Metin Gülbay
Bir önceki yazıda başladığım seçkiyi sürdürüyorum. Orta Asya’da Türklerin yaşamı, inançları, gelenek ve görenekleri nasıldı sorusuna yanıt oluşturabilecek minik alıntılara devam ediyorum.
Din başka yaşam başka
“İbn Batuta mahkeme sorununa da değinmiştir. ‘Bu emirin (Kutluğ Timur’un) bir âdeti vardı: Kadı her gün kabul salonuna gelir ve kendisine ayrılan yere otururdu. Onunla birlikte fakih ve kâtipler (gelirdi.) En büyük emirlerden biri (diğer) sekiz emir ve arguci (yarguçi) adını taşıyan Türk şahsiyetleriyle birlikte, onun karşısında yer alırdı. Halkın davalarını bunlar hallederdi. Şer’i sorunlara gelince, bunları kadılar hallederdi; diğer (davalara) ise bu emirler bakardı.
14. yüzyılda, Özbek Han devrinde Altın Ordu toplumunun yüksek sınıfları arasında İslamlığın artık hakim bir ideoloji olduğu sırada, davaların bir kısmının hâlâ yarguçilerin yani Cengiz Han yasasının (Moğol örfi hukukunun) hükümlerine dayanan hakimlerin elinde bulunduğu bu ifadeden anlaşılıyor. Lakin buna rağmen, şeriatın ve kadının rolü büyüktü.” (1)
Umay Ana Hazreti Fatıma oldu…
“Kanımca kadınların koruyucu tanrısı (Umay Ana) Hazreti Fatima anamızla yer değiştirdi ve (Fatima anamızın) eli ile motiflerde temsil edildi. Azerbaycan’da olduğu gibi.
(Azerbaycan’daki araştırmalarımda el motifinin neden bu kadar çok kullanıldığı hakkında aydınlatıcı bir bilgi vermemişlerdir.) Birçok mezarların üzerinde halılarda el motifine rastladım.
Kötü ruhların gazabına uğramamak için koruyucu ruhlara sığınma neticesi, koruyucu ruhların sembolleri hayvanlar arasında bulunan kartal, doğan, şahin, kurt, koyun, keçi, güvercin gibi. Aşiret ve boyların kutsanan hayvanların adlarıyla anılmaları, Sarıkeçili, Karakeçili, Koçgirili, Karakoyunlu gibi.
Hacı Bektaş Veli güvercin donunda (kılığında) Anadolu’ya geldi. Karaca Ahmet onu Anadolu kapılarında şahin donunda karşıladı. Hacı Bektaşi Veli duvarı at edip yürüttü, yılanı kamçı yaptı, kucağına aslan ile ceylanı aldı. Geyikli Baba bir geyik üstünde Bursa fethinde Bursa’ya girdi. Bektaşi tarikatı Oğuz geleneğinden kalma 4 kapı üzerine kurulmuştur. Marmaris’te evlerin 4 köşesine at, aslan, şahmeran işlemeli hayvan tasvirleri asılıyordu yakın zamana kadar.
Şehir Bektaşilerinin giydiği taç 4 dilimlidir. Her dilim bir kapıyı ifade eder. İbadet, Niyaz, Adak ve Vuslat’tır. Daha sonra 12 dilimli taç giydiler.
Türkler gelenekleri ile Müslümanlığı birleştirdiler ve özelliklerini korudular. Oğuzlar, Türkmenler ve Yörükler eski inançlarından fazla bir şey kaybetmeden Müslümanlığı kabul ettiler, eski inançlarının etkilerini motiflerinde görmekteyiz.” (2)
Venüs gezegeni Türkler için kutsal mıdır?
“Şamanizm Orta Asya’dan çok Sibirya’ya özgü olduğu için bu bizi şaşırtmamalıdır. Metinlerden bazılarında ölünün Şamanist yükselişinden ve kozmik yolculuğundan söz edilir. Erklik adlı ölüm tanrısından söz edilir, bu tanrıya daha sonra modern Şamanizm’de rastlarız, bu bir olasılıkla Venüs gezegenidir, çünkü eski Türkçedeki köken anlamı ‘yiğit’ ve ‘güçlü’ olan Erklik sözcüğü, korku salan bir savaşçı olarak kabul edilen Venüs gezegenine gönderme yapar.” (3)
Asya Türklerinde yeni yıl ne zamandır ve nasıl kutlanır?
