Yabancı bir ortamda izole kalmış kişinin ırksal özellikleri kolay kaybolmaz, ancak 5-6 kuşak sonra yerel nüfusla uyumlu bir dış görünüm kazanır. Irksal özelliklerin deformasyonunu kolaylaştıran ya da zorlaştıran genetik sürüklenme, doğal seçilim ve kültürel özümseme gibi bir dizi faktör vardır.
DNA kodundaki değişimler gen karışımı, mutasyon, gen aktarımı ve epigenetik gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak gerçekleşir. Öte yandan, farklı bir dil konuşan veya farklı bir dine inanan bir grup insanın, komşu olsalar bile, diğer grupların üyeleriyle evlenme olasılığı daha düşük olabilir. Bunun doğal sonucu olarak toplumlar arasında genetik farklılıklar daha da belirginleşebilir.
Genetik farklılıklar, canlıların tür çeşitliliğini ve evrimini destekler. Evrim, canlı topluluklarının değişen çevre koşullarıyla etkileşime girdiği ve kalıtsal özelliklerin değişebildiği bir uyum sürecidir. Kalıtsal özellikler, ardışık kuşaklarca çocuklara aktarılan genetik bilginin göstergesidir.
Kalıtım, genlerin anne babadan yavrulara geçmesini sağlayan bir evrimsel mekanizmadır. Kalıtım olmadan evrim olamazdı. Doğada güçlü olanın değil, uyum sağlayabilenin yaşama, üreme ve genlerini bir sonraki kuşağa aktarma olasılığı daha yüksektir.
Türkçede kalıtsallığı çok iyi anlatan bir atasözü vardır: “Damlaya damlaya göl olur”. Ayıklanmayı da çok iyi anlatan bir atasözü var: “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir”.
Peki, Darwin bu konularda neler demişti? Darwin’in aklında evrimle ilgili çarpıcı bir soru vardı: Doğada bu kadar çok farklı hayvan fosili bulunurken, neden 15-20 milyon yıl öncesine ait insan fosili bulunamıyordu?
O dönemde insan vardı da fosiller elverişsiz çevre ve iklim koşulları yüzünden mi korunamadı? Yoksa insan henüz yaşamıyor muydu?
Darwin bu soruya net bir yanıt bulamayınca, diğer canlıların anatomik yapıları üzerinden insanın fiziksel özellikleri hakkında ipuçları aramaya koyuldu. Darwin’in bu konudaki şanssızlığı, 19. yüzyıl ortalarında Homo türüne ait kayda değer fosillerin henüz bulunmamış olmasıydı.
Bugüne kadar yüzlerce kazıda evrimin değişik evrelerini temsil eden farklı insan türlerine ait çok sayıda fosil toprak altından çıkarılmıştır. Eldeki bilgilere göre toplamda 15 farklı Homo türünün yaşamış olduğu düşünülmektedir. Örneğin, bu türlerin en yaşlısı ve insan soy ağacının bilinen en eski temsilci, 2001 yılında Çad’da bulunan 7 milyon yıllık Sahelanthropus tchadensis fosilidir.
Şimdi Darwin’in sorusunu güncelleyelim: 7 milyon yıl öncesine tarihlen insan fosili var da neden 15-20 milyon yıllık fosil bulunamıyor?
Yaşlı Çad fosili bu soruya yanıt verebilir: Sahelanthropus tchadensis fosiliyle ilgili bilimsel görüşler maymunsularla insansıların yaklaşık 7 milyon yıl önce ortak bir atadan ayrıldığı görüşünü desteklemektedir. Mevcut verilere göre 15-20 milyon yaşında bir insan fosili bulunması beklenmemektedir.
Bununla birlikte, evrim teorisini gündeme ilk getiren kişinin İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in olmadığı da belirtilmelidir. Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı kitabını (1859) yayınlamadan önce başkaları da evrim üzerine çalışmalar yapmıştı.
Ancak Darwin, evrim teorisini biyoloji temelleri üzerinde kurgulayarak ve doğal seçilim kavramını geliştirerek değerli katkılarda bulunmuştur. Bu katkılar ve metodolojik yaklaşımı, Darwin’i evrim teorisi yolculuğunda öne çıkaran faktörler olmuştur. Darwin, doğal seçilim kavramını Güney Amerika ve Pasifik Adaları’ndaki bitkileri, hayvanları ve fosilleri incelemek için yaptığı beş yıllık bir yolculuğun ardından geliştirdi.
Evrim, doğal seçilim, türleşme ve kalıtım gibi karmaşık kavramların bu kadar kolay açıklanabilmesine Darwin bile şaşırmıştı. Bu kadar kolay olmaması gerektiğini söyleyerek daha fazla kanıt toplamaya çalışıyordu. Sonunda daha fazla geciktirmeden biyolojide devrim yaratan doğal seçilim fikrini 1858’de Russel Wallace’dan (1823-1913) önce açıkladı.
Doğa kendiliğinden belli bir gruba daha fazla hayatta kalma ve üreme avantajı sağlamaz. Dolayısıyla doğal seçilim, doğanın bilinçli seçimler yaptığı bir süreç değildir. Doğal seçilim, özgün çevresel koşullar altındaki türlerde seçilimli olarak gerçekleşen ve genetik bellek yaratan bir ‘organik ayıklanma’ sürecidir.
Darwin’den önce Herbert Spencer (1820-1903) evrensel bir ilke olarak “değişim ve dönüşüm yalnız yaşam formlarında değil, dilde, kültürde hatta dinde bile oluyorsa, insanda da olmalıdır” önermesinde bulunmuştur. Fransız matematikçi Laplace (1749-1827) ve Alman filozof Kant (1724-1804) “evrenin evrim niteliği taşıdığı” görüşünü öne sürmüşlerdir.
17. yüzyılda İrlandalı Başpiskopos James Ussher, İncil’deki azizlerin soy kütüklerini kullanarak dünyanın M.Ö. 4004’te yaratıldığını hesaplamıştı. Darwin’in “İncil’deki hesaplar iyi ama yüzbinlerce, hatta milyonlarca yıllık fosilleri görmezden gelemeyiz” şeklindeki şüpheciliği, onun kafasında evrim teorisini tetikleyen etkenlerden biri olabilir.
18. yüzyılın sonlarında bilim insanları Dünya’nın yaşını tahmin etmek için jeolojik kanıtları kullanmaya başlamıştı. 1785 yılında İskoç jeolog James Hutton, kayalardaki yavaş erozyon ve tortulaşma süreçlerine ilişkin gözlemlerine dayanarak, ilk kez Dünya’nın 4 milyar yıldan daha yaşlı olması gerektiğini öne sürmüştü.
Evrim sürecinde canlıların DNA birimlerinin diziliminde çeşitli nedenlerle oluşan ve mutasyon adı verilen varyant formları ortaya çıkar. Mutasyonlar, kalıtsal bilginin değişmesiyle DNA hasarına yol açan çeşitli faktörler sonucu meydana gelir.
Radyasyon, UV ışınlar, beta, gama ve X ışınları, radyoaktif maddeler, farklı kimyasallar, bazı ilaçlar, pH, ısı değişimleri ve bazı virüsler spontan mutasyona neden olabilir. Mutasyona ve böylelikle canlı organizmalarda genetik çeşitliliğin bir kaynağı sayılan bu etkenlere mutajen denir.
Evrim denildiğinde akla ilk olarak biyolojik evrim gelir. Zaman içinde evrim kavramı, biyolojik evrimin ötesinde farklı alanlardaki değişimleri de tanımlayabilecek genel bir kavrama dönüşmüştür. Evrim kavramı örneğin şu alanlarda da kullanılabilir: Teknolojide evrim, sanat ve kültürde evrim, ekonomide evrim, politikada evrim, sosyal evrim, dilde evrim vb.
Darwin “İnsanın Türeyişi” (1871) kitabında şunları yazmaktadır:
“İnsanın kökeninin asla bilinemeyeceği birçokları tarafından sık sık ve hiç çekinmeden ileri sürülmüştür. Herhangi bir sorunu bilimin asla çözemeyeceğini kesin bir dille ileri sürenler, çok bilenler değil, az bilenlerdir.”
Evrim, içinde bulunduğumuz dünyayı formatlayan karmaşık, büyüleyici ve gözlemlenebilir bir süreçtir. Önemli bir nokta olarak, evrimin doğrusal bir ilerleyişe sahip olmadığını, tam tersine dallanıp büyüyen bir yaşam ağacı görüntüsü verdiğini belirtmekte yarar var.
Evrim kuramı, yeryüzündeki tüm canlıların birbiriyle bağlantılı olduğunu ve çeşitli ortamlara ve zorluklara uyum sağlamak amacıyla evrimleştiğini öğretir. Bu nedenle, Türkiye’de evrim kuramının okul programına geri alınması, doğal dünyadaki tarihsel yerimizi ve diğer canlılarla ortak geçmişimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
halilocakli@yahoo.com