Metin Gülbay
Orta sınıf neye yarar?
Vikipedi’de şöyle tanımlanıyor orta sınıf: Sosyal hiyerarşide orta kademede bulunan toplumsal sınıf. Genellikle aristokrasi ile işçi sınıfı ve alt sınıf arasındaki grubu tanımlar. Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte üniversite mezunu, görece yüksek ücret alan ve lüks tüketimde bulunan kişilerin içinde bulunduğu sınıf olarak tanımlanabilir.
Batılı ülkelerde orta sınıf, konumu aynı olmakla beraber eğitimli profesyonelleri de kapsar.
Orta sınıf ile ilgili bu kadar ayrıntı vermemin nedeni dindarların güçlü bir orta sınıflarının bulunmaması. Biraz yanlış kullanıyorum deyimi biliyorum, sınıf dememem gerekiyor, katman daha doğru bir sözcük sanki.
Böyle bir orta katmanları bulunmadığı için kültür alanında geri kalmış durumdalar.
Nedeni olmayan sonuç olmaz.
Hani hastalara ilaç yazabilmek için doktorlar nasıl kan testi yaptırıyor, MR, tomografi, ultrason çektiriyor, elle muayene ediyor, olmadı uzman hocalarına soruyor, sonra bir teşhis koyduğunda da doğru ilacı yazabilme şansına kavuşuyor ya, işte dindarların bir türlü beceremedikleri kültürde geri kalmalarının nedeni de doktorların izlediği bu yolları izlememeleri.
Kültür yaratamıyorlar, çünkü kültürü oluşturacak eğitimli bir orta katmanları yok.
Bugün Türkiye’deki Müslümanlar eğitimsiz, hurafelere inanan “ayak takımının” tahakkümü altındadır. Dinsel egemenlik bizzat onların seçtiği siyasiler eliyle bu takıma verilmiştir. Bu siyasetçilerin hiçbirinin çocuğu eğitimlerini Kuran kursuna giderek almaz. Belki yazları Kuran kurslarına giden vardır ancak bilimsel eğitim veren okullara gönderirler çocuklarını, hem de en iyilerine. Hurafelere inanan seçmenleri ise bu davranışı tabii ki hiç sorgulamaz.
Dünyanın hiçbir yerinde eğitimsiz kitlelerin üstün bir kültür yaratabildikleri görülmemiştir. Eğer dindarlar kendi orta katmanlarını yaratmak istiyorlarsa bunun ortamını oluşturacak olan da kendileridir. Yani bi zahmet…
Dindarların hurafelerden arınmaları gerekir öncelikle. Muhafazakârlık hurafelere inanmak değildir. Dindarların tarikat şeyhlerinin kendilerinden menkul değerlerini ellerinden almaları gerekir. Yani Kuran’ı tarikat şeyhlerinden kurtarmaları gerekir öncelikle. Sonra günün koşullarına uygun bir yaşam sürdürmeleri gerekir. Muhammed’in günün şartlarına, kendisine inananların koşullarına uymak yönünde nasıl çaba harcadığını daha önceki yazılarımdan birinde gördük. Muhammed’in özen gösterdiği bir şeyi ona inananların reddetmesi dinlerinin özüne aykırı olmaz mı?
Kendileri gibi düşünmeyen, giyinmeyen, yiyip içmeyen, eğlenmeyen kişilerin idam edilmesini, kafalarının kesilmesini istemek doğru bir şey midir, dindarların öncelikle bunu düşünmeleri gerekir. Hangi tek tanrılı dinde böyle bir şey vardır, bunu da sormalılar kendilerine. Bırakın tek tanrılı dinleri Budizm’de, Konfüçyanizm’de, Şintoizm’de bile böyle bir şey yoktur. Son saydığım üç inanca inananların sayısı 3 milyardan fazladır dünyada. Kafa kesilmesini, idamı savunanlara dönüp “saçmalamayın” diyecek bir orta katmana sahip olmadıkça dindarların ayak takımına teslim olmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur.
Muhammed’in kızlara büyük yardımı
İniş sırasına göre yedinci sırada olan Tekvir Suresi ayetlerinde “8-9-Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda; 10-Defterler ortaya serildiğinde; 11-Gökyüzü sıyrılıp açıldığında; 12-Cehennem ateşi harlatıldığında; 13-Cennet yaklaştırıldığında; 14-Kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır” denir.
Kız çocuklarının diri diri gömülmesine ilişkin Arap geleneğine karşı çıkan Muhammed kızları diri diri gömenleri cehennem ateşiyle tehdit eder bu ayetlerde. Hem de daha yedinci surede yani Kuran ayetleri henüz inmeye başlamışken.
Orta sınıflar ne ister?
Orta sınıf her ülkede aynı davranışları sergilemiyor. Her ülkenin orta sınıfı kendine özgü yani. Kimi ülkelerde orta sınıflar otoriter rejimleri destekliyor, güneydoğu Asya’daki bazı ülkeler gibi, kimisi de özgürlükçü sistemi savunuyor, Güney Kore’dekiler gibi. Sol veya sağ partilere oy versin orta sınıfların ortak noktaları var, sürekli bir işleri olsun, barınacak bir yerleri olsun, çocuklarını eğitecek iyi okullar olsun. Bu noktalarda ortaklaşıyorlar. Bir de tabii özgür olarak karar vermek istiyorlar, hiç kimsenin baskısını kabul etmek istemiyorlar.
Orta sınıflar aşırı uçları törpüler, daha doğrusu dizginler. Dizginleme işini onlara oy vermeyerek, onlara inanmayarak yapar. Orta sınıf ne kadar güçlüyse onların inandığı değerlerin ayakta kalma şansı o kadar artar. Aşırı uçlarla normal sonuçlara ulaşamazsınız.
Türkiye’de eskiden bir sağ orta sınıf vardı. Demokrasi konusunda sosyal demokratlarla uzlaşılmıştı. Süleyman Demirel de laiklikten yanaydı, Bülent Ecevit de. Demirel de seçimlerle iktidarın değişmesinden yanaydı, Ecevit de. Bu nedenle Erbakan ve Türkeş’in partileri marjinal partiler olarak kalmıştı. Uçuk kaçık fikirler hep marjinal olarak kalmaya mahkumdur normal işleyen demokrasilerde.
Ancak Demirel’in Milliyetçi Cephe kurup sağ orta sınıfı terk ederek daha sağa kaymasıyla birlikte 1990’dan sonra Milli Selamet Partisi’nin devamı Refah Partisi onun boşluğunu doldurmaya aday hale geldi.
AKP kurulduğunda da tam orta sağda değildi ama kendine muhafazakar demokrat diyen, ortalarda bir yerdeydi-takiye yapıyordu anlaşıldığı kadarıyla-. Haydi haksızlık yapmayayım. AKP değil de Tayyip Erdoğan diyeyim. Ancak AKP’nin aşırı sağa kaymasıyla (evet radikal İslam da aşırı sağdır, hem de en berbatından) orta sağ boş kaldı. İşin garibi otuz yıl öncesinin orta sınıf seçmeni de savruldu ve kimi AKP’nin peşine takıldı kimisi de ırkçıların peşine.
Değer sistemleri yok
Toplumsal değer nedir, ne işe yarar?
“Değer, insanlarla beraber var olan en önemli kavramlardandır. İnsanın varlığıyla beraber bu kavramın da var olduğu bilinmektedir. Bu değerler, İnsanlar tarafından kabul gören, arzulanan önemli hedefler, amaçlar ve maddi-manevi, olumlu- olumsuz her türlü benimsenen ve insanların hayatında etkin olan şeydir. Toplumlar mevcudiyetlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için bu değerlere ihtiyaç duyarlar. Bu değerlerin toplumları etkileyebilmesi, onların toplumu oluşturan bireyler tarafından kabul edilip, içselleştirilmesi ile gerçekleşecektir. Bu değerler, insanlar için en önemli değer olan yaşama hürriyetini korumalı ve sürdürülebilirliğini sağlamalıdır. Bireyin yaşama hürriyeti, en değerli hazinesidir. Bu hazineyi korumak ve sürdürmek bütün insanlığın en önemli sorumluluklarından biridir. Toplumlar ancak yaşama hürriyeti güvence altına alınan bireyler tarafından sürdürülebilir. Sevgi ve aşk bağlamında yaşama hürriyeti, yeni nesillere bütün insanlık tarafından içselleştirilmesi gereken en önemli toplumsal ve evrensel bir değerdir.” (1)
Toplumsal değerler toplumsal katmanlar tarafından da içselleştirilmelidir. Her katmanın kendince bir değerler sistemi olmalıdır. Bu sayede varlıklarını sürdürebilirler. Örneğin bizim toplumumuzda sekülerlerin de, dindarların da, ateistlerin de vb. de birer değer sistemi olmalıdır. Bu sistemlerin tümünün birbiriyle aynı olmaları gerekmez. Ortak noktaları ise işte yukarıda özetlenen gibi olmalıdır.
Peki yaşadığımız durum bu mudur?
Hepsinin kendine özgü birer değerler sistemi var mı? Herkesin kendince bir yanıtı olacaktır ama buna “kesinlikle vardır” diyebilmek pek mümkün değil, en azından ben “vardır” diyemiyorum. İşte sorun da burada zaten.
Dindarların kendilerine özgü bir kültür yaratamamalarının nedeni bir değerler sistemine sahip olmamaları. Kuran bir değerler sistemi değildir. Kuran sorgulanamayacak bir kutsal kitaptır çünkü. Sorgulanamayan bir şey de sizi engeller. Bu yüzden Kuran’ın kutsallığını koruyarak bir kenara bırakılması ve eğitime önem verilmesi gerekir. Kız çocuklarının okutulmaması örneğin kültür yaratamamanın, kültürde geri kalmanın en önemli nedenidir. Kız çocukları yarının anneleridir. Yani erkek ve kız çocuklarını yetiştirecek olan kadınlardır. Eğitimsiz annelerin yetiştireceği çocukların hiçbir işe yaramayacağını tahmin etmek hiç zor değil.
“Kızların üniversiteye gitmesi haramdır” diyen hurafecilerin dindarlara nasıl bir katkısı olabilir ki? Dindarlar buna izin verdiği müddetçe kültür yaratamama sorunu varlığını sürdürecek ve giderek de büyüyecektir.
Kuran kutsal bir kitaptır ve kişiyle Allah arasındaki bir akittir. Buna ister inanırsınız, ister inanmazsınız. Bu cümleye, dindarların da inanması gerekir. İster inanır, ister inanmaz! Kuran’daki başka insanları yok etmeye yönelik emirlerin Arap kabileleri arasındaki siyasi bir çatışmada siyasi egemenliği ele geçirmek olarak anlamak gerekiyor. Diğer yandan Yahudi Arap kabileleri (*) de var. Onlarla da savaşıyor Muhammed o zamanlar unutmayın ki.
Neyi niçin yapamıyorlar?
Dindarlar arasından da protest müzik yapan gruplar çıktı yakın zamanda ancak cühela tarafından derhal “boğuldular”. Oysa bu ümit veren bir çıkıştı. Kuran’ı düzyazı gibi değil bir bestesi varmış gibi okuyanlar müziğin İslam’da yasak olduğunu savunarak gençleri susturdu. Oysa ezan da Kuran da müzikli okunuyor. Niye resmi duyuru gibi okumuyor müezzinler ezanı diye sormak lazım bu cühelaya.
Sonra dindarların resim yapması da yasak. Halbuki Muhammed bile resmedilmiş o çağda tabii yüzünü resmetmemişler. Muhammed’i resmetmemek başka, resmin yasaklanması başka. Resim niye yasak olsun ki?
Bir diğer sanat alanı heykel, bu da yasak. Çünkü heykel putmuş. Heykel ona taparsan put haline gelir. Bir sanat eseri olarak algılarsan niye put olsun? Ama cühela bunun da yasak olduğunu savunuyor ve dindarları esir alıyor bu konuda da.
Spor yapmak da yasak, daha doğrusu yasaktı, neyse şimdilerde kendilerine özgü giysileriyle kız takımları veya bireysel yarışmalarda Müslüman ülkelerin kızları uluslararası yarışmalara katılır gibi oldu. Hurafeciler buna bile karşılar ama. Kadınlar hiç olmasın diyorlar yani. O zaman erkekleri kim doğuracak acaba?
Dinsel yasaklar ile sapıkların söyledikleri arasında fark vardır. Türkiye’de şimdi bu artık iç içe geçmiş durumda. Örneğin bir sapık çıkıp “kadınlar şöyle gülmesin, şöyle giyinmesin, şöyle yürümesin tahrik oluyoruz” diyor ve buna katılan binlerce kişi sosyal medyada destek iletileri gönderiyor. Oysa bunları söyleyenler sapık, dindar falan değil, kadına bakınca pipisi kalkan sapıklarla dindarların ne işi var? Bunlar hasta kategorisindeki insanlar, normal değiller. Öyle giyinen, yürüyen, gülen varsa bakmazsın olur biter.
Seni taciz ederse de güvenlik güçlerine başvurursun, işte yapacağın şey bu kadar.
Sinir kat sayınızı yükselttiysem özür dilerim. Aslında bu yazıyı dindarların okuması gerekiyor tabii sizlerin değil. Siz zaten aklın yolunda olan insanlarsınız.
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta dilerim.
KAYNAKLAR
* Medine’de yaşayan bu kabilelerin adları Benî Kaynukā‘, Benî Nadîr, Benî Kurayza idi. Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine’deki Arap ve yahudi kabileleriyle yaptığı Medine Sözleşmesi denilen antlaşmaya Benî Kurayza Yahudileri Evs kabilesinin müttefiki olarak katılmışlardı. Bu antlaşmada Yahudilerin can, mal ve din hürriyetleri garanti altına alınmakta, öte yandan Medine’ye herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda onların şehrin savunmasına katılmaları, Kureyş ile ve Müslümanların diğer düşmanlarıyla ittifaka girmemeleri öngörülmekteydi.
https://islamansiklopedisi.org.tr/kurayza-beni-kurayza