Pan Türkçe bütün ve Opticon Türkçe gözetleme kelimelerinin birleşiminden oluşan ve bütünü gözetleme anlamına gelen panoptikon İngiliz sosyal bilimci Jeremy Bentham tarafından 18. yüzyılda geliştirilmiş bir cezaevi inşa modeliydi.
Bentham’ın çok katlı ve halka biçiminde tasarladığı bu yapıda küçük birer penceresi olan tek kişilik hücreler bulunmakta, binanın ortasında ve oldukça yüksekte konumlandırılan gözetleme kulesinden tüm hücrelerin içerisi görülebilmekte fakat hücredekiler kuleyi görememektedir.
“Görebilme ancak görülememe” mantığıyla tasarlanan söz konusu cezaevi modelinde, her hareketi gözlenebilen ancak ne zaman gözetlendiğini bilmeyen mahkumun her an gözetleniyor olabileceğini düşünerek kendisine çekidüzen vermesi ve uyumlu davranması amaçlanmaktadır. Çünkü her an gözetlenebiliyor olacak insan güçlü bir öz denetim mekanizması geliştirecek ve çoğunlukla hareketsiz kalacaktır.
Bentham’ın panoptikonu yaşadığı dönemde hiçbir zaman uygulamaya geçirilmemiş olsa da, günümüzde yaşadığımız dünya, özellikle de kentler dev birer panoptikonu andırmakta. Kamu otoritelerinin esas olarak güvenlik gerekçesiyle kentlerin hemen her tarafına koydukları kameralar sürekli açık vaziyette bulunmakta, otorite insanları her istediğinde görebilmekte, görüntüleri kaydedip geriye dönük bakabilmekte; bizler tam olarak ne zaman gözetlendiğimizi bilemeden ve fakat her an gözetleniyormuşçasına kamusal alanlarda dikkatli bir biçimde davranmaktayız.
Aynı şekilde ofiste, fabrikada, hastanede, alışveriş merkezinde ve daha bir çok mekanda, orada bir yerde olduğunu bildiğimiz ve çoğunlukla göremediğimiz bir göz bize doğru çevrilmiştir ve bizler her an gözetleniyormuşuz gibi davranmak durumundayız.
Günlük yaşamımızın vazgeçilmez bir parçasını oluşturan internet ve sosyal medya ortamı ise neredeyse tam bir panoptikon görüntüsü vermektedir.
Görülebilme, kullanıcının her hareketinin izlenebilmesi ancak kimin ne zaman izlediğinin bilinememesi nedenleri ile adeta bir panoptikon olan sanal ortamdaki birey, kendi öz denetimini sağlayarak her an izleniyormuşçasına hareketlerinde kontrollü olacak, çoğunlukla genel kabul gören ve beklenen davranışlar içerisinde bulunarak sakıncasızlaşacaktır.
Özgür bir ortamda bulunduğu yanılsamasıyla internette dolaşan birey, hemen her adımının kusursuz bir göz tarafından görülebildiği ve kaydedildiği gerçeğine çok geçmeden uyanmakta, özgürlük sandığı şeyin parkta oynayan çocuğunun her hareketini gözeten ve müdahaleye hazır bir ebeveynin izin verdiği kadar bir özgürlük olduğunu çok geçmeden kavramaktadır.
Teknolojik devrimin geldiği nokta itibarıyla sanal ortamdaki her adımı görülebilen, kaydedilen ve yeri geldiğinde müdahale edilebilen bireyin, hareket alanını gittikçe daraltan ve tüm yaşamını adeta şeffaflaştıran bu gidiş, Yuval Harari’nin, “Dijital diktatörlüğe doğru mu gidiliyor?” sorusunu uyanık ve kavrayış gücü yüksek beyinlerin içinde döndürüp durmaktadır.
Kapalı toplumların ve otoriter devletlerin derdi olmasa da, özgürlük-güvenlik dengesini sağlayabilmek açık ve demokratik toplumların ve demokratikleşmenin o çok engebeli ve uzun yolunda yürüyen ülkelerin en çetrefilli meselelerindendir.
Güvenlik ihtiyacı insanın temel bir ihtiyacı olduğu gibi toplumların da temel gereksinmelerindendir. Güvenlik riski doğduğunda insanlar derhal devleti çağırıp, özgürlüklerinden vazgeçme pahasına da olsa güvenlik talep edeceklerdir ki, bu dürtü esasen devleti meşrulaştıran temel unsurdur.
Özgürlük ise istikrarlı ve sorunsuz dönemlerde doyasıya yaşanmak istenen, güvenlik riski ile karşılaşıldığında ise anında vazgeçilebilecek olan bir lükstür insanlar için.
Açık toplumlarda özgürlük-güvenlik dengesini tutturabilmek her ne kadar zor bir mesele olsa da, ileri teknolojinin devletlere verdiği o büyük ve kusursuz gözle insanları gözetleyebilen devletlerin, güvenlik için özgürlük ağacını iyice budamadan onu büyütüp yaşatabilmesidir asıl mesele. Çünkü hem bireyler hem de devletler için otoriter olmak kolay, demokrat olabilmek oldukça zordur.