Ekonomi literatüründe enflasyon vergisi; para basma (senyoraj) hakkını elinde bulunduran devletin, bu hakkını kullanarak para basmasını ve artan para arzının (stokunun) enflasyonu yükseltmesi sonucunda bireylerin reel alım güçlerinin düşmesini, tıpkı bir tür vergiymişçesine kişilerin ceplerinden paralarının bir kısmının alınmasını ifade eder.
Enflasyon vergisi kişilerin ve şirketlerin kazançları üzerinden alınan gelir ve kurumlar vergisi gibi doğrudan vergilere değil de, katma değer vergisi (KDV) ya da özel tüketim vergisi (ÖTV) gibi tüketim sırasında alınan dolaylı (harcama) vergilerine çok benzer. Harcama vergileri, az kazanandan da, çok kazanandan da, yani her gelir ya da servet düzeyindeki kişiden eşit oranda alındığı içindir ki adil olmayan vergilerdir. Aynı şekilde enflasyon vergisi de, insanlar arasındaki gelir düzeylerine bakmaksızın herkesin reel alım gücünü aynı düzeyde azalttığı için son derece adaletsiz bir olgudur. Yüksek enflasyon ve bu durumun yarattığı fiili vergilendirme etkisi, başka bir açıdan da oldukça dengesiz sonuçlara yol açar.
Şöyle ki; marjinal tasarruf eğilimleri yüksek olan toplumun üst gelir gruplarına dahil olan bireyler, yüksek enflasyon karşısında tasarruflarını, altın, döviz ya da başka finansal enstrümanlarda değerlendirerek, satın alma güçlerindeki kayıpları telafi edebileceklerken, tasarruf yapamayan ve marjinal tüketim eğilimleri yüksek olan sabit ve dar gelirli geniş kesimlerin gelirleri enflasyona ayak uyduramayacak, satın alma güçleri sürekli düşecek ve sistemli bir biçimde fakirleşeceklerdir.
Bir ülkede gelir dağılımını bozması, yükseldikçe gelir uçurumunu daha da derinleştirmesi itibarıyla yüksek enflasyon, çok çok önemli ve belki de en büyük makroekonomik sorundur. Toplum olarak özellikle 1980’li ve 90’lı yıllardan aşina olduğumuz yüksek enflasyon olgusuyla, bugün bir kez daha yüz yüze kaldık ne yazık ki.
Şu anda kırklı ve onun üstündeki yaşlarını süren insanlarımızın anılarında tazeliğini koruyan yüksek enflasyon günleri, hoşlanmadığımız ve bir an önce bitmesini dilediğimiz kötü bir filmin devamı olarak yeniden gösterime girdi. Geçmişte toplum psikolojisini ciddi bir biçimde bozmuş, özellikle sabit ve dar gelirli kesimler açısından yaşamı oldukça güçleştirmiş, yıkıcılığının ve şiddetinin boyutlarını “enflasyon canavarı” nitelemesindeki sertliğine bakarak tahmin edebileceğimiz yüksek enflasyon sorunuyla, bugün bir kez daha baş etmek durumundayız.
Ancak bir farkla ki; o tarihlerden bu yana köprünün altından çok sular aktı, toplumumuz hızlı bir biçimde değişti ve bugün tam bir tüketim toplumuna dönüşmüştü. Paranın ve tüketimin merkezinde yer aldığı, insanların büyük çoğunluğu açısından tüketebilmenin, kendini ifade etmenin yegane yolu ve mutluluğun ön şartı olduğu bu yeni yaşam biçimimizde satın alamamak, başa gelebilecek en büyük felaketlerden birisi olmuş durumda.
Bauman’ın da çok ince bir biçimde ifade ettiği üzere; “Tüketiyorum öyleyse varım veyahut tüketmek ya da tüketememek işte bütün mesele’” derecesinde tüketim bağımlısı olan insanımız açısından yüksek enflasyon ve eksik tüketim, birçok insan için yaşamı çekilmez kılıp içe doğru patlamalara yol açarak, her gün sayıları artan türlü insani trajediler yaşanmasına sebep olacak gibi gözükmekte.