“Marko Polo izlenimlerinde Orta Asya Türkleriünde yeni yıl kutlama geleneği olduğundan da bahsediyor. Bu bayrama büyük önem verildiği, hatta milli çapta yapıldığı, törenlerin yoğun geçtiğinden kolayca anlaşılıyor. Seyyaha göre, yeni yıl Şubat ayında kutlanıyor. O gün (yeni yılda) Han’dan küçük çocuklara ve kadınlara kadar herkes kaftan giyiyor. Çünkü Orta Asyalılar, beyaz rengin uğur getirdiğine inanıyor. Yeni yılda, ilk gün, büyük Han’a (Kubilay Han) devletin her bölgesinden hediyeler gönderiliyor. Bütün yıl Han zorluk görmesin, bol yaşasın diye gibi ifadeler bulunuyor.
Yeni yıl bayramı ile ilgili bir özelliği hediyelerin hepsinin beyaz oluşu teşkil ediyor. Meselâ, o gün Han hazretlerine hediye olarak 100 bin beyaz at, beş binden fazla beyaz örtülü fil, beyaz dizginler, beyaz yemek kapları vb. veriliyor.
Yeni yıl ülkenin tüm nüfusu, dini inançlar fark edilmeden, yani putperestler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar, padişahın sağlığı için kendi dinlerince ve kendi dillerinde dua ediyor.
Bu olay Osmanlı Devleti’nde mezheplerle ilgili hoşgörünün yalnız İslam dini kaidelerine değil, çok eski bir Türk geleneğine dayandığını açıkça gösteriyor.” (4)
Türklerin Hristiyan oluşları nasıldır?
“Türkler Hristiyanlık’la öteki halklardan daha fazla ilgilenirler. 560’dan sonra bu din Türkler arasında yayılmaya başlar. Bu gelişimi tahmin edebiliyoruz ve bu konuda bazı kanıtlarımız da var, örneğin 591’de Sasani Bahram’ın hizmetinde çalışan ve alınlarında haç işareti taşıyan paralı Türk askerler, bu haçı alınlarına annelerinin büyük bir açlık salgını sırasında Hıristiyanlar’ın önerisiyle yaptığını anlatırlar.
624’de Merv Piskoposu Elie bir Türk şefinin ve tüm kavminin Hıristiyanlığı kabul ettiğini duyurur. Aynı şekilde 781’de de bir din değiştirme olayından söz edilir. 7. ya da 8. yüzyılda Çu üzerinde 14.yüzyıla kadar varlığını koruyacak bir topluluk için –belki de bunlar kimilerinin Hıristiyan sandıkları Karluklardır- bir kilise inşa ettirilir.
Sekizinci yüzyılda ‘Türklerin ülkesi’ için bir piskoposluk kurulur, ama bununla aynı dönemde Semerkant’ta kurulan piskoposluk karıştırılmamalıdır. Başka bir tane de bilinmeyen bir yörede, Nihavend civarında kurulur. 893’de Talas’ta Araplar bir kiliseyi camiye çevirirler.
Özellikle Sogdiyana’da camiye çevrilen tek kilise bu olmasa gerek. Daha önce de söylediğimiz gibi Buhara’nın en eski camisi büyük olasılıkla bir zamanlar kiliseydi…
…
Uygurların zamanında 8. yüzyıldan 13. yüzyıla varan dönemde Hıristiyan topluluklar Kansu vahalarında, özellikle de Sin-kiang vahalarında çok etkindirler. O dönemde Uygurlar arasında Hristiyanların tam oranını belirlemek olanaksız görünmektedir, ama 13. yüzyılda Avfi, Uygurlar’ın Hristiyanlığı benimsediğini söylemekte hiçbir sakınca görmemiştir ve Barthold’u da bu konuda inandırmış görünmektedir. Plan Carpi daha temkinli davranır, yalnızca Hıristiyanlığın Uygurlar’da belli başlı dinlerden biri olduğunu söylemekle yetinir.
Kan-çu’da en az üç kilise vardır; Sin-kiang’da daha da fazladır. Oysa Gardîzi, Hoten’de yalnızca bir kilise olduğunu ve İslam ordularının işgalinden önce de bir mezarlık bulunduğunu söylemektedir.
Vahanın doğusundaki Buyalik şehri Turfan Nesturileri’nin merkezidir; burada Süryanice olduğu kadar Sogdca ve Türkçe de yazılmış bölük pörçük Hıristiyan metinleri bulunmuştur…
13.yüzyılda Kaşgar ve Hami’de hâlâ piskoposluklar vardır.” (5)
Hristiyan olan Türkler “et sorunu”na nasıl çözüm önerdiler?
“Moğol döneminin Süryani tarihçisi Bar Hebraeus ya da Ebul Fereç, 1009’da Merv rahibi Abdisho’nun yazdığı bir mektubu saklar, mektubunda rahip Başpiskopos 6. Jean’a büyük bir Türk halkının Kereyitler’in Hıristiyanlığı kabul edişini müjdeler, bu halkın şefi daha sonra ong han unvanını alacaktır (ong Çince wang, kral sözcüğünün bozulmuş biçimidir).
Bu şef, Cengiz Han’ın hayatında büyük bir rol oynar ve onun hatırını sayarak – Nesturi kilisesinin nasıl esnek kurallarla hareket ettiğinin iyi bir örneği olarak- ondan Karem (büyük perhiz) kurallarına esneklik getirmesini ister, çünkü yeni Hristiyanlar yalnızca etle beslenmektedirler.
Kereyitler Kuzey Moğolistan’da Tola ve Orhon kıyısında, Merv’in çok uzağına, büyük bozkır imparatorluklarının merkezine yerleştirilir.” (6)
13. yüzyıla gelinmiş ama Türk tanrısının adı Allah değil Nasigay…
“Marko Polo Orta Asya Türkleri tanrılarının ancak bir tanesinden bahsediyor. Nasigay dedikleri bu tanrı toprak tanrısıdır. ‘Bu tanrı, çocukları, hayvanları ve mahsulleri koruyor’ dedikten sonra, Nasigay’ın eşi ve çocukları da olduğunu, eşinin daima Nasigay’ın sol tarafında durduğunu, bu tanrıyı memnun etmek için ziyafetler tertiplendiğini, putların dudaklarına semiz et ve yağ sürüldüğünü ekliyor.
Muharrir, bu geleneklerin artık unutulmaya başladığını kaydederek şunları ilave ediyor: ‘Fakat şimdi değişmişler, eski gelenekler kalmamış, Çin’de yaşayanlar eski inançlarından vazgeçerek Çinlilerin putlarına tapıyorlar. Çin geleneklerini benimsiyorlar.’
Marko Polo dinden bahsederken, önemli bir noktaya daha değiniyor: ‘Levent (Deşt-i Kıpçak, Doğu Avrupa) Türkleri Müslümanlığı kabul etmişler. İslâm geleneklerini almışlar’.
Avrupalı seyyah, eserinde keza Orta Asya Türklerinin büyük zaviyeleri olduğunu, bir şehir büyüklüğünde bu dini külliyelerin her birinde binden fazla dervişin bulunduğunu, giydikleri elbiselerin alelade insanların elbiselerinden daha güzel olduğunu, başları kabak ve sakalları traşlı olduğunu hatırlattıktan sonra ‘aralarında evli olanları da var, çok sayıda çocukları olduğunu gördüm’ diyor.
‘Sensi dedikleri başka türlü dervişler de var’ dedikten sonra, bunların hayatları boyunca oruç tuttuklarını, yediklerinin sıcak suya karıştırılan kepek, içtiklerinin ise ancak su olduğunu hatırlatarak, ateşe tapan Türklerden de bahsediyor. Bu dervişler evlenmiyorlar, siyah ve sarı elbise giyiyor ve hasır üstünde yatıyorlar’ diyor.” (7)
Türkler Buda’ya ne ad verir?
“Türkler’in Buda’ya taktıkları Burhan adı, Maniciler tarafından tanrıları adlandırmak üzere alıntılanır ve Budistler kutsal kitaplarına Manice nom adını verirler.” (8)
Kadın ana ne demektir, ne yaparlar?
“Anadolu’daki kadın analar da, gece gündüz halka hizmet etmeye her an hazır olan kişilerdir. Doğumlara koşar, hastaları tedavi eder, ağır hastaların başını bekler, ölümde, yas evinde hep o vardır. Düğün, bayram aşlarının pişmesini yöneten, küsleri barıştıran, kötülükleri ne yapıp yapıp iyiliğe çevirme gücüne sahip bir kadın kişidir. Halk ona, ‘O, yerin, göğün, kurdun, kuşun, ağacın, bitkinin anasıdır’ der. Onun yaptığı çeşitli ilaçlar, tütsüler, pişirdiği aşlar, insanlara hep şifa verir. Yaşadığı ev de, güller gibi tertemiz olur. Bağı bahçesi ve çiçekleri başka türlü gelişir ve açar.
Herkes birçok şeyi ondan öğrenir. İşte birçok bilgiye ve güce sahip olan, bu meziyetli kişilere halk ‘kadın ana’ adının verir. Bu mertebeye erişen kadının yanında, genç kızlar da ona yardım eder. Böylece kadın analığı öğrenir ve daha sonra Anadolu’da kadın analığı onlar sürdürür.” (9)
Kıpçaklar’ın Hristiyan olması ve Codex Comanicus’un kaleme alınışı
“Kafkasya’da Arapların önünü kesmeye karar veren Kıpçaklar onları Hıristiyanlığı seçmeleri için yüreklendiren Gürcüler’e birleşirler. Büyük bir Gürcü kralı olan 2. David’in isteğiyle vaftiz edilirler.
En azından 1120’den sonra ulusal bir kilise ve önemli bir Kıpçak papaz sınıfı oluşturulmuştur, Kıpçakça ya da genelde denildiği gibi Komanca, uluslararası bir dil olur ve yakın olduğu Uygurca gibi Karadeniz’den Çin sınırlarına uzanan bölgede konuşulur.
Bu kilise sayesinde, Moğol dönemi öncesi Orta Asya ve Uzakdoğu’daki çok canlı, ama bir o kadar da yalıtılmış Hıristiyan topluluklar batıyla ilişki kurabilirler. 1300’lü yıllarda yazılan başeser Codex Comanicus Hıristiyanlığın Asya’da elde ettiği büyük başarılardan biraz geç de olsa söz eder. Petrarca Kütüphanesi’nde bulunan bu eserde Latince, Farsça ve Türk-Komanca bir sözlük ve Hıristiyanlık metinlerinin bir derlemesi bulunur.” (10)
Maniheistlerin ilk kurbanı Türk bagatırların suretleri oldu…
“Fanatik Maniheistler’in ilk kurbanı kayalara oyulan Türk bagatırların (bahadır, M.G.) suretleri oldu. Yu.N. Perix bu satırların müellifine Moğolistan’daki bütün heykel ve oyma suretlerin parçalanmış olduğunu, buna karşılık hayret verecek şekilde Altaylar ve Yedisu’dakilerin salimen korunduğunu anlatmıştır.
Tarihçilerimizden hiçbirinin Vandalizm sektantını takdir edeceğini sanmam.
Daha sonraları yani 795’deki saray isyanları sonucunda hanın tahtının çevresine kümelenen memurlar ve Mani Kilisesi idarecileri ondan ‘bütün dünyadaki sade ve iyi insanların, temiz canlıların korunmasını, kötülerin ise yok edilmesini’ talep ettiler.
Kimin iyi kimin kötü olduğu da yine Maniheistlerce belirleniyordu ve ele geçen malumatlara göre Mani sanemlerine Buda’nın ayaklarını yıkadığı şeytanın sureti kazınmıştı.
Elbette bu sanemler günümüze kadar yetip gelmemişse bunun sebebi çağların umumi hastalığı müsamahasızlıktır.” (11)
Orta Çağda Türkler cenazelerini yılda kaç kez gömerlerdi?
“Orta Çağda Türkler cenazelerini yılda iki kez gömerlerdi; ilkbaharda ve sonbaharda, ağaçlar yapraklarını döktüğünde ya da yapraklar yeniden yeşerdiğinde, uygun bir günde, örneğin Moğolistan’da yazın bitki örtüsünün canlandığı gündönümünde ya da Boğa Takımyıldızının ortaya çıktığı gün yapılırdı. Louis Bazin iki Türk prensinin, Kültigin ve Bilge Kağan’ın ölüm ve cenaze tarihlerini belirleyebilmiştir. Kültigin 27 Şubatta ölmüş ve 1 Kasım 731’de gömülmüştür. Bilge Kağan ise 25 Kasım 734’de ölmüş ve 22 Haziran 735’te gömülmüştür. 1 Kasım 731 de, 22 Haziran 734’te olduğu gibi ayın yirmi yedinci günüdür, yani ayın kaybolmadan hemen önce hilal durumunda olduğu gündür.” (12)
Hunlar Bulgarlara iltihak etti…
“Türk kavminin Kutrigur Bulgar boyu Don ve Dnyeper arasında iken, Hunların Dnyeper’e doğru çekilen kısmının, kendilerine benzeyen fakat o sırada daha çok kuvvetli bir komşu olan Kutrigurlar’a iltihaktan başka bir çareleri yoktu.
Bu suretle Bulgar Türkleri yeni yurtlarını işgal eder etmez muharip Hun unsurlarıyla çoğalarak büyük bir kuvvet teşkil etti. Bizans Devletine sürekli akınları, bu mülteci fakat batıya daima dönmek isteyen Hun unsurlarının savaş arzularından kaynaklanmaktaydı.
Attila’nın Dnyeper çevresine sığınan Hunlarının, komşu Kutrigur Bulgarları’na iltihak ettiklerine, ancak Hunlardan Bulgarlara geçmesi mümkün anane tanıklık eder.” (13)
Gumilöv Attila’yı anlatıyor
“Atilla orta boylu, geniş omuzlu, koyu saçlı ve basık burunluydu. Gür bir sakalı yoktu. Küçük gözleriyle fırlattığı şahin bakışlar muhataplarını ürkütüyor ve ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Öfkesi korkunç, düşmanlarına karşı acımasız ama silah arkadaşlarına karşı son derece şefkatliydi.
Gunlar onun kabiliyet ve cesaretine güveniyordu. Zaten Volga’dan Ren’e kadar bütün kabileler onun sancağı altında birleşmişlerdi. Gunlar’dan başka Ostrogotlar, Gepidler, Türingenliler, Rugullar, Türklingler, Rugorlar, Bulgarlar ve Akassirler onun sancağı altında savaşıyor; keza birçok Romalı ve Grek de seve seve hizmetine koşuyordu.” (14)
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
1 A. Yu. Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.80
2 Sevgi Babaoğlu, Türk Mitolojisinin Halk Motiflerine Etkisi, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri, 1997
3 J. P. Roux, Orta Asya, S. 210
4 Marko Polo Gözü ile Orta Asya Türkleri, Mehmet Ali Ekrem, İpek Yolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, 1993
5 J. P. Roux, Orta Asya, S. 219
6 aynı yapıt S.240
7 Marko Polo Gözü ile Orta Asya Türkleri, Mehmet Ali Ekrem, İpek Yolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, 1993
8 Roux, Orta Asya, S. 215
9 Sabiha Tansuğ, Anadolu Yaşamında ve Giyiminde Şaman İzleri, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri 1997
10 Roux, Orta Asya, S. 242
11 L.. N. Gumilöv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.254
12 Roux, Orta Asya, S.64
13 Geza Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, S.26
14 L. N. Gumilyov, Hazar Çevresinde Bin Yıl, S.180
Manşet fotoğrafı: Göktürk atlısı: Bir Göktürk Atlısı duvar resmi. Moğolistan’da bulundu.
İlk bölümü okumak için tıklayın