22.9 C
İstanbul
27 Temmuz 24, Cumartesi
spot_img

‘Gelme turnam vuracaklar’

Flamingolarla ilk tanışıklığım 13-14 yaşlarımda TRT’de yayınlanan Flamingo Yolu dizisini izlemem sayesinde oldu.

Dizinin açılış sekansında oyuncular tanıtılırken görüntüler arasında suların içinde kırmızı flamingolar da olurdu. O zamanlar nereden bileyim sadece Amerika’nın egzotik bir bölgesinde ya da tropikal alanlarda bulunacağını düşündüğüm bu güzel kuşun bizim türkülerimizde geçen allı turna olduğunu.

Daha sonraki yıllarda ise okuduğum bazı kitaplarda karşıma çıkan turnanın Mısır, Mezopotamya’da Hermetik düşüncenin en önemli ismi Hermes’in sembolü olduğunu ve Anadolu’da Alevi inancında “Turna Semahı” diye bir semah olduğunu öğrenmek heyecan vericiydi.

Bu basit birkaç örnekte de gördüğümüz gibi doğa ve diğer canlılar eski dönem halklarının bir nevi kültürel temelini oluşturuyordu. Onunla olan ilişkileri hayatlarını, başka bölgelerle olan ilişkilerini, ritüellerini, kısacası günlük hayatın her alanı ile iç içeydi. Dünya onunla olan ilişkisi çevresinde kavranıyordu.

James Mc Gregor Akdeniz’de tarih öncesinden günümüze doğa ile olan ilişkimizi anlattığı kitabında şöyle yazıyor:

“Binlerce yıl boyunca insanlık ile ona ev sahipliği yapan toprak arasında keskin bir ayrım yoktu. Doğayla büyük ölçüde uyumlu bir ilişkinin var olduğunu kabul eden yaygın bir uzlaşı vardı. Antik Akdeniz’de geleneksel tarım, doğal ekosistemlerin temel özelliklerine aykırı değildi. Zengindi, karmaşıktı, kendi kendini düzenliyordu ve esnekti.”

Ve 18. yüzyıldan sonra ortaya çıkan paradigma değişikliğini de şöyle ifade ediyor:

“18. yüzyılın sonuna gelindiğinde çağın önemli yazarları bu süreklilik içerisinde keskin bir bölünme yaratmış ve tarım dünyasını doğa dünyasından ayırmışlardı. Bu ani ve çarpıcı duyarlılık değişimi ekolojik anlayışı baş aşağı etti ve halen daha mücadele etmekte olduğumuz çok önemli sonuçlara sebep oldu.”

Bu ayrışmanın sonucu olarak insan ya tarım yapma ya da endüstri devriminin sonucunda ortaya çıkan hammadde ihtiyacını tedarik etme amacıyla tarım ve hammadde dünyasını doğa dünyasına genişleterek diğer canlıların yaşam alanlarını yok etmekte ya da onlar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Neticede doğayı araçsallaştırmış ve insan için bir nesne konumuna indirgemiştir. İnsan-doğa ilişkisini sadece insanın faydasına hizmet veren bir üretim etkinliği haline dönüştürmüştür. Ve tabii diğer canlılara kıyasla daha gelişmiş olan biyolojik özelliklerini kullanarak gezegenin bütün kaynaklarını da kendi üretim etkinliği için sahiplenmiştir.

Yüzyıllardır bu topraklara gidip gelen flamingolar geçen sene de Tuz Gölü’ne geldiler ve yavruladılar, Haberlere göre takribi 3000 yavru bulunuyordu bu sulak alanda. Geçmiş zaman kullanmamın sebebi bunların kalkıp gitmiş olması değil, tüm yavruların katledilmesi ve artık mevcut olmamaları. Bu olaydan sonra, flamingoları izleyen Aksaray Fotoğraf Derneği Başkan Yardımcısı Fahri Tunç verdiği röportajda şöyle diyor:

“Konya ve Aksaray’dan Tuz Gölü’ne akan kanallara geçen yıl bazı çiftçiler tarafından su bendi yapıldı. Çiftçiler daha önce bu kanallardan tarlalarına su çekerlerdi ama bu defa bendler yaparak kanal sularının göle ulaşmasını tamamen kestiler. Buna bir yandan kuraklık, diğer yandan da yeraltı sularının bilinçsiz ve orantısız kullanımı gibi faktörler eklenince Tuz Gölü yaklaşık dört kilometre kadar çekildi.”

Ardından da ekliyor: “Böylece 3 binden fazla flamingo yavrusu kuraklıktan ve açlıktan feci şekilde öldü.”

Dünyada çevre felaketinden en çok zarar gören canlılar tatlı su hayvanları. Tatlısu Yaşayan Gezegen Endeksinde, izlenen 944 memeli, kuş, çift yaşamlı, sürüngen ve balık türünü temsil eden 3.741 popülasyonun ortalama miktarı 1970’ten bu yana yılda %4’e karşılık gelecek şekilde %84 oranında azaldı.

Bilim insanlarının son yıllarda dillendirdiği “6. yok oluş” olgusu var. Dünyamız bu zaman kadar beş tane yok oluş geçirmiş.

Ordovisyen yok oluşu ise 445 milyon yıl önce gerçekleşmiş üçüncü en büyük kitlesel yok oluştur. Yüz binlerce yıl süren bu buzul çağında dünya üzerinde yaşamın %85’e yakını yeryüzünden silinmiştir. Devoniyen yok oluş 375-360 milyon yıl önce meydana gelmiştir, birkaç milyon yıl içinde ve farklı fazlar halinde canlılığın %70-80’i yok olmuştur. Oluş sebebi hakkında birkaç farklı teori bulunur ve pek netleştirilememiştir. Bilinen en önemli veri bu süreç boyunca dünya okyanuslarında çözünmüş oksijen miktarının olması gerekenin çok altında olduğudur.

Bundan 250 milyon yıl önce gerçekleşen Permiyen yok oluşu dünya tarihinin bilinen en büyük yok oluşudur. Bugün Sibirya olarak adlandırdığımız bölgede gerçekleşen şiddetli volkanik patlamalar yüzbinlerce yıl devam etti ve eşi benzeri görülmemiş bir sera etkisi yarattı. Denizlerdeki canlı türlerinin %90-95’i yok oldu. Havaya salınan zehirli sülfür gazları kara canlılarının çoğunun boğularak ölmesine sebep olmuştur. Bu felaketten sonra dünyanın tekrar toparlanması 10 milyon yıldan fazla sürmüş.

Trias yok oluşu sebebi tam olarak bilinmese de asteroit, iklim değişimi ve volkanik etkenler olarak tahmin edilen yok oluştur. 200 milyon yıl önce gerçekleşen bu yok oluşta tüm canlı türlerinin %40’ı, deniz yaşamının ise %65’i yeryüzünden silinmiştir. İlginç bir şekilde bitkiler bu yok oluştan en az zararla kurtulan ve büyük ölçüde yaşamını devam ettiren tür olmuştur. Bu yok oluştan sonra canlılık tekrar kendini toparladığında dinozorlar baskın tür haline geliyor. Kretase-paleojen kitlesel yok oluşu ise bize en yakın olan yok oluşudur. 66.5 milyon yıl önce meydana gelen bu olay sadece dinozorların değil her türlü bitki, börtü böcek vs. dahil olmak üzere canlıların yaklaşık %75’inin yok olmasına sebep olmuştur.

Bilim adamlarının “6. yok oluş” olarak adlandırdıkları olay özellikle Endüstri Devrimi’nin ardından başlayan süreçte dünya iklim ve ekolojisinin insan eliyle değiştirilip aralarında insanın da bulunduğu birçok canlı için bir yok oluş ile sonuçlanmış ve sonuçlanacak olduğu fenomendir. Mesela Tasmanya kaplanı, Anadolu parsı ya da beyaz gergedan için halihazırda gerçekleşmiş olan yok oluştur.

Özetle 6. yok oluşta allı turnam bizim ele varamayacak. Şeker, kaymak ve bal söyleyemeyecek. Bu sebeple türkülerimizi de biraz değiştirmek gerekecek.

Gelme turnam vuracaklar

Kanadını kıracaklar

Seni yarsız koyacaklar

Emre Dilek

1968 yılında Ankara’da doğdu, İstanbul’da büyüdü ve İsveç’te olgunlaştı. Turizm yöneticiliği ve uluslararası ilişkiler konusunda lisans ve yüksek lisans yaptı. Şu sıralar Klasik Filoloji , Antik Yunan Dili Ana Bilim dalından mezun olmak üzere. Genel kültür, tarih ve dillere merakı var. Bu konuda bildiklerini ve öğrendiklerini gerek köşe yazıları ile yazılı gerekse de İsveççe, İngilizce ve İspanyolca dillerinde profesyonel Turist Rehberi belgesi sahibi olarak sözlü paylaşmaktan mutlu oluyor.

Önceki İçerikMuhabirin hukuk mücadelesi
Sonraki İçerikDev ‘panoptikon’
Emre Dilek
1968 yılında Ankara’da doğdu, İstanbul’da büyüdü ve İsveç’te olgunlaştı. Turizm yöneticiliği ve uluslararası ilişkiler konusunda lisans ve yüksek lisans yaptı. Şu sıralar Klasik Filoloji , Antik Yunan Dili Ana Bilim dalından mezun olmak üzere. Genel kültür, tarih ve dillere merakı var. Bu konuda bildiklerini ve öğrendiklerini gerek köşe yazıları ile yazılı gerekse de İsveççe, İngilizce ve İspanyolca dillerinde profesyonel Turist Rehberi belgesi sahibi olarak sözlü paylaşmaktan mutlu oluyor.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
678TakipçilerTakip Et
11,600TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler