Bize emanet edilen bu bedenin sağlığını korumak, hekimlerin ya da hastanelerin değil, her bireyin kendi sorumluluğundadır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için, gıdaları ilaç olarak görmeli, araştırmalar yapmalı ve bünyemiz için uygun olan yiyecekleri seçmeliyiz.
Gen kodlarıyla oynanmış, fabrikada işlem görmüş, sentetik bileşen, koruyucu, hormon ya da kimyasal aromalar eklenmiş endüstriyel gıdalar, antioksidan konsantrasyonunu yitirmiş gıdalardır. Ama kimse bize bunları zorla satmıyor, kendimiz para verip alıyoruz. Bunlara ek olarak fast food ürünlerini, antibiyotikli etleri ya da gazlı siyah içecekleri de soframıza zorla getirmiyorlar.
Gıda riskleri konusunda akli potansiyelimizden gerçekte ne kadar yararlanıyoruz acaba?
Son yüz yılda besin zincirimizde yer almaya başlayan endüstriyel gıdaların, dünyadaki kanser vakaları artışında çok güçlü rolü olduğu düşünülüyor.
Ayurveda’ya göre endüstriyel gıdalar, tazeliğiyle birlikte özündeki doğal bilgi ve enerji de yitirmiş “eksi değerli” yiyeceklerdir. Soğuk hava depolarında bekletilen yiyecekler de buna eklenebilir.
Bitkiler, hastalık yaratma olasılığı bulunan patojenlere karşı koruma sağlayan kimyasalları üreten doğal zeka ve bilgiyle donatılıdır. Doğanın tasarım kurgusu şöyledir: Tüketilen bitkilerin özündeki koruyucu kimyasallar ve kalıtsal bilgiler, insan organizması tarafından emilir ve savunma sistemi içine entegre edilir.
Ayurveda’da yiyeceklerin bilgi ve enerjisinden maksimum düzeyde yararlanmak için, bir çok öneri vardır. Okyanusta bir damla misali bir örnek verelim: Yüzü ve sinir sistemi olan canlılardan, bitkilerden olduğu gibi, yararlı kimyasal ve kalıtsal bilgi insana transfer edilemez.
Öldürüp yediğiniz canlıların bitkilerden aldığı kimyasallar ve kalıtsal bilgiler, kendilerine yarar sağlayacak biçimde bedenlerinde işlemden geçirilmiştir. Bundan dolayıdır ki, kendi bedeninizin işlediği bitkisel protein ve kolesterol yararlıdır, ancak hayvanlardan alacağınız protein ve kolesterol zararlıdır.
Maksimum yarar açısından bir başka örnek verelim; Yemek piştikten sonra tencerenin üzerini örterek, beklemeye alabiliriz. Bu yolla, bir yandan sıcaklık yavaşça azalır, diğer yandan da nişastaya direncini artırma şansı verilmiş olur.
Yeni pişen yemeği pişirildikten sonraki 4 saat içinde, henüz taze ve sıcakken yemek, idealdir. Pişmiş yemekteki sağlıklı veri oranı, her yeniden ısıtmada azalır. Buna göre, üzerinden 12 saat geçen yemek artık bayattır ve besin değeri neredeyse kalmamıştır.
Japonların “hangi işe emek verirsen o işte yükselirsin” anlamında JİGŌJİTOKU diye bir sözü vardır. Erken sanayileşen Japon toplumundaki yorum böyleyken, güçlü bir tarım toplumu kimliği olan Türkiye’de “ne ekersen onu biçersin” denmiş. Yaklaşım şekli farklı olsa da, bu özlü sözler aslında Karma’yı anlatır. Karma yasasının yaşama dair bir yansıması olarak; “bedenimize ne ekersek onu biçeriz” diyebiliriz. İşte tam da bu nedenle gıda seçiminde aklın rehberliği büyük önem kazanmakta.
Çocuğumuza “eksi değerli” fast food yiyecekler vererek, fizyolojik canlılık düzeyinin artması bekleyemeyiz. “Bilgisiz ve enerjisiz” bu gıdalar insanı belki yavaş hasta eder ama hasta edeceği kesindir.
Zayıflamak isteyenlerin ilgisini çeken popüler diyet haberleri bazen çok yanıltıcı olabiliyor. Örneğin “az yiyin, sık yiyin” gibi bir genel önerme yanlıştır, çünkü bu diyet her bünye için uygun değildir. Beslenme rejimi mutlaka kişiye özel kurgulanmalıdır çünkü her insanın genetik kompozisyonu, beslenme biçimi ve sindirim enerjisi (Agni) özgün nitelikler taşır.
Diğer yandan, hızlı zayıflama sürdürülebilir değildir. 40 yılda büyüttüğünüz göbeği 40 günde eritemezsiniz.
Bazı mucize ilaç ya da gıda takviyesi haberleri de aynı şekilde yanıltıcı olabiliyor. İlaç ya da gıda takviyesine başlamadan önce, yaşam ve beslenme biçimimize çekidüzen verebiliriz.
Sigara, alkol almaya devam edelim, her gün 4-5 fincan kahve içelim, yeterli uyku almayalım, akşamları et ve üzerine bir de tatlı yiyelim, sonra da mucize bir ilaç gelsin sağlık sorunlarımızı çözsün, öyle mi?
Ayrıca bedenimizdeki vitamin, protein veya mineral eksikliğini, bir takım multi ilaçlar ya da takviye gıdalarla gideremeyiz. Şöyle ki; bir ailede yalnız bir kişide bu değerler eksik çıkıyorsa, o kişide besin emilmeyle ilgili bir sorun var demektir. Emilim sorunları giderildiğinde, eksiklikler büyük olasılıkla kendiliğinden kaybolacaktır.
Besinlerimiz bizim ilacımızdır. Nasıl ki, ilaç alırken özenli davranıyoruz, yiyecek seçiminde de aynı özeni gösterebiliriz. Nasıl ki, sabahları ne giyeceğimiz hakkında düşünüyoruz, o gün neler yiyeceğimiz hakkında da kafa yorabiliriz. Bu bizim elimizde. Bünyeniz için uygun olabilecek beslenme rejimi için hekiminizden görüş almaktan lütfen çekinmeyiniz.
Günümüzden yaklaşık 2.200 yıl önce yazılan “Charaka Samhita” adlı kaynakta, şu 8 etkenin gıdaların organizma tarafından emilimini etkilediği anlatılır:
1. Yiyeceğin doğası
2. Yiyeceğin sindirimsel niteliği
3. Başka yiyeceklerle uyumu
4. Yiyeceğin miktarı
5. Yetiştiği yöre
6. Öğün zamanı ve mevsimler
7. Kişinin özgün doğası
8. Diğer Ayurvedik beslenme ilkeleri
Besinlerin enerji niteliği, yalnız fizyolojimizi değil duygularımızı, bilincimizi, düşüncelerimizi ve dolayısıyla davranışlarımızı etkiler. Nasıl bir enerjiye sahip gıda tüketirsek, o tür enerjiye sahip oluruz ve yaşama o enerjinin nitelikleriyle bağlanırız.
Dünyaya önemli eserler bırakmış vejetaryenler; Pisagor, Sokrates, Platon, Epikür, Leonardo da Vinci, Voltaire, Gandi, Kafka, Tolstoy, Newton, Einstein, Nikola Tesla, Antoni Gaudi, Bernard Shaw, Mark Twain, Beatles üyeleri ve daha pek çok ünlü edebiyatçı, sanatçı ve bilim insanının beslenme biçimini incelemekte yarar var. Gıda seçimi konusunda da onlardan öğreneceklerimiz var…
halilocakli@yahoo.com