Modern kültür, giderek artan biçimde olgunlaşmamış birey davranışlarının sergilendiği bir zemin haline gelmektedir.
Sorumluluktan kaçış, haz odaklı yaşama yönelim, zorluklardan uzak durma ve kuralları reddetme gibi eğilimler, bu dönüşümün başlıca göstergeleri olarak öne çıkmaktadır. Başlangıçta bireysel düzeyde gözlemlenen bu tutumların zamanla toplumsal ölçekte yaygınlaşması ise, içinde bulunduğumuz çağın karakterini belirleyen yeni bir duruma işaret etmektedir.
Bazı düşünürler, bu gelişmeyi psikolojik bir sapmanın ötesinde, uygarlıkların çözülme evrelerinin habercisi olarak görmüştür. Bu konuda görüşlerini önemsediğim 5 düşünürü aşağıda sıralıyorum:
- Oswald Spengler (1880–1936), Batı’nın Çöküşü” adlı yapıtında kültürlerin geç evrelerini, yaratıcı olgunluğun yitimi olarak tanımlar. Ona göre, bir kültür uygarlığa dönüştükçe içsel dinamizmini yitirir, sanat, düşünce ve toplumsal yapı giderek mekanikleşir.
- Sigmund Freud (1856–1939), ilkel dürtüleri bastırmak yerine sanat, bilim ve spor gibi yaratıcı alanlara yönlendirmek gerektiğini vurgular. Aksi durumda, birey içsel çatışmalarla boğuşurken, toplum genelinde doyumsuzluk ve bir gerileme belirginleşir.
- Herbert Marcuse (1898–1979) modern toplumun bireyi yönetme biçimini farklı bir bakış açısıyla analiz eder. Bireylerin, arzuların bastırılmasıyla değil, serbest bırakılmış libidinal enerjileriyle daha kolay yönetilebilir hale gediklerini savunur ve bu durumu “baskıcı sıradanlaşma” kavramıyla açıklar.
- Christopher Lasch (1932–1994), “Narsisizm Kültürü” adlı eserinde, çocuksulaşmanın artık bireysel değil, kitlesel bir patolojiye dönüştüğünü öne sürer. Ona göre, modern çocuksu yetişkinler, duygusal ilişki kurma kapasitesinden giderek uzaklaşıyor ve derinliği olmayan hafif temaslara yetiniyor.
- Gilles Lipovetsky (d. 1944), günümüzün postmodern bireyini “boşluk çağı insanı” olarak tanımlar. Bu figür, anlık hazların peşinde koşan, tarihsel derinlikten kopuk ve kendini yüzeyde yaşama döngüsüne tutsak eden bir kimlik taşır.
Düşünürlerin bu gözlemleri, kültürel dönüşümlerin temelinde bireyin psikolojik yapısının yattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, çocuksu yetişkinlikte direnmenin sürecini tam olarak anlamlandırabilmek için bireyin iç dünyasına yönelmek ve psikolojik kökenlere inmek yararlı olacaktır.
Kişilik olgunluğunun nasıl geliştiğini ve “çocuksu yetişkinlik” (infantilizm) kavramının psikolojik ve kültürel bağlamda ne anlama geldiğini incelemek, bu dönüşümün ardındaki nedenleri anlamamıza yardımcı olacaktır.
Böylece, çocuksu (infantil) davranışların yaygınlaşmasının neden bir kültürel çöküşün habercisi olarak görülebileceği daha net anlaşılır hale gelecektir.
1-Kişiliğin zihinsel olgunlaşma aşamaları
Zihinsel olgunlaşma, bireyin olgun ve özerk bir benlik yapısı geliştirmesini tanımlar. Bu süreç, öz denetim, sorumluluk alma, anlam üretme ve düş kırıklıkları karşısında dayanıklılık geliştirme gibi temel becerilerin kazanımını içerir.
Bu süreç kabaca şu 6 aşamaya ayrılabilir:
- Temel güvenlik duygusu oluşumu (0–2 yaş): Güven eksikliği ileriki ilişkilerde kaygı riskini artırır.
- Özerklik ve sınırların gelişimi (2–6 yaş): Çocuk, “hayır” demeyi öğrenir ve benlik ayrımını geliştirir.
- Sosyalleşme ve ahlaki gelişim (6–12 yaş): Vicdan, sorumluluk ve kurallara uyum becerileri gelişir.
- Kimlik krizi ve bireyleşme (12–20 yaş): Anlam, özerklik ve kimlik arayışı süreci başlar; birey gelişimsel görevlerle yüzleşir.
- Olgunluk (yetişkinlik): sorumluluğa hazır olma, olgun ilişkiler kurma, sabır, etik seçimler yapabilme yetisi gelişir.
- Transandans (farkındalıklı olgunlaşma): Bireysel benliğin ötesine yönelmek, kendini kaybetmeden başkalarının iyiliği için hizmet etmek, varoluşun sonluluğunu içselleştirmek.
Bu gelişim aşamalarından herhangi biri eksik ya da travmatik biçimde yaşandığında, bireyin olgunluk yolculuğu kesintiye uğrar ve çocukluk dönemine ait davranış örüntüleri yetişkinlikte de sürer. Bu durum, infantil kişilik olarak tanımlanır.
2-İnfantil kişilik belirtileri
Çocuksuluk (infantilite) yalnızca saflık ya da bir gençlik idealizmi değildir; tersine, olgunlaşma konusunda inatçı bir yetersizlik durumudur.
Başlıca belirtileri şunlardır:
- Bağımsız seçim ve sorumluluk korkusu
- Sorunları başkasının (ebeveyn, devlet, eş) çözmesini bekleme
- Dürtüsellik ve anında arzu-doyum açmazında tutsaklık
- Duygusal manipülasyon (alınganlık, kızgınlık, kapris, beğenmeme, değersizleştirme)
- Acı, sınırlama ve olası rahatsızlık korkusu
- Neyin “doğru” olduğunu gösterecek bir otorite figürüne gereksinim duyma
İnfantil birey, özgürlüğü değil, bağımlılık ilişkileri içinde var olmayı yeğler; hazza yönelir, çabadan kaçınır ve belirsizlik karşısında kaygı duyar.
Bireysel düzeyde çocuksu yetişkinlik, kronik doyumsuzluk, kaygı, bağımlılık eğilimleri ve işlevsiz ya da hasarlı ilişkilerle kendini gösterir. Ancak bu durumun etkileri yalnızca bireyin iç dünyasıyla sınırlı kalmayıp zamanla toplumsal dokuyu da zayıflatır.
Kültürel düzeyde ise şu sonuçlara yol açar:
- Öznelliğin kaybı: İnfantil birey, kendini yaşamının öznesi olarak göremez; dışsal bir otoriteye ve yönlendirilmeye gereksinim duyar.
- Kurumların ve geleneklerin değersizleştirilmesi: Her şeyi kendisine dışarıdan “dayatılmış” olarak algılar ve geçmişi nesnel bir gerçeklik olarak kabul etmez
- Kültürel değerlerin aşınması: Bireylerin evrensel ideallerden uzaklaşıp yalnızca kendi çıkarlarına uygun olana yönelmesiyle kültürel değerlerde bir erozyon yaşanır.
- Üretkenliğin aşınması: Özgürlüğün yerini tüketim, sorumluluğun yerini haz, olgunluğun yerini doyum arayışı alır
Toplum, bireylerin toplamıdır; dolayısıyla bireysel bilinçteki dönüşüm toplumsal yapıyı da dönüştürür. Bu bağlamda, infantilizmin aşılması basit bir semptomun giderilmesinden öte, bireyin dünyasında köklü bir yeniden yapılanmayı zorunlu kılar.
Bu yapılanma yüzeysel çözümlerle değil, sorumluluk bilinci, derinlemesine öz değerlendirme ve duygusal olgunluk temelinde gerçekleşir.
Kimi zaman bu dönüşümün belirli teoriler ya da sistemlerle sağlanabileceği düşünülse de, kusursuz bir teori veya sistem mevcut değildir; bu yalnızca bir ütopyadır.
Gerçekte, hem bireylerin hem de toplumların ilerleyişinde infantilizm, erken gelişim evrelerinde takılı kalmışlığın bir ifadesidir.
Bu durumdan çıkış, bireyin kendi tarihsel mirasını manipüle etmeden benimsemesi, yaşamındaki olaylar ve kararlar için kişisel sorumluluk alması ve gelişim yolunu bilinçle seçmesiyle mümkündür.
İnfantilizmin aşılması, dürtüsel isteklerden bilinçli seçimlere yönelimi gerektirir: “Beni biri kurtarsın” beklentisinden, “kendi gerçekleşme sürecime bilinçle yöneliyorum” iradesine geçiş, bu dönüşümün temel ifadesidir.
Bu, zaman isteyen, içtenlikle yürütülmesi gereken ve ön yargılardan arındırılmış bilgiyle beslenen bir içsel dönüşümdür. Bu dönüşüm, hem gelişimsel takılmaları ortadan kaldırır hem de anlamlı, derin ve özgürlüğe dayanan bir yaşam kurabilecek bireylerin sayıca arttığı bir zemin inşa edilmiş olur.
Olga Ocaklı PhD
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: