de verimli bir biçimde işlemesini kendiliğinden sağlayacağı görüşündedir.
Yine liberal ekonomik felsefe çerçevesinde geliştirilmiş kuramlardan birisi olan “damlama kuramı” ise; serbest piyasa ortamında az sayıda kişi ve şirketin çok yüksek gelirler elde edebilecekleri, bu duruma vergiler ya da değişik şekillerde müdahale edilmemesi gerektiği, çünkü yüksek gelir gruplarında bulunanların yapacakları yüksek harcamaların, kaynakların aşağıya doğru damlamalarını sağlayacağı ve böylelikle de ekonomik kaynakların etkin dağılımının bir nebze olsun sağlanabileceğini ifade eder.
Ancak ünlü “görünmez el” ve temelleri 1800’lerin sonunda atılan ve 1980’li yıllarda özellikle ABD’de Başkan Reagan’ın uygulamalarıyla tekrar gündeme gelen “at ve serçe” teorisi de denilen “damlama kuramı”, ekonomi tarihinin ortaya koyduğu olgularla hiçbir biçimde doğrulanmamış, aksine sürekli olarak çürütülmüş, her ikisi de uygulamada hiçbir karşılıkları olmayan naif birer kuram olarak kalmışlardı.
Özellikle, piyasaya müdahale edilmediğinde etkin işleyişin kendiliğinden sağlanacağını vaaz eden “görünmez el” görüşü, hiçbir biçimde geçerli olmamış, serbest piyasa dönem dönem yenilenen ve istisnai bir durum olmaktan çıkarak artık yapısallaşan devrevi krizleri üretmiş, gelir dağılımı aşırı boyutlarda bozulmuş, bir yığın sosyal problem ortaya çıkmış ve en liberal ülkelerde bile devletler bir şekilde müdahil olmak durumunda kalmışlardı.
Aynı şekilde “damlama kuramı”nın öngördükleri de hiçbir biçimde gerçekleşmemiş, gittikçe daha az sayıda insanın ve şirketin elinde toplanan ve inanılmaz boyutlara varan servetler topluma doğru akmamış, gelir adaletsizlikleri akıl almaz ölçülere ulaşmış, bu yapı değişik gelir gruplarından insanların arasına adeta kalın duvarlar örmüştü.
Tüm bu tecrübeler açık bir biçimde ortaya koymuş oldu ki, bir toplum ekonomik liberalizmi benimsese dahi, devletin düzenleyici ve denetleyici rolüne her zaman ihtiyaç vardır. Aksi halde pür serbestlik ekonomik dengeleri altüst etmekte, ülkeleri oldukça çetrefil ve içinden çıkılması zor sorunlarla yüz yüze bırakmaktadır.
O zaman, sorulması gereken, “devletin ekonomiyle ilişkisi nasıl olmalı ve müdahaleciliğinin sınırları nereye kadar uzanmalı” sorusudur. Yani dev cüssesiyle ekonominin ortasında oturan, ekonomik işleyişi bozan, kaynak dağılımını çarpıklaştıran hantal bir devlet mi, yoksa kaynak dağılımını etkinleştiren, verimliliği arttıran, esnek ve hareket kabiliyeti yüksek olan akılcı bir devlet mi?
Bu son derece can alıcı soruya verilecek cevabın içeriği ya birçok ekonomik ve sosyal sorunu doğurarak toplumların önüne koyacak ya da bu sorunların çözümüne giden yolun taşlarını döşeyecektir.