İnsan iletişiminin kilit taşı olan dilin ortaya çıkışı, incelikleri ve insanlık tarihi boyunca geçirdiği evrimsel yolculuk, anlatılmayı bekleyen büyüleyici bir öykü oluşturmaktadır. Bu öykünün belki de en coşkulu yönü, öncül ataların kullandığı ilkel iletişimin günümüzün sofistike dillerine evrilmesi ve bu sürecin halen sürüyor olmasıdır.
Dilin bir gereklilik olarak ortaya çıkışı büyük ölçüde “hayatta kalmayı kolaylaştırmaya yönelik iş birliğine dayalı iletişim” formunda olmuştur. Öncül atalar, hayatta kalma şansını artıran evrimsel bir adaptasyon olarak tehlikeleri öngörmeyi ve sorunların üstesinden gelmeyi sağlayan yetenekler geliştirmişlerdir.
İletişim becerilerinin de bu süreçte gelişmiş olması, çevreye uyum sağlama ve soyunu sürdürme açısından insana önemli avantajlar sağlamıştır. Durum analizi, sorun tanımlama, planlama ve soyut düşünme gibi bilişsel yetenekler, insanı diğer canlılardan ayıran şu üç temel özelliğin yeşermesine alan açmıştır: Biliş, merak ve dil.
İnsanlar, bu özelliklerin gücünden yararlanarak sorunlarına yaratıcı alternatif çözümler üretmede ve karmaşık düşünceleri formüle etmede ustalaşmıştır. Bu da dünyayı anlama, kendini ifade etme ve mantık bağı kurma konusunda baş döndürücü bir ilerlemeye yol açmıştır.
Bilişin ne olduğuna kısaca bir göz atalım: Biliş; duyum, deneyim ve düşünce yoluyla çevremizdeki nesne ve olayları algılamayı ve öğrenmeyi sağlayan süreçlerdir. Bu süreçler aracılığıyla derlenen veriler bilgiye dönüştürülür ve düzenlenir.
Bazı primatlar fonetik sembol kullanımı, işbirliğine dayalı problem çözme ve alet kullanarak yiyecek toplama gibi bilişsel yetenekler sergilerler. Örneğin bonobo ve şempanzelerin sayıları sıralamayı öğrendikleri çeşitli deneylerde gözlemlenmiştir. Ancak bu yetenekler Homo Sapiens’te diğer tüm primatlara göre çok daha belirgin hale gelmiştir.
Evrimsel seçilim sürecinin, Homo Sapiens’te bilgiyi işleme yeteneğinin gelişimi yönünde olumlu bir ayıklanma etkisi olmuştur. Bu sonuç, Homo Sapiens’in bilişsel gelişiminin anatomik evrimle paralellik ortaya koyduğunu göstermektedir.
Homo Sapiens’te bilgiyi işleme yeteneğinin gelişimi evrimsel seçilimden olumlu yönde etkilenmiştir, bu da onların bilişsel gelişimi ile anatomik evrim arasında bir paralellik kurmamızı sağlar. Denebilir ki, doğal seçilim, Homo Sapiens bilişsel yetenekler kazanmayı amaçladığı için gerçekleşmemiştir. Doğal seçilim gerçekleştiği için bilişsel yetenekler geliştirebilmişlerdir.
Bilişsel işlem gücünün ve nöral bağlantıların konuşma aygıtıyla birlikte gelişmesi, ilk insanlarda dilin soyut imgeleme yoluyla ilerlemesine yardımcı olmuştur. Bu ilerlemeler dili üretilme, anlama, kullanma anımsama gibi becerilerin genişlemesine yol açmıştır.
İnsanda bilişsellik ve dil konuşma yeteneği arasında yakın bir bağ olduğunu ve binlerce dilin bu temel üzerinde geliştiğini açıklayan 6 bilimsel hipotez bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, dilin insanların iletişim gereksinimlerini karşılayacak formatta geliştiğini savunan “İşlevsellik Hipotezi”dir. Lamarck’ın “ihtiyaç organ yaratır” ilkesini anımsatan bu bakış açısına göre belli bir özelliğin gelişimi, bu özelliğin işlevsel sonuçlarına duyulan ihtiyaca bağlıdır.
İkinci hipotez, dillerin karmaşık sosyal etkileşimleri yönetmek ve işbirliğini teşvik etmek için birer araç olarak evrimleştiğini öne süren “Sosyal Zeka Hipotezi”dir. Örneğin, primatlarda karşılıklı bit ayıklamak üzere birlikte zaman geçirmek, sosyal bağlar oluşturmak için önemli bir etkinlikti.
“Evrensel Dil bilgisi” olarak bilinen üçüncü hipoteze göre, bir bebek ailesinden hangi dili öğreneceğini bilerek doğmaz. Ancak herhangi bir dilin kurallarını kolayca içine yerleştirebileceği evrensel bir gramer yetkinliğiyle doğar.
Evrensel dil bilgisi, dilin üst bileşenlerini düzenleyici bir bilişsel ve biyolojik bir yetkinlik olarak gelişmiştir. Birey yeni bir dil öğrendiğinde, ana dilin gramer altyapısı kendiliğinden genişleyerek yeni dil için kullanıma hazır bir şablon yaratır.
“Orijinal Dil Hipotezi” veya “Proto-Dünya Dili Hipotezi” olarak bilinen dördüncü hipotez, tüm dillerin varsayımsal bir ortak ata dilden kaynaklandığını ileri sürer. Diğer bir deyişle bu görüş, Afrikalı ortak ata dilin zaman içinde çeşitli dil ailelerine ayrıldığı ve dillerin farklılaştığı varsayımına dayanmaktadır.
Beşinci görüş, “Yansıma Sesler Hipotezi” olarak bilinir. Bu hipoteze göre, diller iletişim amacıyla ilk insanların doğada duyulan sesleri taklit etmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Hayvan sesleri ve çevresel seslerin belirli anlamları ifade eden ses kalıplarına, sözcüklere ve sonunda dile dönüştüğü düşünülmektedir.
Altıncı ve son görüş olan “Beden Dili Hipotezi”dir. Bu hipotez, dilin, el-kol hareketleri, göz teması ve yüz ifadelerinin seslerle birleşimi yoluyla evrimleştiği fikrini öne çıkarmaktadır. İlk insanların mesajlarını anlaşılır biçimde iletmek için beden dilini seslerle kombine etmeleri dilin evrimini hızlandırmıştır.
İlk insanlar, klan üyelerini yaklaşan tehlikelere karşı uyarmak için en temel iletişim aracı olarak bağırmayı kullanıyorlardı. Tehlikenin türüne bağlı olarak değişen uyarıcı alarm çığlıkları, grup savunmasını sağlamak için pratik bir yöntemdi. Bağırmak aynı zamanda saldırganları korkutmak amacıyla bir silah gibi kullanılmış da olabilir.
İlk insanlar iletişim kurmak için her zaman bağırmak zorunda mıydı bilemeyiz, ancak yüksek sesle konuşmak, bağırmak, çığlık atmak iletişimin bir parçasıydı.
Bağırmak; yiyecek bulma, su bulma, eş bulma benzeri eylemlerde iletişimi kolaylaştıran bir rol oynardı. Ayrıca, sadece tehdit ve korku bildirmekle kalmayıp sevinç ve coşku gibi duygusal durumlarda da çığlık atılmış olması muhtemeldir, yoksa “sevinç çığlığı” terimi türemezdi.
Zaman içinde, uzak mesafeden alarm mesajı iletmek için daha sofistike görsel yöntemler de geliştirildi. Örneğin, meşale sallamak ve duman işaretleri yapmak gibi yöntemler kullanılarak iletişim artırılmış olabilir.
Dilin köken yolculuğu üzerinde çalışan akademisyenlerin bazıları dilin biyolojik temeline vurgu yaparken, diğerleri kültürel ve sosyal yönlerini öne çıkarmaktadır. Bilişsel yeteneklerimiz ve iletişim altyapımız geliştikçe dillerin de evrimleştiği düşünülmektedir.
Dilin ilk oluşum aşamalarında, imitasyon yeteneği ve sembol kullanım kapasitesi de gelişmiştir. Bu yolla doğadan öğrenilen eylem ve sesler insan tarafından yansılanarak somut ve soyut kavramları tanımlamak için kullanılmıştır.
Dilin binlerce yıllık büyüleyici yolculuğunda, sesler sembolik anlamlarla birleşerek evrim geçirdi. Seslerin belirli bir nesne, durum veya kavramlarla ilişkilendirilip diğer insanlar tarafından kullanılması, en önemli ilerleme oldu.
Dillerin mevcut durumu, insanlığın duygu ve düşüncelerinin derinliklerini iletişim yoluyla anlatma konusundaki olağanüstü düzey ve kapasitesini ortaya koymaktadır. Sosyal etkileşimi kolaylaştıran küresel çevrimiçi ağlar ise, dillerin modern çağdaki yolculuğuna hız kazandırıyor.
halilocakli@yahoo.com