Başöğretmen lafının yerini çoktan müdür aldı. “Başöğretmen gibi olmak” söyleminde başöğretmenin anlamı müdür gibi yöneticiliğe vurgu değil. Siz ona bir şey sormamışken ukalaca öğretmeye, sizi eğitmeye kalkanlara kinaye. “Başöğretmen gibi…” lafı eğitimin zorba yönünün dile getirilişi aslında.
“Herkesin bir kusuru vardır” derler ya, benim bir değil birçok kusurum var ama en önemlisi bu. Evet, itiraf ediyorum, bende de başöğretmen kumaşı var. Çünkü sorulmasını beklemeden, şimdi zamanı mı zemini mi demeden hemen başlıyorum anlatmaya. Bu konuda özürüm yani bahanelerim de hazır:
Daha ilkokul sıralarında başladım ben öğretmenliğe. İlkokul öğretmenim emekliliği gelmiş yaşlı bir hanımdı. O yüzden üşenir miydi bilmem, konuyu bir kez anlattıktan sonra beni tahtaya çağırır, “Şimdi bir de sen anlat arkadaşlarına benim anlattığımdan ne anladığını” derdi. Üstelik boyum kısa diye beni kendi masasının üstüne bile çıkarırdı. Konuyu bana anlattırmasını da, “Çocuklar çocukların ağzından daha iyi anlıyorlar” diye gerekçelendirirdi. Sonra işi büyüttü. Filan öğretmen seni çağırıyor, bu konuyu onun sınıfında da anlat, diye başka sınıflara da göndermeye başladı. Zaten bebekliğimden beri öne çıkmaya, alkış almaya bayılırdım. Benimsedim ben de bu rolü. Anlat dendi mi ikiletmez olmuştum. Bunu duyan velilerden bazıları anneme gelip bizim oğlan falan konuyu anlamamış sizin kız güzel anlatıyormuş, bizimkini de bir çalıştırsa diye rica ederdi. O zamanlardan beri anlatıyorum işte, kendi anladığım kadarını…
Özrümü savunmak için sığındığım “anlatmaya çok alışkınım” bahanesinden sonraki bahanemeyse daha çok güveniyorum: “Ukalaysam da sıkıcı anlatmıyorum.” En azından ben öyle sanıyorum. Sağ olsunlar dostlarım da gaz veriyor, sürdürüyorum başöğretmenlik havasını.
Biliyorum ama yanlış yaptığımı. Doğrum şu ki; bilgi dediğin paylaşılmalı. Ben de devamlı yeni şeyler öğrenmeyi sürdürüyor ve bildiğim her şeyi de paylaşıyorum. Yanlışım şu ki; bilgiyi öğrenmek isteyen öğrenir. Öğrenmek isteyen de sorar. Sormayana anlatmak, lüzumsuzdan da öte bir gayretkeşliktir. İşte o lüzumsuzluk benim alametifarikam ne yazık ki…
Dediğim gibi ben kendimi bildim bileli anlatırım. İster kongrede konferans şeklinde, ister meyhanede sohbet şeklinde olsun ben hep anlatırım. Bir arkadaşım bana “anlatan kadın” diye isim bile taktı. Bildiğim bir şeyi karşımdakinin bilmediğini fark ettimse dayanamayıp hemen anlatmaya başlıyorum. Bilgi dediğimin de illa bilimsel veri olması gerekmiyor. Limon sıkmak üstüne de ahkam kesebilirim doğrusu.
Lüzumsuzken anlatma konusundaki halt yemelerimi geçip asıl konuya yani anlatmanın yolu yordamına değinmek istiyorum. Bu konuyu açmamın nedeni bir arkadaşımın bana, “Şunu bana bir anlatıver, sen güzel anlatıyorsun” demesi oldu. Sorduğu şeyi bilmiyordum ama nasıl güzel anlatılabileceğini anlatayım istedim.
Herhangi bir şeyi “güzel yapmak” için gereken bellidir: Nasıl yapılacağını bileceksin ve defalarca yaparak o yöntemi pekiştireceksin.
Nasıl yapılır?
Bu soru kek yapmak için de geçerlidir, uzay roketi yapmak için de. Şarkı söylemek için de geçerlidir, konuşmak için de. Herkes zaten konuşabilirken, konuşmak için de mi eğitim gerekir? Evet kesinlikle gerekir. Nasıl konuşulacağını da mutlaka öğrenmek gerekir. Bir bakın çevrenize de “yeter artık bu konuşmasa” dediklerinizin çokluğuna dayanarak hak verin bu yargıma. Bir de o konuda bildikleri yüzünden mutlaka konuşması gerekirken bir türlü sözü ele geçiremeyenler var elbette. Konuşmanın da susmanın da öğrenilmesi gerekir.
Güzel konuşmaya belagat denir ve belagati olanların doğuştan yetenekli olduğuna inanılır. Doğru değildir. Yetenek sadece %10 etkilidir. Güzel konuşabilmenin yüzde doksanı eğitim ve pratiğe dayanır. Eğitimsiz deneyim de deneyimle pekiştirilmeyen eğitim de işe yaramaz. O yüzden “ağzı olan konuşuyor” denilir.
Ben eğitici olarak çalıştığım dönemde her yıl yeniden “eğiticinin eğitimi” kurslarına giderdim. Kurslar dışında da devamlı okuyarak bu konudaki eğitimimi güncellerdim. Güncelleme lafı da çok önemli. Başöğretmen havasında olanlar fi tarihinde öğrendiklerini hâlâ satmaya kalkanlardır. Oysa bilgi dinamik bir şeydir. Okulda öğrenilenler daha okul bitmeden eskiyor. Yeniyi öğrenemeyen ise okulda öğretileni hâlâ geçer akçe sanıyor.
Bir de konuşmayı iddialaşmaya dönüştürenler var. Onlar kendi bildiğinden başkasını yanlış sananlar yani kendini güncellemeyenlerdir. Bilgilerini devamlı güncelleyenler iddialaşmaz. Hiçbir konuda tutturmaz. Kimseyi de dönek (!) olmakla suçlamaz. Öğrenmeyi sürdüren dönüşür ve de döner çünkü. İddialaşmayanlarsa “acaba?” demeyi bilenlerdir. Kendi bildiğinden emin olmak yerine “acaba mı?” diyebilenler azdır, hem de çok azdır. Oysa kuşku duymak, öğrenmenin altın kapısıdır.
Öğrenen öğrendiğini yeniden ve yeniden tekrarlayarak pekiştirmek ayrıca da güncellemek zorundadır. Nostalji iyidir de gerçek hayata uymaz. En iyi kabaran ve en lezzetli kek tarifini öğrenmiş olabilirsiniz. Bir süre yapmayın da görün ilk yaptığınızdan bile beter olmuyor mu? Hele yeni yöntemlerle daha lezzetli olan tarifleri öğrenmiyorsanız ninenizden kalma tarifi marifetiniz bilmekle yetinir gidersiniz. Sonra biri önünüze harika bir dilim kek koyar, apışırsınız…
“Siz” dediğime bakmayın “biz” demek istiyorum. Mesela geçenlerde epeyce aradan sonra bir gruba ders anlattım. Uzun süredir ders anlatmadığım ve de artık anlatmayacağımı düşündüğüm için ne eğitimimi yenilemiştim ne de yakın zamanlı pratiğim vardı. Sonuç ne oldu derseniz, kendi kendime kırık not verdiğimi rahatça söyleyebilirim. 50 senenin bilgi ve deneyimi birkaç yıl içinde tümden yok olmamış ama epeyce erozyona uğramış çünkü…
Beynimiz öyle tarafgir bir makinedir ki kendi kendinin avukatı, karşı tarafınsa savcısı ve hakimidir.
O yüzden her konuda biz haklıyızdır, öteki haksız.
Bakın benim avukatıma:
-Epeydir anlatmadım da o yüzden pratiğimi yitirdim
-Bak arkadaşım da söyledi, ben çok güzel anlatırım.
Böyle devam et, akıllı avukatım benim:
-Başöğretmen gibi olmak, aslında öğretmekten çok kendi doğrularını başkalarını dayatmak için zorla eğitim yapmaktır. Benim derdimse sadece öğrendiklerimi paylaşmak.
Bak sen hele benim avukatıma…
Sonuç mu?
Anladınız siz onu ama yineleyeyim: Başöğretmenlikten istifa etmek şarttır vesselam. Bu konuda bir de ben adam olsam…
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: