Metin Gülbay
Elimde birikmiş çok sayıda not var. 1991’den bu yana biriktirdiğim notlar. Turkleronline.com diye bir web sitem vardı, 2002’de yayına sokmuştum. Türkler eskiden nasıl yaşardı, neye inanırdı, hangi gelenek göreneklere sahipti gibi soruların yanıtlarını merak etmiştim. Aldığım notlar on bir yıl sonra bir siteye dönüştü. Eski Türkler ile başlayıp diğer halkların tarihlerine dek uzanmıştım. Yalnız tarihlerine değil, inançlarına, gelenek göreneklerine kadar ne okuduysam, oralardan yaptığım alıntıları da okurlarla paylaşıyordum.
Turkleronline.com sitesindeki Türkler bölümünde bulunan “İnanç-Gelenek” bölümünden birkaç yazıyı kapsayacak bir seçki oluşturmaya çalışacağım. Başlıklar tamamen bana aittir. Yazarların yapıtlarından bire bir alıntı yapılmıştır. Başlıklar dışında hiçbir sözcük bana ait değildir.
Siteyle ilgili şu bilgileri paylaşmazsam yazı eksik kalacak.
Turkleronline.com “Frontpage” ile tasarlanmıştı. Tabii çok çok eski ve basit bir sistem olunca şu anda tekrar yayına sokamıyorum. Kapatma gerekçem ise çok komikti. Adını ABD’deki bir firmadan almıştım, on yıllığına, sonra onun şifresini kaybettim. Ad yenileme günü gelince bunu yapamadığım için turkleronline.com adı elimden gitti. Cahillik işte. Site yayından kalktı ama tüm bilgiler bende duruyor tabii. Bir ara turkleronline.net adıyla yayını sürdürdüm ancak “Frontpage” sistemi okunması çok zor bir siteydi. Sevgili dostum Adnan Genç’in sitenin en çok eleştirdiği yanı buydu. O sevimli tonlamasıyla “okunmuyor yahu, ne yazsak boşuna, şunu bir yenile” derdi. Yenisini yaptıracak gücüm olmadığı için onun yayınını da sürdüremedim. Her neyse, elimdeki binlerce sayfa bilgiyle baş başa kaldım böylece. 2021 yılında kaybettiğim Adnan’ın anıları bende hâlâ çok taze, bazen boş bulunup dur şunu Adnan’a bir sorayım diye elim telefona gidiyor.
Sitedeki bilgiler gerçekten çok değerli benim için, meraklıları için de çok yararlı olacağına eminim. Tarih alanında yüksek lisans ve doktora çalışması yapan gençler için turkleronline.com sık kullanılan bir siteydi. Birçok doçent ve profesör de kullanıyor ve alıntı yapıyor hatta atıfta bulunuyordu. Siteyi yayında tutamamakla onlara da büyük kötülük ettim, af etsinler beni.
Bu seçki dizisinde aynı konuda farklı savlara rastlayacaksınız. Bu tamamen aynı konuda tarihçilerin aynı düşünceleri paylaşmamalarından, farklı düşüncelere sahip olmalarından kaynaklanıyor, sakın şaşırmayın. Tarih okurken sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Bir başka uyarım da şu olacak: Alıntılarda yer alan savlar tamamen tarihçilere aittir. Yanlış olması, zaman içinde yanlışlığının ispatlanmış olması mümkündür. Alıntılardaki savları mutlak doğrular olarak kabul etmeyin lütfen, o tarihçinin o konudaki iddiası/bulgusu olarak kabul edin.
Türklerde kurt neden atadır?
“Kavmin, hanedanın gerçek adı olan Asena aslında Türkçe kökenden gelmemektedir; her ne kadar Boodberg Asena’nın as’tan, ‘dağı aşmak’tan türediğini ileri sürse de, ilk hükümdarların adları daha çok İran adlarını çağrıştırmaktadır. Köken söylencesinde bu kavim açık gözlü ve kızıl sakallı olarak betimlendiğine göre bu ad ne proto-Türkler’den ne proto-Moğollar’dan olan Vusunlar’dan alınmıştır.
Ana tema, yani suya bırakılan bir oğlan çocuğu ve onu kurtaran bir kadın, bir erkek ya da bir hayvan teması evrensel bir temadır. Bu temayı Nil’e bırakılan ve sonra firavunun kızı tarafından kurtarılan Musa’nın, Tiber Irmağı’na bırakılan ve dişi bir kurt tarafından büyütülen Romulus ve Romus’un öyküsünden tanıyoruz.
20. yüzyılda kimi Türk milliyetçileri ‘etrüsk’ ve ‘türk’ seslerinin yakınlığından yola çıkarak Tu-kiu ve Etrüsk-Roma söylencelerinin benzerliğini kullanarak, atalarının bir bölümünün Roma halkının soyundan geldiğini ileri sürer.
Ata kurda gelince, halkın ve hükümdarın koruyucusu –belki de putudur, her ne kadar puta taparlık burada ortaya çıkmayan bazı yapılar gerektirse de- olacaktır. Altından bir kurt başı bayrak ve sancakları süslemede kullanılır ve kurdun ordunun başında yürüdüğü söylencesinden dolayı, ordunun ön saflarında yürüyen birliklere ‘kurtlar’ adı verilir.
Kağan her yıl ata mağarasında adaklarda bulunur ve imparatorluğun bir ucundan ötekine tüm kavimler dişi kurdu yüceltir ve över, neredeyse tanrısallaştırır. Yaklaşık beş yüz yıl belleklerden silinmez ve her zaman gönderme yapılan kaynak olarak varlığını korurlar, öyle ki Moğol İmparatorluğu döneminde bu imge yeniden ortaya çıkar.
Cengiz Han mitolojisini inceleyenler tarafından bu kurt ‘ata’ ilan edilerek eski ihtişamını yeniden kazanır ve kuşkusuz bu sefer zaferi daha büyük olur.” (1)
Iduk ne demektir?
“Iduk mübarek demektir.”
“… Mamafih Türklerin başka tabiat varlıklarını da ıduk saydıklarını biliyoruz. Mesela Gerdizi İrtiş boylarında yaşayan Kimekler’in bu ırmağı ululadıklarını, ona yükündüklerini, yani secde ettiklerini ve hatta onu kendi rabbleri (huday) tanıdıklarını yazar.”
“Kaşgarlı’da ızuk=ıduk Tağ sözü de geçiyor ve bu sarp ve uzun dağ (el-cebelu’l-mani’u’t-tavilu) şeklinde izah ediliyor. Bilge Kağan’ın da Ötüken Yış’ı (ormanlık dağ; Altın Yış =Altay dağları) ıduk ile vasıflandırdığını gördük. 11. yüzyılın Gazneli müelliflerinden Gerdizi, eski kaynaklara dayanarak aşağı Çu ırmağının sol kıyısındaki köylerden bahsederken bu köylerin yanındaki dağı Türklerin uğurlu saydıklarını, bu dağın üzerine and içtiklerini ve Ulu Yaradan’ın orada oturduğuna inandıklarını belirtir.
Minorsky’nin de dediği gibi Türgiş hükümdarı Su-lu Kağan’ın korusu bu dağ veya bu dağın bir kısmı olabilir. Taberi, Su-lu Kağan’ın 737 yılında Araplar’a karşı giriştiği meşhur sefer dolayısıyla şunları yazıyor: Ali b.Muhommed yaşlıların şunları anlattıklarını bildirdi. Onlar şöyle söylediler: (Huttal hakimi) İbnü’s-Sai’ci Hakan Ebu Muzahim’e (Su-lu Kağan) mektup yazdı. Biz, Arablar’a sıkıntı verdiği için, bu hakana Ebu Muzahim (zahmet verici) künyesini taktık. İbn Sai’ci Nevaket’te bulunan hakana (Horasan valisi) Esed’in Huttal’a girdiği ve askerini varlığı anlaşılmayacak bir halde dağıttığını bildirdi. Mektub hakana ulaşınca askerlerine hazırlanmalarını emretti. Hakan’ın bir çayırlığı ve bir korusu (dağı) vardı ki, buralara kimse yaklaşamaz, oralarda kimse av avlayamazdı. Bunlar sefer için korunurdu. Sefer zamanı üç gün çayırlık ve üç gün de dağa girilmesine izin verilirdi. Böylece hazırlandılar; av hayvanlarını derilerini sepileyip ondan yancıklarını (azık torbası) yaptılar. Hakan gemli ve eyerli soy atını (berdhun) isteyip bindi, bir koyun kestirip terkiye bağlattı ve içinde bir miktar tuz bulunan keseyi de kemerine soktuktan sonra her askerin böyle yapmasını buyurdu ve ‘Huttal’da Araplar ile karşılaşacağınız zamana kadar azığınız budur’ dedi. (2)
Allah bizim Tengri dediğimiz yüce Tanrı’dır!
“….13. yüzyıl tarihli bir metinde –İslamiyet’in kabul edilişinden iki yüz yıl sonra- her tür söylevin başlangıç cümlesi Bismillahirrahmanirrahim, ‘Bağışlayan ve esirgeyen Allah’ın adıyla’ şu biçimde yorumlanmıştır: ‘Allah bizim Tengri adını verdiğimiz yüce Tanrı’dır, Rahman ‘Bağışlayan’ demektir.’
Okumayı bilen Müslüman bir Türk’ün hâlâ Tanrı’nın Arapça adını bilmiyor olması olanaklı mıdır! 20. yüzyılda, Sünni hayvan yetiştiricileri göçmen Yörükler, Türkiye’nin güneyindeki ‘Şii’ yani Alevi göçebe ormancı tahtacılar arasında yürüttüğüm araştırmalar sırasında İslamiyet öncesi inanışlarıyla ilgili pek çok özelliğin korunduğunu, en azından Tahtacılar’da Müslüman olgulardan çok dindışı geleneklere rastlandığını gördüm.” (3)
Türklerin dinlere karşı hoşgörüsü sonsuzdu
“Hindistan’da doğmuş olan Budizm’in Çin yönündeki yayılma yollarından biri Orta Asya olmuş; orada sağlam ara durakları inşa etmiş ve bugün artık bildiğimiz gibi ana yollara, M.S. ikinci yüzyıldan başlayarak, Hintli, Parth, Yüe-çi misyonerler salmıştı.
Bunlardan birçoğu, Türkler tarafından nasıl iyi karşılandıklarını anlatan tanıklıklar bırakmışlardır.
574 ile 584 yılları arasında Tu-ku-e’lerin yanında kalmış olan Jinagupta onların arasında serbestçe vaaz vermişti. Prabhakaramistre (626) onlara Budizm’in yasasını öğretti ve onları coşturdu: ‘Hükümdarda, son derece özel bir güven ve uysallıkla karşılaşmıştı.’
Hiuan-Thsang ise, konuğu olduğu bu kimselerin erdemlerini ve anlayışlılıklarını anlata anlata bitirememektedir. Dolayısıyla, demek ki, tıpkı Yahudilerin, Bizanslılar’ın pogromlarından kaçabilmek için Hazarlar’a sığınmaları gibi bir ara Çinlilerin zulmüne uğrayan Budistlerin Türklere sığınmaları için de içlerinde onlara yönelik en küçük bir eğilim bulunması yeterli olmuştu.” (4)
Türkler boğa ve ineği tanrının sembolü sayardı
“İslamiyetten önce Türklerde boğa ve inek cinsinden hayvanlar bir ruhun veya tanrının sembolü olan ongunlardan sayılıyordu. Nitekim İslamiyet’ten sonra tespit edilen rivayetlerde Şamanist Yakutlar boz ineği kutsal ataları arasında sayıyorlardı.
İslamiyet’ten evvelki Türklerde boğa veya öküzün alplık ongunu veya timsali olduğu da anlaşılmaktadır. Alplık ongunu olan öküz veya boğa dolayısıyla yiğitliğin ve güçlülüğün de timsali olmaktadır. Zaten boğanın adına bazı sıfatlar ekleyerek çocuklara isim verme geleneği Orta Asya’da hala yaşamaktadır.” (5)
Fadime Ana eli nedir?
“Doğumu zor olan kadınlar için, bazı köylerde kayın ağacının beş budaklı dalından yapılmış, sembolize bir el vardır. Elin üzeri renkli çaputlarla, madeni takılarla, kokulu kuru karanfillerle donatılmıştır. Buna ‘Fadime Ana Eli’, ‘Meryem Ana Eli’ derler.
Doğumu zorlaşan kadın olunca, bu ağaç el, bir tas suya bırakılır. Ağaç açıldıkça, doğumun kolaylaşacağına, bebeğin su gibi akıp geleceğine inanılır. Zaman zaman, tastaki sudan sancı çeken kadına yudum yudum içirilir.” (6)
İslam Türklerin aklına pek yatmadı ama…
“İslam ölülerin, zaman kaybetmeden törensiz çölde yazısız bir mezar taşı altına gömülmesini gerektirir. Türkler farklı cenaze törenleri düzenlemeyi sevmektedirler, mezarı gösterişli bir biçimde düzenlemekte, yazıtlar yazmakta ve tapınaklar dikmektedirler.
İslam’a göre hayvanların kanları akıtılır, ama bu kanların kullanılması yasaktır. Türklerse kanın bedende kalması gerektiğine inanır ve onların inançlarına göre bir tek damla bile boşuna akmamalıdır.
İslamiyet şans oyunlarını yasaklarken Türkler kadınlarını ve çocuklarını tehlikeye atacak kadar bu tür oyunlara düşkündürler (Irk Bitig). İslamiyet gusül aptesini salık verirken, cinsel ilişkiden sonra vücudun kirlendiğini öne sürerek gusül aptesi alınmasını ve tuvalet ihtiyaçları giderildikten sonra genital organların yıkanmasını zorunlu kılarken, Türkler suyun bedenden çıkan pisliklerle kirletilmesine karşıdır.
Bu çatışmalar kimi zaman Türkler, kimi zaman da İslamiyet lehine çözümlenmiştir. Cenaze törenleri İslam dünyasında bir gelenek olur. Türkler İslamiyet kurallarına göre kurban kesmeye başlar. Gusül aptesi alırlar ya da içlerinden en inatçıları alıyormuş gibi yapar. Aptes almaktan çekinen toplulukların hâlâ var olduğunu gördüm. Bunlar için Alevilik uygun bir sığınaktır, çünkü Alevilik gerekli olduğunda kendini gerçekte olduğundan farklı gösterme yolu olan takiyyeyi kabul eder, hatta salık verir.” (7)
İslâm’ın tersine cins ayrımı yoktur, Türklerde erkek şaman doğum yaptırabilir!
“Türkler kadınların İslamiyet’e karşı konumunu desteklerler, bunu korumak için çok isteklidirler. Hatta kadınların kendi toplumlarındaki konumlarını örnek olarak sunmuşlardır. Bu İranlıları, en azından geleneklerin bu konuda daha özgür olduğu Sogdlar’ı rahatsız etmemiş olabilir.
Uzun süre Şamanizm’in cinsler arasında ayrım yapmamayı yüceltişi yadsınmıştır. Örneğin erkek bir şaman, bir kadın yerine doğum yaptırabilir. Türkçede cinsiyet yoktur, yani erkek ya da dişi ayrımı yapmak gerektiğinde cinsiyeti söylemekle yetinirler.
Bu olgular ve benzer örnekler, her iki cinsin eğitiminin aşağı yukarı aynı olduğunu, her cinsin kendine ait, karşı cinsin yerine getirmek zorunda olmadığı görevleri olmasına karşın –kadınlar için çocukları yetiştirmek, dikiş dikmek, iplik eğirmek, inek ve koyun sağmak, erkekler için kısrakları sağmak ve silahları temizlemek gibi- giyimde ve yaşam biçiminde aynı tarzlara sahip olduklarını ortaya çıkarıyor.
Cinsler arasında farklılıkların az olması kadınların dişiliklerini unuttuğu anlamına gelmez. Aksine kadınlara değer verilir ve erkekler her fırsatta bunu dile getirir: (…) Siyah saçları topuklarını saran kadınım (…) yay kaşlı yarim (…) küçük ağızlı (…) sonbahar elmaları gibi yaldızlı gözlü…
Genelde, cinsiyetleri giysiler ardında saklandığından güzel bir kadının göğsüne dalgınlıkla dokunmak uyarıcı bir reflekstir: Bu hareket zamanla bir düğün âdeti olur.” (8)
Müslüman olan ilk Türk devleti hangisiydi?
“900’lerde bugünkü Kazan’ın güneyindeki Orta Volga bölgesindeki Bulgar hükümdarı Almış Müslümanlığı resmen kabul ediyor. Bazıları ilk İslamiyet’i kabul eden Türk hükümdarının bu olduğunu söylerler. Tabii bu biraz büyük devlet anlamındadır. Halbuki daha önce Cürcen bölgesinde Emevi döneminin ortalarında bugünkü Türkmenistan’ın güney ucundaki Sul Prensliği kabul etmiştir. Daha sonra Mehdi zamanında Karluk yabgusu Müslüman olmuştur.” (9)
Müslüman olmuşlardır ama hâlâ Şamanist dua söylenir!
“Çocuğa ad veren ihtiyar, gerek Şamanistlerde ve gerek Müslüman Türklerde şu duayı söyler:
Adın Yaşar olsun! Beşik bağın berk olsun!
Arkanda küçük önünde büyük kardeşlerin olsun!
Beşik bağın kopmasın!
Arka eteklerine davar, at sürüleri bassın!
Ön eteklerine çocuklar bassın!
Benim gibi ak sakallı, sarı dişli ol!
Ak dişlerin sararsın, kara saçların ağarsın!” (10)
Nevruz, Nawres, Noyruz, Nawrız, Noorus, Nayruz, Naruz…
“Eski Türklerde İranlıların yıl-başı olarak kabul ettikleri gün Farsça bir kelime Nevruz terimiyle ifade edilmektedir. Kelimenin anlamı Yeni Gün demektir. Nevruz güneşin koç burcuna girdiği gün olup, miladî 22 Mart’a, Rumî 9 Mart’a gelmektedir.
Nevruz Türkiye’de; Sultan Nevruz, Kırım’da Nawres, Çuvaşistan’da Naurus, Azerbaycan’da Norus-Noyrus, Başkurdistan’da Noyruz, Kazakistan’da Nawrız, Kırgızistan’da Noorus, Özbekistan’da Nayruz, Tataristan’da Naruz ve KKTC’de Mart Dokuzu olarak isimlendirilmektedir.
Türkler Nevruz’u Sultan Nevruz olarak kutlamaktadır. Türklerin Nevruzla ilgili anlatılarının en önemlisi bugünü bir kurban günü kabul etmeleridir. Bu nedenle Nevruz Ergenekon veya Bozkurt bayramı olarak da kabul edilmektedir.
Alevi ve Bektaşilerde ise Nevruz; Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilmektedir. Yine aynı gün Hz.Ali ile Fatma’nın evlendiği gün olarak kabul edilmektedir.” (11)
“İslama geçerlerse ne ile geçinirler?”
“Deşt-i Kıpçak’taki Moğol ve Türk göçebeleri arasında (14.yüzyıla doğru Moğollar’ın Türkleşme processus’u artık oldukça derinleşmişti) İslamlık başarı kazanamamıştı. Burada Türk hanlarından birisi tarafından 13. yüzyılda Emevi halifesi Hişam’ın (724-743) elçisine söylenen sözleri hatırlamak kabildir: ‘Türkler arasında ne berber, ne kunduracı, ne terzi vardır; eğer İslamlığı kabul eder ve İslamlığın emirlerine uyarlarsa, ne ile geçinirler?” (12)
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
Devam edecek…
1 J.P.Roux, Orta Asya, S.131
2 Faruk Sümer, Eski Türkler’de Şehircilik, S.16-17
3 Roux, Orta Asya, S. 271
4 Roux, Türkler’in Tarihi, S.115
5 Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatı’nda Görülen Boğa (öküz, inek) Figürleri’nin Sembolizmi, Türk Dünyası Tarih dergisi Mayıs 1995
6 Sabiha Tansuğ, Anadolu Yaşamında ve Giyiminde Şaman İzleri, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri 1997
7 Roux, Orta Asya, S. 272
8 aynı yapıt S.272
9 Ramazan Şeşen, ODTÜ Tartışmaları, 37. Bölüm, 5.11.2000
10 Sabiha Tansuğ, Anadolu Yaşamında ve Giyiminde Şaman İzleri, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri 1997
11 (Gülsen Balıkçı, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası dergisi, Kültür Bakanlığı, Yıl:8, Sayı:19, 2000)
12 A.Yu.Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, S.99