12.5 C
İstanbul
29 Mart 24, Cuma
spot_img

Gorbaçov hayatını kaybetti

Yaptıkları ve yapmadıklarıyla bir döneme damgasını vuran Sovyetler Birliği Başkanı Mihail Gorbaçov 91 yaşında hayatını kaybetti. Gorbaçov bir süredir çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle tedavi görüyordu.

Gazeteci Cenk Başlamış, Gorbaçov’u ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının perde arkasını BBC Türkçe için geçen yıl yazdığı yazıda şöyle değerlendirmişti:

Milyonlarca öfkeli insan nefret ettikleri adamın konuşmasını izlemek üzere televizyonlarının başında toplanmıştı. Evlerine son kez konuk ettikleri adam vakur görünmeye, üzüntüsünü ve hayal kırıklığını gizlemeye, “suçsuz” olduğunu anlatmaya uğraşıyordu.

Sovyetler Birliği’nin ilk ve son devlet başkanı Mihail Gorbaçov’un 11 dakikaya sığan istifa konuşması sadece kişisel bir tükeniş değildi, 290 milyonluk dev bir ülkenin de hukuken son nefesiydi.

25 Aralık 1991’de yapılan o konuşmadan bu yana yani bir zamanlar ABD ile dünyayı yöneten iki süper güçten biri olan Sovyetler Birliği’nin tarihe karışmasının üzerinden tam 30 yıl geçti.

74 yıllık imparatorluğun 15 parçaya bölünmesi sadece birliği oluşturan cumhuriyetleri etkilemedi, uluslararası alanda da devasa sonuçları oldu.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasında elbette Batı’nın ambargosu gibi dış etkenler de rol oynadı ama bunlar da kısmen iç nedenlerle, Kremlin’in tercihleriyle bağlantılıydı. Örneğin, silahlanma ve uzay yarışına girilmesi ya da ekonomi sadece belirli alanlarda geliştiği için petrol fiyatlarının düşmesinden aşırı etkilenmesi gibi.

Dağılmaya giden süreç

Gorbaçov 11 Mart 1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin genel sekreterliğine seçildiğinde ekonomik ve siyasi sorunların farkındaydı. Kısa süre sonra Batı medyasında da manşetlere çıkan iki önemli reformu uygulamaya başladı. Batı ile rekabetten nefes nefese kalan ekonomiyi yeniden yapılandırmak için “perestroyka”, korku imparatorluğuna dönen ülkenin rahatlayabilmesi, daha açık ve özgür konuşabilmesi için “glasnost” politikalarını en önemli hedefi haline getirdi.

“Glasnost” toplum tarafından hemen benimsendi ve Gorbaçov’un reformlarıyla on yıllar sonra yeniden ilk kez umutlanan halk siyasi sorunları o ana dek görülmemiş bir heyecanla konuşmaya, tartışmaya başladı. Ama üstten gelen baskının azalmasıyla Baltık cumhuriyetleri başta ayrılıkçı, milliyetçi ve muhalif hareketlerin önündeki duvar da yıkıldı.

“Perestroyka” cephesinde ise işler yolunda gitmiyordu: Batı ile neredeyse ölümüne rekabete giren Sovyet ekonomisi artık tıkanmıştı. Kaynaklarını ve önceliği silahlanmayla uzay yarışına ayıran ekonomi-bugüne benzer şekilde-enerji ithalatından gelecek gelire bağımlı olmuştu; çeşitlik sağlayamamış ve vatandaşlarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmişti. Oysa, komünizmin zamanla iktidardaki bir grubun ayrıcalıklı hakimiyetine dönüştüğü ülkede vatandaşların ulaşamadığı malları hatta daha lükslerini dilediğince tüketen bir sınıf da vardı.

Gorbaçov’un toplum tarafından benimsenen reformları işte bu ayrıcalıklı sınıfın direnişiyle karşılaştı. İktidar ikiye bölünmüştü: Değişimi destekleyen liberaller ve görünüşte ideolojik nedenlerle karşı çıkan ama aslında ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan “şahinler” yani sertlik yanlıları.

“Pandora’nın Kutusu” açılınca  

İki grup arasında dengeyi sağlamaya çalışan Gorbaçov bir süre sonra “Pandora’nın Kutusu”nu açtığını anladı ve frene basma ihtiyacı duydu; tetiklediği depremin sonuçlarından korkmuştu. Ülkeyi dönüştürmekte kararlı liderin yerine bir adım ileri iki adım geri atan kararsız ve kafası karışık biri gelmişti. Bu noktada halkın desteğini kaybetmeye başladı çünkü reformlarını umutla destekleyenler yarı yolda bırakılmış, ihanete uğramış duygusuna kapıldı.

“Pandora’nın Kutusu gerçekten de açılmıştı: Baltık’tan başlayarak ülkenin her yerinden isyan, çatışma ve kargaşa haberleri geliyordu. Örneğin Estonya kendi yasalarının Sovyet yasalarından üstün olduğunu açıklamış, Kafkasya’da Karabağlı Ermeniler Azerbaycan’dan tek yanlı bağımsızlık ilan etmişti. Hemen hemen yer yerde “halk cephesi” adında muhalif örgütler kuruluyordu.

Liberallerin “çok yavaş”, tutucuların “fazla hızlı” gitmekle suçladığı Gorbaçov ilk çok adaylı seçimlere izin verdi ama ipleri gevşetmek için attığı her adım artık bağımsızlık rüzgârını daha da güçlendiriyordu.

Mihail Gorbaçov-Boris Yeltsin

 

Boris Yeltsin’in rolü  

Sovyetler Birliği’nin dağılmasında çokça göz ardı edilen önemli bir konu var: Boris Yeltsin’le Gorbaçov arasındaki kişisel husumet.

Gorbaçov iktidara gelince liberal kanattan Yeltsin’i Komünist Parti’nin Moskova bölümünün başına atamış ve ülkeyi yöneten Politbüro’nun yedek üyesi yapmıştı. Popülist bir politikacı olan Yeltsin, işe metroyla gitmeye başlayınca ayrıcalıklı yöneticilerden nefret eden Moskovalıların bir anda sevgilisi oldu. 1987 yılında iktidarı reformlarda yavaş kalmakla eleştiren Yeltsin Politboro’dan istifa edince Gorbaçov onu sorumsuzlukla suçlayarak görevinden aldı. Bu sırada garip bir olay yaşandı: İntihar mı, kalp krizi mi, yoksa saldırı mı olduğu anlaşılamayan gizemli bir hadise sonucu Yeltsin hastaneye kaldırıldı. Gorbaçov’un kendisinin görevden alınacağı toplantıya hasta yatağından kalkıp gelmesini istemesine, “Bu ahlaksız ve insanlık dışı hareketi hiçbir zaman affetmeyeceğim” diye tepki gösteren Yeltsin Sovyet liderine açıkça savaş açtı. 1989 yılında yeni oluşturulan Halk Temsilcileri Kongresi’ne bağımsız aday olarak seçilmeyi başaran Yeltsin muhalefet lideri konumuna yükseldi ve iktidara karşı yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlemeye başladı. 1990 yılında Komünist Parti’den istifa etti, ertesi yıl Rusya’nın ilk başkanı seçildi. Hemen ardından Rusya Federasyonu bağımsızlık kararı aldı.

Bu sırada Doğu Avrupa’da tarihi gelişmeler başlamış, Berlin Duvarı 1989 sonlarında yıkılmıştı. Ülkesinin de parçalanma sürecine gittiğini gören Gorbaçov 17 Mart 1991’de son bir hamleyle Sovyetler Birliği’nin geleceğine ilişkin bir referandum düzenledi. Birliği oluşturan 15 cumhuriyetten altısının boykot ettiği oylamaya katılanların yüzde 78’i Sovyetler Birliği’nin devamı yönünde oy verdi.
19 Ağustos darbesi  

Umutlanan Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin kuruluşuyla ilgili belgenin yerini alacak yeni bir Birlik Anlaşması hazırlanmasını istedi. Böylece Sovyetler büyük ölçüde bağımsız cumhuriyetlerden oluşan bir federasyona dönüşecekti. Asıl sürpriz ise, Gorbaçov’a isyanın başını çekmeye başlayan Rusya Federasyonu’nun da anlaşmayı 20 Ağustos 1991 tarihinde imzalayacağını açıklamasıydı.

Ancak bir gün önce, 19 Ağustos’ta, Gorbaçov’un Kırım’da tatilde bulunduğu sırada, aralarında savunma ve içişleri bakanıyla KGB başkanının da bulunduğu bir grup “şahin” üst düzey yetkili darbe girişiminde bulundu. Yeltsin’in tankın üzerine çıkarak başlattığı direniş, zaten kötü örgütlenen darbenin sadece iki buçuk günde çökmesini sağladı.

19 Ağustos 1991 Moskova

 

21 Ağustos gecesi Gorbaçov Moskova’ya döndüğünde hâlâ devlet başkanıydı ama fiili iktidar darbeyi engelleyen Yeltsin’in eline geçmişti. İntikam saatinin geldiğini düşünen Yeltsin, her toplantıda Gorbaçov’u kameraların önünde aşağıladı, hakaret etti, dalga geçti. 24 Ağustos’ta Gorbaçov parti genel sekreterliğinden istifa etti.

6 Kasım’da Rusya Federasyonu topraklarında Komünist Parti’yi yasaklayan Yeltsin 8 Aralık’ta Ukrayna ve Beyaz Rusya liderleriyle Sovyetler Birliği’nin yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurarak öldürücü darbeyi indirdi. Artık olmayan bir ülkenin başkanına dönüşen Gorbaçov’un 25 Aralık’taki istifası artık sadece bir formaliteydi. Bu olaydan sekiz yıl beş gün sonra onun koltuğuna oturan Yeltsin’in de televizyondan istifa konuşması yapması ise kaderin cilvesiydi.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler