Geçen hafta pazar günü bizim mahallede 3 Fenerli oturmuş o akşam oynanacak Ankaragücü-Fenerbahçe maçıyla ilgili sohbet ediyoruz.
Derken, Fenerbahçeli dördüncü bir arkadaş geliyor, yanında ilk kez gördüğüm yaşlıca ama gayet dinç bir adam.
Babası olduğunu öğrendiğim kişiyi berbere getirmiş. Futbola dünyanın en gereksiz işi gözüyle bakan ve nefret eden berberde o sırada kuyruk olduğu için bizim yanımıza oturup beklemeye başlıyorlar. O sırada arkadaşlardan biri ayağı uyuştuğu için kalkıyor, bazı hareketler yapmaya başlıyor. Birazdan kim olduğunu öğreneceğimiz adam, “merdiven çık in, iyi gelir” diyor ve ardından lafı sporun insan sağlığı için önemine getiriyor, sonra da bir spor hekimi gibi vücuttaki kaslarla ilgili bilgiler veriyor.
Bu minvalde ilerleyen sohbet aniden hiç beklemediğimiz bir yere evriliyor ve karşımızdaki adam eski futbolcu olduğunu söylüyor.
Doğrusu, “eski futbolcu” lafını duyunca ilk anda, gençliğinde 5. amatör kümede futbol oynamış bir kişi olduğunu, o yılların anılarını ballandıra ballandıra, bire bin katarak uzun uzun anlatacağını düşünüyorum ve daha lafa başlamadan sıkılıyorum.
Ama fena halde yanılıyorum.
Kendisinden izin alma fırsatı olmadığı için adını yazamadığım kişinin Galatasaray’da da oynamış eski bir futbolcu olduğunu öğreniyoruz.
Konuştukça şaşkınlığımız ve saygımız artıyor.
Adını ezbere bildiğimiz ama futbol oynarken izleme şansı bulamadığımız efsanelerin isimlerini aynı cümle içinde arka arkaya sıralamaya başlıyor: Gündüz (Kılıç), Turgay (Şeren), Lefter (Küçükandonyadis), Metin (Oktay) ve Şeref (Has). Hepsinin isimlerinin arkasına mutlaka bir “abi” ekliyor. “O zamanlar hepimiz abi-kardeş gibiydik. Hepsinden bir şeyler öğrenmeye çalışırdık” diyor.
Artık siyah beyaz fotoğraflarda kalmış çamur sahalarda nasıl futbol oynadıklarını, çivili kramponların futbolcuları nasıl sakatladığını, ıslak topların nasıl ağırlaştığını anlatıyor.
Ama en çok bugünkü fanatizmden yakınıyor, “O zaman maç bitince rakip futbolcularla birlikte akşam yemeğe giderdik. Galatasaraylısı, Fenerlisi, Beşiktaşlısı maçı tribünde beraber izlerdi” diyor.
Anadolu’daki bir kulübün altyapısında yetiştiğini, Galata dahil bir sürü kulüpte oynadığını, 60 bin lira karşılığında Bursaspor’a imza atmak üzereyken bir arkadaşının kendisine emrivaki yaparak Hasnun Galip’e götürdüğünü anlatıyor:
“… Bir baktım Galatasaray Kulübü’ne gelmişiz. Karşımda takımın teknik direktörü Gündüz abi var. Meğer Galatasaray beni transfer etmek istiyormuş. Onun karşısında para pazarlığı yapmak ne mümkün! Boş mukaveleye imza attım. Derken, ne kadar alacağımı sordum. Gündüz abi ’15 bin lira’ dedi. Bursaspor’la 60 bin liraya anlaşmak üzere olduğumu söyleyerek itiraz etmeye çalıştım. ‘Tamam senin 15 bini 20 bin yaparız’ dedi. Üçte birine razı oldum çünkü paradan önemlisi Baba Gündüz’le çalışmak istiyordum. Ama şanssızlığıma ben transfer olduktan kısa süre sonra bir anlaşmazlık nedeniyle kulüpten ayrıldı.”
Karşımızdaki yaşayan tarihi göz kırpmadan dinliyor, arada sırada sorular soruyoruz:
-Mevkiniz neydi?
-Defansif orta saha. 4 ya da 6 numara oynardım.
-Cemil’le (Turan) karşılıklı oynadınız mı?
-Oynadım. Cemil benim kardeşim gibidir. Hâlâ görüşürüz. Müthiş futbolcuydu. Mesela Metin Oktay da büyük golcüydü ama Cemil başkaydı, durdurmak çok zordu. Karşı karşıya oynarken beni geçmesin diye bazen sert faul yapmak zorunda kalırdım!
Karşımızdaki kişi o kadar beyefendi, bütün takımlardan ve rakip futbolculardan o kadar saygıyla söz ediyor ki, “fanatik” taraftar olduğumuzu gizlemek zorunda olduğumuzu hissediyoruz, yine de “tuzak” bir soru sormaktan kendimizi alamıyoruz:
-Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde ne yapar?
-Gündüz abi bize maçlardan önce mücadele edersek her takımı yenebileceğimizi söylerdi. Onlar Bayern’se sen de önlemini alırsın. En iyi futbolcuları kimse tutarsın, adım attırmazsın. Galatasaray Süper Kupa’yı nasıl aldı?
Fenerbahçeli Ferdi’den övgüyle söz ediyor, Real Madrid’e giden Arda için, “Büyük yetenek, inşallah ülkemizi güzel temsil edecek” diyor.
Sonra lafı dolaştırıp dolaştırıp 1967 yılında TSYD Kupası finalinde Fenerbahçe’yi nasıl yendiklerine getiriyor, bizim nasırımıza bastığını bilmeden!
O ana kadar bütün konuşmaları sesini çıkarmadan dinleyen bizim arkadaşlardan biri Galatasaray övgülerinden bunalmış olacak ki, “Keşke Fenerbahçe’ye gelseymişsiniz!” diyor.
Hiç beklemediğimiz bir pazar sohbeti hiç beklemediğimiz bir finalle noktalanıyor:
“Ben doğma büyüme Fenerbahçeliyim!”
Şaka mı yapıyor, doğru mu söylüyor, yoksa gözlerimizde takımımızın renklerini yakaladığı için gönlümüzü mü almaya çalışıyor bilinmez.
Gerçi bana doğru söylüyor gibi geliyor ama yarım saatlik ilginç sohbetten aklıma kalan bu olmuyor.
Aklımda kalan, Türkiye’de bir zamanlar futbolun nasıl oynandığını, nasıl futbolcular olduğunu, sporcuların birbirlerine nasıl saygı duyduğunu ve nasıl paradan çok forma aşkı için terlediklerini ilk ağızdan öğrenmemiz oluyor.
Fotoğraf: Galatasaray 1967-1968 kadrosu