Barış faşizmle değil, demokrasiyle gelir-Emre Kongar (Cumhuriyet)
“Terör; hangi ırk, millet, din, mezhep ya da başka bir kimlik adına yapılırsa yapılsın, baskıya, korkutmaya, şiddete ve cinayete dayalı olan Faşizmin bir aparatı* ya da doğrudan bizzat kendisidir.
Her Terörist Örgüt ya da Devlet, kendisini meşrulaştırmak, Faşist uygulamalarını haklı göstermek için karşısında Faşist bir Örgüt veya Faşist bir Devlet yapısı arar.
Böyle bir yapı yoksa, onu yaratmaya çalışır.
Onu da beceremezse, karşısında böyle hayali bir Faşist Devlet veya hayali bir Faşist Örgüt yapısı olduğunu, ona karşı savaştığını öne sürer.
Bu nedenle, İç Barış’ı sağlamak için Teröre ve Faşizme karşı en iyi mücadele, Demokratik Devletler, Demokratik İktidarlar, Demokratik Partiler, Demokratik Örgütler ve Demokratik ilkeler aracılığıyla yapılır!”
Eğitim, eğitim, eğitim-Abbas Güçlü (Milliyet)
“MEB, eğitimde “dünyaya farklı bir model sunabiliriz” diyor. Bu mümkün mü? Neden olmasın diye onlarca cümle kurulabilir ancak hepsi de “ama” ile başlar ya da “ama” diye bitecektir.
Farklı bir model olarak neyi önerebiliriz?
4+4+4 mü, mülakat mı, proje okulları mı, sınav ve diploma odaklı eğitim sistemimizi mi, liyakat yerine sadakat odaklı bakış açımızı mı, öğretmen yetiştirme ve atama sistemini mi ya da ülke olarak bizim bile hâlâ anlayamadığımız Maarif Modeli’ni mi? Eğitimde başarılı modellerimiz yok değil. Örneğin köy enstitüleri, örneğin Anadolu liseleri, örneğin öğretmen okulları, örneğin uzmanlık gerektiren meslek liseleri! Hepsi de yok oldu gitti. Ya kapandılar ya da tabela okullar haline geldiler… MEB şu konuda haklı:
Binlerce yıllık birikimimiz var. Dünya değişiyor. Geçmişle, geleceği harmanlamak gerekir!..
Peki ama nasıl? Bu harmanlama, bu bakış açısı ideolojik mi olmalı yoksa pedagojik mi? Milli ve manevi değerler olmazsa olmazımız olmalı ama kalite, liyakat, yönlendirme, planlama, istihdam da mutlaka göz önünde bulundurulmalı, okuyan okuduğuna pişman olmamalı…”
Tehlikede olan sadece Kıbrıs değil Türkiye’nin geleceği-İlber Ortaylı (Hürriyet)
“Ursula von der Leyen çantasında parayla gezen bir teyze. Orta Asya ülkelerine 12 milyar Euro’luk yatırım vaat etmiş. İçlerinden en alakasız üye Yunanistan fırlıyor. “Kıbrıs’ı tanımalarını şart koşun” diyor. Onlar da hemen onaylıyor. Eğer hızla müdahale etmezsek; sadece uğrunda bu kadar fedakârlık yapılan Kıbrıs’ı değil, ülkemizin nüfus azalmasından dolayı çekeceği sıkıntıları karşılayacak iş gücünü, sanatlarımızı, bilim dünyasını, hatta boşaltılan sağlık sektörünü restore edecek kuvveti de kaçıracağız. Yani Türkiye’nin geleceği de tehlikeyle karşı karşıya.
Avrupa Birliği bir fiyaskodur. 1950’lerde, İkinci Cihan Harbi sonrasının iki tane muhafazakâr lider vardı. Birisi, hakikaten Fransa’nın yerlere düşen onurunu düzelten bir komutan; muhafazakâr da olsa geniş görüşlü münevverlerinin de temsilcisi General De Gaulle. Türkiye’de sol sağ herkesin beğendiği bir liderdi. Tabii Fransa’da da öyle. Fransız solcu ve sağcı seçmenler hayatlarının en mutlu, en müreffeh zamanlarını onun reformlarına bağlarlardı.”
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak-Melih Altınok (Sabah)
“Ekonomist Ege Cansen, Türkiye cari açık veriyor gibi görünse de bunun altında farklı bir dinamiğin yattığını söylüyor. “Benim hesaplarıma göre Türkiye’nin cari açığı yok” diyen Cansen, gerçek sorunun yurtdışına çıkan servet ve buna bağlı oluşan döviz açığı olduğunu anlatıyor.
Doğru olabilir.
Zira semir Allah semirdikleri ülke batınca paralarının ıslanmadan su üstünde kalacağını düşünen sermayenin yurt dışına çıkardığı meblağ astronomik.
Yıllardır ABD’ye, İngiltere’ye, Avrupa ülkelerine milyarlarca dolar akıtıyorlar.
Cansen’e göre bu kaçış, ülkedeki “güvensizlik ortamından” kaynaklanıyor.
Son 20 yılda servetine servet katan, devlet teşviklerinden beslenen zenginlerin tavuğuna kim kış demiş bilmiyorum. Ama çoğunluğu İstanbul sermayesi mensubu bu para babalarının, gözü kapalı güvendiği Batı’da çarşı çoktan karıştı.”
Liseler isyanda: ‘Öğretmenime dokunma!’-Gözde Bedeloğlu (BirGün)
“Gündemin ateşi hız kesmeden, üniversitelerden liselere doğru yayılmaya devam ediyor. Peki neler oluyor?
Tarihi on yıl öncesine geri saralım. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2015’te ‘özel proje okul’ uygulamasını başlatarak, aralarında Kadıköy Anadolu Lisesi, İzmir Atatürk Lisesi, Çanakkale Fen Lisesi ve Kabataş Erkek Lisesi gibi Türkiye’nin en başarılı okulların olduğu 155 eğitim kurumunu ‘özel proje’ kapsamına almıştı. Güncel MEB verilerine göre bu sayı 2 bin 300’ü bulmuş durumda. Uygulama ile, MEB tarafından belirli kriterlerle seçilen ve özel eğitim modellerinin uygulanacağı söylenen bu okullara yapılacak öğretmen atamaları ve yönetici görevlendirmeleri doğrudan bakanlığa bağlanmıştı.
Öğrenciler atamalara tepki göstermiş, liselerden yüze yakın bildiri yayınlanmış ve mezuniyet törenlerinde öğrenciler okul yöneticilerine sırtlarını dönmüştü. MEB, sekiz yıldan fazla görev yapan öğretmen ve yöneticilerin başka okullara tayin edilmesine karar vermiş ve öğrenciler hocalarını gözyaşlarıyla uğurlamak zorunda kalmıştı. 2016 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ne atanan müdür yardımcısı Şakir Voyvot’un, 2014 yılında Anadolu Gençlik Derneği’nin bir toplantısında söylemiş olduğu, “Artık bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olma zamanı geldi” cümlesi de ‘proje okul’ uygulamasıyla ilgili şüpheleri ve gerilimi artırmıştı.”
Yüreğimdeki Nisan-Esin Şenol (T24)
“Gelecek baharların daha iyi olma vaadi olmayınca, ne peş peşe suya, havaya, toprağa düşen cemreleri saymak ne de havadaki bahar kokusu oyalıyor.
Zaman ile ilişkimize tümüyle hükmeden bu korkunç gündemden bir türlü sıyrılamamak bizi ürkek kuşlar gibi yapıyor.
Gelecek hemen geçmiş, taşlaşmış geçmiş ise pişmanlıklar külliyatı gibi yakıcı bir an’lar mezarlığına dönüşüveriyor.
Yaşamak, kulaklarımızda vızıldayan, “bu böyle bitmemeli, yarım kalmamalı” inlemelerine eşlik eden bir içgüdüden ibaret.
Sanki tekinsiz bir el tarafından durdurulmuş bir zamana sıkıştık.
Ve bu el, boğazımızda, nereye gitsek ne yapsak bir türlü yakamızı bırakmıyor.
Bu kez de öyle oldu, tam ilk kez vakti ve parayı denk düşürüp uzun süredir yapmayı istediğim üzere sakuralar diyarına gitmiştim ki, gezinin ortasında, 19 Mart günü, burada sabahken orada gece vakti, telefonuma ülkenin seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 35 yıllık diplomasının iptal edildiği hemen ardından da tutuklandığı notu düştü.
Belli ki, uzun zamandır geleceğinden emin olduğumuz halde gelmeyeceği iyimserliğiyle geçiştirdiğimiz o korkunç an’ın girdabındaydık artık.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: