Dilin evrimi, toplumları ve kültürleri biçimlendiren karmaşık bir dönüşüm sürecini temsil eder ve evrimsel öykümüzün en heyecan verici konularından biridir. En eski dillerin doğuşundan bu yana dil, çeşitli değişim ve gelişim evrelerinden geçerek bugünlere gelmiştir.
Dilin evrimleşme yeteneği sayesinde, bizler bugün çevreye uyum sağlama ve yeni düşünce ya da duyguları daha iyi iletmede atalarımızdan daha iyi durumdayız. Ayrıca, yeryüzünde en sıcak ve en soğuk yerler de dâhil, göç ettiğimiz her yere dilleri de götürerek yaşamlarını sürdürmelerini sağladık.
Dahası, yalnızca konuşma dili ile sınırlı kalmayıp yazıyı da geliştirerek iletişimin daha kalıcı bir formunu oluşturduk.
Diller doğar, kullanıldıkça gelişir, büyür ve çevreye uyum sağlamak için evrimleşir. Dil, toplumların ve kültürlerin sürdürülebilirliğinde kritik bir rol oynar ve sürekli olarak çevresel koşullara ve iletişim ihtiyaçlarına adapte olur.
Bununla birlikte, bazen bunun tersi olur, bir dile artık gereksinim duyulmadığında kaybolabilir. Bu yüzden, işlevsellik bağlamında uygun bir habitata sahip olmayan dillerin kullanılma, gelişme ve dolayısıyla hayatta kalma şansı daha düşüktür.
Bir dilin işlevselliği azaldığında ve/veya son konuşan kişiler öldüğünde, pratik olarak kullanılamaz hale gelir ve tarih sahnesinden silinir. İnsanoğlunun varoluşu boyunca binlerce dilin doğup öldüğüne inanılmakta.
Dillerin kaybolması, insanlık için düşünce dünyamızın zenginlik ve çeşitlilik kaybı anlamına gelmektedir, ancak burada oluşan ayıklanmaya karşı koyma şansımız yoktur. Şu anda dünya genelinde yaklaşık 7.110 dil konuşulduğu, ancak yaklaşık 2.500 dilin tehlike altında olduğu düşünülmektedir.
Charles Darwin, evrim teorisiyle birlikte dillerin kökeni konusuna da ilgi göstermiştir.
1830’ların sonlarından itibaren bunu biyolojik evrime benzer bir şekilde açıklamaya çalışmıştır. Özel defterlerinde hayvanların iletişimsel gücü, yeni sesleri öğrenme kapasiteleri ve hatta bunları sözcüklere bağlama yetenekleriyle ilgili notlar bulunmaktadır.
Darwin, hayvanların ve insanların doğal çığlıkları arasındaki benzerliklere dayanarak, dilin evrimini eş arama ile ilişkili iletişim ihtiyacıyla ve seçilim mekanizmasıyla ilişkilendirmiştir. Dil ve müzik arasında da benzerlikler kurarak Darwin, “Diller şarkı söylemekle başlamış olabilir, müzikten aldığımız zevkin kökeni bu olabilir” demiştir.
Darwin, kullanışlılık açısından dil üzerinde bir seçilim baskısı olduğunu, bu nedenle dillerin daima daha etkili ve daha karmaşık bir yapıya evrilme eğiliminde olduğunu öne sürmüştür.
Darwin’in dilin evrimine ilişkin görüşlerini de içeren “İnsanın Türeyişi” (1871) adlı kitabından bazı anahtar noktalar:
- Diller öncelikle insanın hayatta kalma ve etkileşme dürtüsüne bağlı olarak doğmuştur
- Dillerin evrimi hayvanların çiftleşme çağrılarınca tetiklenmiştir
- Dillerde değişimler sözcük seçilimi yoluyla gerçekleşir
- Dünya dilleri ortak bir atadan evrilmiş
- İlk insanlar el kol hareketleri ve basit sesler yardımıyla iletişim kurdular
- Zamanla bu sesler daha karmaşık hale geldi ve sonunda bugün bildiğimiz dile dönüştü.
Darwin’in dilin kökeni ve evrimine ilişkin görüşleri fazla ilgi görmemiş ve tartışmalı bulunmuştu. Bazı dil bilimciler, doğal seçilim teorisinin dilin karmaşıklığını açıklamak için yeterli olmayabileceğini ileri sürmüşlerdi.
Darwin’in dil evrimi teorisi, ilk açıklanmasından 150 yıldan fazla bir süre sonra bile araştırmalara ışık tutmaya devam etmektedir.
Darwinci okumaya göre, sesleri üretme yeteneği ile dili anlama yeteneği karşılıklı olarak birbirini güçlendiren gelişmeler olmuştur. İnsanların iletişim isteğinden kök alan diller, iki temel yönüyle evrim geçirmiştir. İlki, insanın sesleri üretme, duyma ve ayırt etme ihtiyacını karşılamak için gelişmiştir.
İkincisi ise dili anlama, kaydetme ve anımsama gibi bilişsel ihtiyaçları yanıtlamak için gelişmiştir. Bu şekilde, diller insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerine daha etkili yanıtlar veren bir sisteme evrilmiştir.
Etkili iletişim kurabilen ve bilgilerini çocuklarına aktarabilen topluluklar, bu becerilerin gelişimi sayesinde vahşi doğada hayatta kalma ve soylarını devam ettirme avantajını elde etmişlerdir. Dolayısıyla bireylerin etkili iletişim için dili nasıl kullandıkları, evrimsel süreçte belirleyici bir rol oynamıştır.
Etkili ve yararlı olan dil bileşenleri doğal seçilim tarafından yeğlenirken, etkili olmayanlar ise yararsız bulunup ayıklanır. Örneğin, yakın çevre hakkında ayrıntılı bir söz dağarcığı oluşturan topluluklar, gıda kaynaklarıyla ilgili etkili iletişim kurarak açlık tehlikesinden kaçınabilmiştir.
Yeni olgu ve kavramları tanımlayan sözcüklerin ve dil bilgisi özelliklerinin gelişmesi ve çoğalması, dilin seslerden oluşan basit bir iletişim aracı olmanın ötesine geçmesini sağlamıştır. Bu noktada, dilsel doğal seçilim mekanizması kolektif bir düzenleyici olarak devreye girmektedir: Değişen dilsel eğilimlere uyum sağlayan sözcükler ve gramer özellikleri sık kullanım yoluyla korunurken, uyum sağlayamayanlar ayıklanır ve yok olur.
Son birkaç yıl öncesine kadar çevrimiçi platformlarda yaygın olan “LOL” (Yüksek Sesle Gülüyorum) ya da “OMG” (Aman Tanrım) gibi kısaltmaların yerini emojilerin alması da bir seçilim sürecidir. Bu durum, emojilerin kısaltmalara göre daha işlevsel ve pratik olduğunun anlaşılmasıyla gerçekleşmiştir.
Türkçeden bir örnekle devam edelim: “Bilgisayar” terimi benimsenmiş, ancak “belgegeçer” (faks) terimi benimsenmemiş, ayıklanmıştır. Bilgisayarın yaygın kullanılması, faks cihazının ise artık neredeyse hiç kullanılmaması bu ayıklanmanın nedeni olabilir. Bir zamanlar hayat kurtarıcı olan ama şimdi yalnızca teknoloji müzelerinde sergilenen “floppy disk” uzun zaman önce unutuldu bile.
Tıpkı canlı organizmalar gibi diller de sürekli bir değişim ve yenilenme eğiliminde olurlar.
Bir sözcük artık sık kullanılmadığında, ölü bir hücre gibi etkisiz hale gelir ve sistem dışına itilir. Yerini, düşüncelerimizi iletmek için daha işlevsel olan yeni sözcükler alır. Bu yenilenme süreci dilleri canlı ve sağlıklı tutar.
Dillerin ve gramerin evrimini doğal seçilim ilkesine bağlamanın yeterince tutarlı olmadığını düşünen dilciler olabilir. Darwin zaten bu konuda öncü olmuş ve yolu açmıştır; gerisini yeni kuşak dilbilimcilerin dilin sosyal ve kültürel boyutunu da hesaba katarak araştırması doğru olacaktır.
Ben, doğal seçilimin dilin yapılanmasında önemli roller oynadığına ve bu rollerin araştırılması gerektiğine inanan dilcilerden biriyim.