11.9 C
İstanbul
20 Nisan 24, Cumartesi
spot_img

‘Devrim öldü yaşasın yeni devrim!’

Sovyet döneminin siyasi muhaliflerinden, bağımsız gazeteci ve insan hakları savunucu Viktor Davidoff’un Moscow Times gazetesinde yayımlanan yazısının özeti:

Rusya’da 1991 yılındaki “Ağustos Devrimi”nin (*) yıl dönümü depresyona uzanan acı hayal kırıklıklarını akla getiriyor. 31 yılda ülke genç bir demokrasiden tam bir faşizme inanılmaz bir yol aldı.

Temsili demokrasinin bütün mekanizmaları yok edildi. Seçim sonuçları önceden hazırlanan bilgisayar programlarıyla belirleniyor. Bağımsız yargı yok edildi. Bağımsız medya yok edildi. Muhalefet üyeleri tutuklanıyor ve kimyasal silahlarla zehirleniyor. Bütün ülkede terör hüküm sürüyor. İnsanlar “barış” ya da “savaşa hayır” sloganları attıkları için yargılanıyor. Ukrayna bayrağını hatırlatan sarı ve mavi renklerde spor ayakkabı giyenler tutuklanıyor. Gestapo ya da Stalin’in infazcıları bile bu kadarını hayal edemezdi. Buna Orwell tarzı bile diyemezsiniz çünkü onun yazdıkları bu kadar korkutucu değildi.
Rus demokrasisinin hastalığının ve ölmesinin öyküsü iyi biliniyor. Hastalık, KGB albayı Vladimir Putin’in 2000 yılında devlet başkanı olmasından, hatta Rusya Federasyonu’nun kurulmasından çok önce başladı.

1 Aralık 1991’de, o zaman Sovyetler Birliği’nin parçası olan Rusya’da iki yıl süreyle seçimlerin dondurulması kararı alındı. 1993’e gelindiğinde parlamento yetkilerini teslim etmek istemedi ve Devlet Başkanı Boris Yeltsin’i azletti. Yeltsin politikayı sadece iktidarla eş anlamlı gördüğü için parlamentoya tankları gönderdi.

Bu sırada Çeçenistan merkezden kopmuş, kendi ordusunu kurmuştu. Tataristan Moskova ile “egemenlik anlaşması” imzalamıştı. 1993 yılında Rusların çoğunluğu oluşturduğu Sverdlosk bölgesi “Urallar Cumhuriyeti” kurmak için oy kullandı, kendi anayasasını hazırladı, hatta parasını bile bastı. Komşu bölgeler de onlara katılma niyetlerini dile getirdi.

Bu noktada Yeltsin ülkenin parçalanmanın eşiğine geldiğini anladı; planlarında bu yoktu. Moskova’da parlamentoyu tank ateşine tuttuktan sonra Sverdlosk’un başına iyi tanıdığı Eduard Rossel’i getirdi ve oraya da tankları yollamaktan söz etti.

Rossel tehdidin ciddiyetini anladı ve geri adım attı. Elinde küçük bir polis gücü bulunan Rossel’in tersine iyi eğitimli ve iyi silahlı bir orduya sahip olan Çeçen lideri Cahar Dudayev ise resti gördü. Rus ordusu bu gerçeği Aralık 1994’te Çeçen başkenti Grozni’yi almak isteyince fark etti.

Halkın desteğini kaybeden Yeltsin çareyi “siloviki” olarak adlandırılan ordu ve gizli servise yönelmekte buldu. Sovyetler Birliği’nin çöktüğü dönemde KGB sadece gizli bir polis örgütü değil, aynı zamanda önemli bir siyasi güçtü. Sovyetler çökerken KGB hemen şirketlere, devlet kuruluşlarına sızdı. 1990’lı yıllarda bütün şirketlerin KGB’nin hesaplarına yüzde 18 “vergi” yatırdığını gazeteler yazdı. KGB, Sicilya mafyası gibi örgüte dönüşmüştü ama ondan farklı olarak dünyanın bütün topraklarının yedide birine denk düşen dev bir alanda faaliyet gösteriyordu. Para vermeyi reddedenler bedelini canlarıyla ödedi. 1990’ların ortalarında gizemli cinayetler başladı. Demokratik siyasi partilere para yardımı yapan banker İvan Kivelidi’nin öldürülmesi tesadüf değildi.

Cin şişeden çıkmıştı. Yeltsin 31 Aralık 1999 tarihinde halefinin Vladimir Putin olduğunu açıklayarak demokrasinin tabutuna son çiviyi çaktı.

Demokrasilerde halef yoktur, eğer ortada bir halef varsa orası monarşidir.

Putin kitaba uygun hareket etti. Önce bağımsız yargıyı yok etti, sonra bağımsız medyayı, ardından seçimleri ve sivil toplum kuruluşlarını.

İnsan hakları savunucu Andrey Saharov’un çok önceleri kanıtladığı gibi, insan hakları ve güvenlik iç içe geçmiştir, biri olmadan diğeri olamaz.

Peki her şey bitti mi?

Elbette hayır.

Ağır baskı koşulları altında bile Rusya’da Sovyetlerin ya da Putin rejiminin kurallarıyla yaşamak istemeyen entelektüellerle orta sınıf üyelerinden oluşan güçlü, özgürlük seven bir kültür yeşerdi.

Ukrayna savaşının ilk iki haftasında protesto gösterilerine on binlerce kişi katıldı, 17 bin kişi tutuklandı.

Rus tarihinin döngüsü, hükümdarın tahta çıkmasından öldüğü ana kadardır.

Putin hasta, çok kötü görünüyor. Sonsuza kadar da yaşamayacak.

1980’lerdeki bir istisna hariç Rusya’da tarih boyunca iktidarı elinde bulunduran kişinin ölmesi siyasi çizginin değişmesi anlamına gelmiştir.

Ünlü Sovyet-Rus akademisyen Dmitriy Likhaçov, “Rusya’da insan uzun yaşamalı…” derdi. Neden söz ettiğini iyi biliyordu. Çünkü Likhaçov Rusya’da toplama kamplarını da, demokrasiyi de görmüştü. Yani eğer bir devrim başarısız olursa yenisini görünceye kadar uzun yaşamaya çalışmanız gerekir…

 

(*) 19 Ağustos 1991’de dönemin lideri Mihail Gorbaçov’a karşı darbe girişiminden söz ediliyor. Darbenin başarısız olmasından birkaç ay sonra Sovyetler Birliği dağılmıştı.

Fotoğraf: Ağustos darbe girişimi sırasında St. Petersburg’daki demokrasi yanlılarının düzenlediği gösteri. (TASS)

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Medya Günlüğü
Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler