Beyniniz bir zaman makinesidir. Derinliklerinde, atalarımızın savanalarda hayatta kalmasını sağlayan eski bir yazılım hâlâ çalışır: Umut.exe.
Bu yazılım, basit ve acımasız bir denklemle çalışıyordu: “Pes etme + Av peşine daha fazla düş= Yemek + Hayatta kalma + Üreme.” Umut, bir duygu değil, bir hayatta kalma stratejisiydi. En kurak toprakta bile bir sonraki yağmuru hayal ettiren, bizi avın peşinden koşturan bu içgüdüsel inanç, en dayanıklı genleri geleceğe taşıdı.
Büyünün bozulması
Max Weber buna “dünyanın büyüsünün bozulması” dedi. Bir zamanlar her şey sihirliydi. Güneş tanrıların bir lütfuydu, zihnimizdeki ses bir ruhtu, hastalıklar kötü cinlerin işiydi. Anlamadığımız her şey, sınırsız bir olasılıklar denizine açılan bir pencereydi ve umut, o denizdeki en güçlü yelkendi.
Sonra bilim geldi ve projektörleri yaktı.
Artık biliyoruz: Güneş devasa bir nükleer reaktördür. Zihnimizdeki ses, nöronların elektrokimyasal bir senfonisidir. Buzdolabı büyüyle değil, termodinamikle soğutur. Her şeyi anlamaya, optimize etmeye ve verimliliğe endeksledik. Dünyanın büyüsü bozuldu ve onunla birlikte, o büyüye dayanan kadim umudumuz da sarsıldı.
Modern dünyanın zehirli sarmalı
İşte modern çelişki: Evrimsel beynimiz hâlâ sınırsız olasılıklara inanmak, “bir sonraki yağmuru” umut etmek üzere programlı. Ama bu eski yazılım, yepyeni ve sinsí bir virüsle karşılaştı: Pazarlama.
Pazarlama, büyünün bozulduğu bir dünyada yapay bir büyü yaratma sanatıdır. Bize şunları vaat eder:
“Bu krem, yaşlanma denen doğal süreci yenecek.”
“Bu kurs, sizi sıradan bir insan olmaktan çıkaracak.”
“Bu ilişki app’i, kusursuz eşi bulmanızı sağlayacak.”
Bu, beynimizin eski “umut” düğmesine abanmaktır. Doğal, evrimsel umudumuzu, tüketilebilir bir ürüne dönüştürürler. Abartılı vaatlerle, gerçekliğin sınırlarını esnetirler. Biz de, evrimsel olarak umuda hazırlıklı beynimizle bu “aşırı doz umuda” kanarız.
Sonuç?
Toksik hayal kırıklığı.
Hayal kırıklığı artık avımızı kaçırmak değil; bize satılan yapay bir cennetin, gerçek dünyanın sıradanlığına çarpmasıdır. Beklentilerimiz, algoritmalar ve pazarlama stratejileri tarafından şişirilmiş, gerçekliğin çok ötesine fırlatılmıştır.
Yeni bir denge mümkün mü?
Umut kötü bir şey değildir. Beynimizin en değerli araçlarından biridir. Sorun, umudun kendisinde değil, onu neyle beslediğimizdedir.
Gerçek umut, büyüye değil, eyleme dayanır. Sihirli bir çözüm umuduyla bir supplement kutusu almak değil, her gün yürüyüşe çıkmanın getirdiği o dingin iyimserliktir.
Yapmamız gereken, beynimizin eski yazılımını güncellemektir:
Kaynağı sorgula: Bu umut duygusu nereden geliyor? İçimdeki bir arzudan mı, yoksa bir reklamın bana hissettirdiği eksiklik duygusundan mı?
Büyüyü gerçekte ara: Gerçek büyü, bir şeyin sihirli olmasında değil, anlaşılabilir olmasındadır. Bir tohumun filizlenmesindeki karmaşık biyokimya, güneşin batışındaki fizik, bir melodinin beyninizde yarattığı duygu… Bunlar, büyüsü bozulmuş değil, gerçeğin kendisi olan büyüdür.
Umut ve eylemi birleştir: “Umut etmek” pasif bir bekleyiş olmamalı. “Umut, stratejinizdir” yaklaşımını benimseyin. Kötümserlik, hareketsizliğe iter. İyimserlik, polyannacılığa. Umut ise “Durum zor ama yapabileceğim şeyler var” diyerek harekete geçiren güçtür.
Son söz
Hayal kırıklığı, umudun zıttı değil, onun yanlış yönlendirilmiş halidir. Gerçek dünyanın sınırlarını tanıyarak, umudumuzu sihirli vaatlerden değil, kendi eylemlerimizden ve doğanın karmaşık harikalarından beslersek, evrimsel mirasımızı modern dünyada bir zayıflık değil, en büyük gücümüz haline getirebiliriz.
Umut, karanlıkta yanan bir kibrit değil, inşa ettiğimiz bir fener olmalı.
Görsel: canva.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: