İnsanda zihnin mi dili geliştirdiği, yoksa dilin mi zihni geliştirdiği sorusu yüzyıllardır filozoflar ve bilim insanları arasında tartışılan gizemli sorulardan biridir.
Dilin kökeni ve evrimi, insanın bilişsel, sosyokültürel ve anatomik evrimiyle kesişen ve paralellikler gösteren bir süreçtir. Bu diyalektik süreç, kuşaklar boyunca aşamalı bir değişim ve adaptasyon yoluyla ilerlemiş ve sonunda günümüzdeki dil çeşitliliğini oluşturmuştur. Evrimsel bir perspektiften bu konuyu ele almak, dil ve zihin arasındaki ilişkiye dair daha geniş bir anlayış sunmaktadır.
Homo türünün evrimi sürecinde, beynin ve ses üretim organlarının eş zamanlı olarak geliştiğini gösteren ikna edici bilgiler bulunmaktadır. Bu anatomik değişimler, konuşma kapasitesinin ortaya çıkabilmesi için temel bir gereklilikti. Özellikle beyin hacmindeki artış ve larenksin (gırtlak) daha aşağı konuma kayması, sesleri kontrol etmeyi olanaklı kılmıştır.
Bu fiziksel değişimlerin yanı sıra, dilin evrimi soyut düşünme, yaratıcılık ve problem çözme yeteneklerinin artmasına olanak tanımıştır. Bu bilişsel kapasitelerin, insanın sağ kalma ve üreme şansını önemli ölçüde artırdığı ve Homo türünün evrimsel başarısında kritik bir rol oynadığı düşünülmektedir.
Dilin kökenine dair teorilerden biri, dillerin doğadaki seslerin insanlar tarafından model alınmasıyla tetiklendiğini öne sürer. Bu hipoteze göre, doğa sesleri insanın tarih sahnesine çıkışından önce var olmuş ve bu sesler dillerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Doğada kendiliğinden oluşan sesler, zamanla soyut bir boyut kazanarak anlamlı sözcüklere ve cümlelere dönüşmüştür.
Tokyo Üniversitesi’nden dil bilimci Shigeru Miyagawa ve ekibi, bu hipotezi destekleyen bulgulara dayanarak, erken atalarımızın hayvan seslerini örnek alarak iletişim geliştirdiklerini ileri sürmüştür. Bu çalışmalar, doğadaki ses zenginliğinin dillerin gelişimi için temel oluşturduğunu göstermek açısından önemlidir. (*)
Miyagawa, insan beyninin evrimsel süreçte doğadaki tınıları yansılamaya yönelik bilişsel bir düzenek geliştirdiğini ve dilin bu düzenek üzerine yapılandığını savunmaktadır. Bu mekanizmanın nasıl işlediği tam olarak bilinmemekle birlikte, doğada sağ kalmaya yönelik “içgüdüsel bir davranış” çıktısı olduğunun altı çizilmektedir.
Bu hipotezin temel önermesi; “eğer sesler doğada insanın varoluşundan önce olmasaydı, taklit edilecek akustik uyaranlar bulunmayacağından, insanın dil geliştirmesi mümkün olmazdı” diye özetlenebilir.
Rastgele genetik mutasyonlar, doğal seçilim ve ses taklitlerinin geliştirilmesi, insan iletişiminin evrimine birlikte katkı sağlayan faktörlerdir. Bebeklerin yakın çevredeki sesleri taklit ederek dil öğrenmeleri gibi, erken insanların da çevrelerindeki sesleri taklit ederek dilleri geliştirdikleri varsayılabilir.
Birçok modern dilde hâlâ dere, şelale, yaprak, ateş, rüzgâr, yağmur ve gök gürültüsü kaynaklı doğa seslerini çağrıştıran sözcükler bulunmaktadır. Örneğin şırıltı, hışırtı, çıtırtı, uğultu, şıpırtı, gürültü gibi sözcükler dil ve çevre arasındaki arkaik etkileşimin birer yansıması olarak görülebilir.
19. yüzyılda, dillerin nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklamak amacıyla bir dizi hipotez ortaya atılmıştır. İşte bu hipotezlerin ilginç adları ve kısa açıklamaları:
- Ding-Dong Hipotezi: İlk sözcükler, doğadaki tınılardan esinlenerek türetilmiş olabilir. İnsanlar çevrelerindeki işitsel uyaranları taklit ederek iletişim kurmaya başlamış olabilirler.
- Pooh-Pooh Hipotezi: İlk sözcükler, duygusal tepkilerden doğmuş olabilir. Ah, vah, oh, of, pof, püf, tüh gibi basit ünlemlerle yapılan duygusal dışavurum, dilin temelini oluşturmuş olabilir.
- Bow-Wow Hipotezi: İlk sözcükler hayvan seslerinin taklidiyle türetilmiş olabilir. İnsanlar, çevrelerindeki hayvanların çıkardığı sesleri taklit ederek iletişim kurmaya başlamış olabilirler
- Ta-Ta Hipotezi: İlk sözcükler, işaret diliyle eş zamanlı olarak türemiş olabilir. İnsanlar, el kol hareketleri, mimikler ve çeşitli işaretler kullanarak iletişim kurmaya başlamış olabilirler.
- Yo-He-Ho Hipotezi: İlk sözcükler, fiziksel efor seslerinden doğmuş olabilir. İnsanlar bir uğraş ya da diğer fiziksel aktivite sırasında çıkan seslerle iletişim kurmaya başlamış olabilirler.
- La-La Hipotezi: İlk sözcükler, müzikli, sesli aktiviteler sırasında yansıyan seslerden doğmuş olabilir. İnsanlar, ritmik ve melodik ifadelerle iletişim kurmaya başlamış olabilirler.
Yukarıda bahsedilen hipotezlerin bir kısmının ya da tamamı az ya da çok doğru olabilir. Bu teoriler, özellikle de ilgi çekici isimleri nedeniyle, çok sayıda farklı yayında geniş bir şekilde yer aldığından, burada kısaca değinmekle yetindik.
Bununla birlikte, bu hipotezleri ileri sürenlerden bazıları daha sonra argümanlarını geri çekmiştir. Örneğin La-La hipotezinin yazarı Otto Jespersen, görüşlerinin değiştiğini ve hipotezinden vazgeçtiğini belirtmiştir.
Dilin oluşumuna ilişkin öne çıkan yeni hipotezler genellikle gen-kültür etkileşimi ve sosyal beyin eksenlidir. Bir görüş, genetiğe ve kültürel etkileşime odaklanırken, diğer bir görüş ise dilin, insanların karmaşık sosyal gruplar halinde yaşaması, iş birliği geliştirmesi ve fikirlerini paylaşmasıyla evrimleştiğini savunur.
Son zamanlarda primatoloji, sinir bilim, genetik ve antropoloji gibi farklı disiplinlerden elde edilen bulguların birleştirilmesiyle disiplinler arası çalışmalar yeni bir ivme kazanmıştır. Bilim insanları, elde ettikleri yeni bilgilerden yararlanarak farklı bazı hipotezler geliştirmeye devam etmektedir.
Son araştırmalar, dil evriminin tek bir nedene indirgenemeyecek kadar karmaşık bir süreç olduğunu ve bu konuda daha kapsamlı bir yaklaşım gerektiğini ortaya koymaktadır. 21. yüzyılda beyin ve zekânın biyolojik temelleri hakkındaki bilgilerimiz hâlâ sınırlı olsa da, bu çalışmalar dilin başlangıcına dair önemli ipuçları sunmaya devam etmektedir.
Aşağıdaki altı senaryo, dilin gelişimini etkilediğine inanılan faktörlere göre sıralanmıştır.
- Dil Bilişsel Süreçleri Tetikledi: İnsan önce konuşma dilini keşfetti ve bu keşif insan bilişselliğini destekleyerek daha sofistike düşünce biçimlerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırdı
- Bilişsel Süreçler Dili Tetikledi: İnsanda önce bilişsel kapasitesinin gelişti ve dil bu sürecin bir yan ürünü olarak ortaya çıkarak diğer bilişsel yeteneklerle birlikte evrildi
- Doğal Seçilim Dili Tetikledi: Ayıklanma baskısı, insanda bilinç modüllerini aktarımlı olarak şekillendirerek dili tetikledi ve dil, adaptif doğası sayesinde evrimleşti
- Artan İletişim İhtiyacı Dili Tetikledi: Nüfus artışı ve sosyal yapıların genişlemesi iş birliğini hızlandırdı ve artan iletişim gereksinimi dilin evrilmesini sağladı
- Araç Kullanımı ve Kültürel Evrim Dili Tetikledi: Sosyal öğrenme, kültürel birikim ve bu birikimi yeni kuşaklara aktarma süreçleri dilin evrilmesini sağladı
- Sözsüz İletişim Dili Tetikledi: İşaret dili, beden dili ve mimik gibi değişik modlu sözsüz iletişim biçimleri dilin evrilmesini sağladı (**)
(Kaynak: Elliot Murphy, 2020, The Oscillatory Nature of Language, Cambridge U.P.)
Sonuç olarak, bu senaryolar dilin çok yönlü doğasının daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını kolaylaştıran önemli perspektifler sunmaktadır. Her biri kendi güçlü ve zayıf yönlerine sahip olan bu senaryolar, dilin dinamik evrim sürecini anlamaya yönelik güçlü çabalarımızı yansıtmaktadır.
Ancak, dil evriminin karmaşık doğasını tam olarak açıklayabilen bir teori henüz geliştirilememiştir. Dilin kökenini açıklamak için, yukarıda verilen hipotezler ve senaryoların bir kombinasyonunu dikkate almak daha tutarlı olacaktır.
Bu kombinasyon, dilin hem biyolojik hem de kültürel etkenlerin karmaşık etkileşimi sonucu ortaya çıktığını ve evrimsel süreçte nasıl şekillendiğini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Böylece, dilin evrimi üzerine yapılan araştırmalar, dilin nasıl ortaya çıktığına dair daha bütüncül bir bakış açısı sunabilir.
(*) Kaynak: S. Miyagawa, 2013. “The emergence of hierarchical structure in human language,” 10.3389/fpsyg).
(**) Kaynak: Elliot Murphy, 2020, The Oscillatory Nature of Language, Cambridge U.P.