Marketlerde donmuş sebzeler gittikçe çoğalır ve çeşitlenirken taze sebze tezgâhları tam tersine giderek hem miktar hem de çeşit bakımından fakirleşiyor.
Var olanların da genetiği değiştirildiğinden giderek daha tatsız daha lezzetsizler. Taze ve doğal olan her şey giderek çekilip alınıyor hayatımızdan. Raf ömürlü ve yapay, genetiği ile oynanmış, tuhaf renkleri olanlar işgal ediyor rafları ve tezgâhları. Taze ete erişim de giderek zorlaşıyor, zorlaşacak. O konuda da donmuş ete yönlendiriliyoruz. Taze ve doğal olana, belli ki, sadece zenginler ulaşacak. Organik ürün rafları bunun habercisiydi zaten.
Yediklerimiz böyle de biz insanlar ne kadar doğalız, ne kadar doğallıktan yanayız acaba? Hani komik hikâyeye dönüşmüş bir güncel fıkra var ya, burnu yapılmış, kaşları dövme, memeleri silikon, dudakları dolgulu, tırnakları jel kadının biri markete gitmiş de ‘’bu domatesler organik mi acabaaa’’ diye sormuş. Halimizi ne de güzel anlatıyor.
İnsanlık ülküsünü kaybeden insanın plastikleşmemesi mümkün değildi. Azmi rekabete, rekabeti düşmanlığa, başarıyı test çözmeye ve sadece akademik başarıya, demokrasiyi üç-beş yılda bir, o da canı isterse, keyfi yerindeyse oy vermeye indirgeyen insanın varacağı başka bir yer olamazdı. Vardığımız yer burasıdır. İnsanlık ülküsünün içeriğinde olan vefa, dürüstlük, paylaşım, yardımlaşma, ahlaklı olma ve benzeri kavramların yerinde yeller esiyor. Çıkarına düşkünlük, yalakalık, becerip bal yemek, bencillik ki bize onu bireysellik olarak yutturdular tıpkı “Bu yaptığın ahlaksızlıktır” demek yerine “Bu yaptığınız etik değil sayın bakan” demeyi dilimize yerleştirdikleri gibi. Kibar kibar insanlıktan çıkıyoruz yani. Ahh ne kadar da uygarız böyle.
Dünyaya harami kesilen insan hâlâ rol kesiyor. Kendine daha çok yer açmak için eti yenmeyen, sütü içilmeyen hayvanları ortadan kaldırma planları yapılıyor. Bütün “modern”, “uygar’” devletlerin yaptığı gibi. Bu konuda yapılan tartışmalarda kullanılan dile bakar mısınız? Uyutmak, sorunu çözmek, ötenazi yapmak… Ama asla ve katta katletmek değil, öldürmek değil. Ötenazi imiş. Şuraya bir tanım bırakalım: “Ümitsiz durumda olan hastaların acılarını dindirmek için hayatlarına tıbbı yollarla son verme’’ hakkı ya da iradesi. Ne alakası var? Ama kibarlaşmak lazım ki ölüm bile güzelleşsin, modernleşsin, avrupaileşsin.
Önce ekmekler bozuldu, demişti biri bir zamanlar. Hayır, önce insan bozuldu ya da kötülük yani kötü insanlar egemen olmaya başladı diyelim.
Kimdi kötü insan?
Doymak bilmeyendir, ne paraya, ne mevkiye, ne makama, ne mala mülke, ne şöhrete, ne alkışa… bir türlü doymayan, aç gözlü insan. Yatı, katı oldu uçak istedi bunlar. Uçakları oldu helikopter, o da oldu medya sahipliği. Bunlar sabah kahvaltısını İstanbul’da, öğle yemeğini New York’ta, akşamı Bangkok’ta bir otelin ellinci katındaki çatıda, portakallı ördek yeme arzusu duyanlardır. Bunlar bütün dünyayı karbon ayak iziyle simsiyaha boyayıp uzaya turistik seyahat planları yapanlardır.
Geriye kalanlar mı?
İşte onların da çoğunluğu dudaklarını dolduruyor, pazularını şişiriyor, tiktok’ta eğleşiyorlar.
Görsel: haberajandanet.com