Yeniden iki bloklu dünya-Mine Kırıkkanat (Cumhuriyet)
“Hindistan ile Pakistan arasında 22 Nisan’da başlayıp halen süren kısmi çatışmalar, Ortadoğu’da düğümlenen sorunlardan bağımsız değildir. Hasımların nükleer güç olması bakımından küresel bir tehdit olan bu çekişme; Uzakdoğu’yu “Doğu bloku ile Batı bloku”na bölen yeni bir jeopolitikanın tam ortasındadır.
ABD ve İsrail stratejik ortakları İngiltere ile el ele verdiler; düşmansız var olamayan Batılı emperyalizmin husumet ihtiyacını karşılamak üzere, SSCB’yle birlikte gömülen iki bloklu dünyayı Asya’da hortlatıyorlar.
Nasıl mı?
Keşmir yöresi, HindistanPakistan-Çin sınırlarının kesiştiği dağlık bir bölge. Her üç devlet de bölgede hak iddia ediyor; 1947’den beri Keşmir için itişip kakışıyorlar. Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimin silahlı saldırıya dönüştüğü sonuncu itişmeden iki gün sonra, Hint hükümeti 1960’da imzalanan İndus Su Anlaşması’nı askıya alarak Pakistan’a akması gereken nehir sularını keseceğini açıkladı. Pakistan da anlaşma gereği yüzde 80’i kendisine ait suların kesilmesini savaş nedeni sayacağını açıkladı.
Burada durup “Niçin şimdi” diye zamanlamasını sorgularsak karşımıza gerçek neden çıkıyor:
ABD’nin Çin’e açtığı ticari savaşın altında Başkan Donald Trump ve temsil ettiği Evangelistler var. Emperyalizmin bayraktarı bunlar, Çin’den daha fazla “pay” istiyorlar. İstedikleri pay, Çin’in ileri teknolojide kullandığı ve tüm dünyaya ihraç ettiği cep telefonlarından arabalara kadar her alanda kullanılan “chip”ler.”
Kaderimizin çağrısı: Gelecek bin yılın imparatorluk serüveni başlıyor-İhsan Aktaş (Yeni Şafak)
“Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, emperyalist devletlerin işgal etmediği neredeyse hiçbir kara parçası kalmamıştı. Müslümanların yaşadığı topraklarda yaşananlar tam bir felaketti. Uzak Doğu ülkeleri İngiltere, Hollanda ve Fransa tarafından; Orta Doğu İngiltere ve Fransa tarafından, bugünkü İran doğrudan İngiltere tarafından; Afrika’nın tamamı ise Batılı emperyalist ülkeler tarafından paylaşılmıştı. Savaş sonrasında doğrudan sömürge olmayan iki ülke Türkiye ve Afganistan’dı.
Batı sömürge imparatorluğu, sadece işgal etmekle kalmadı, milletlerin asil evlatlarını köleleştirdi. Modernleşme, gelişme, kalkınma ve daha sonra eklenecek demokratikleşme ideallerini milletlerin önüne koydu. Bu milletlerin aydınları köleleştirildi; gelişen, zenginleşen ve demokratik bir ortamda refah toplumuna ulaşan sadece sömürgeciler oldu.
Afrikalı bir siyaset bilimci, “Eğer Afrika’nın zengin kaynakları olmasaydı, bugünkü Avrupa medeniyetinden bahsedemezdik” demişti bir Afrika ülkesini ziyaret ettiğimizde.
Sömürge imparatorluğunun en küçük bir Afrika ülkesindeki köleleştirme modeline bakın; sonra alıp bu modeli dünyada kurulan imparatorlukların %70’ini kuran bu milletin kaderine bakın. Uygulanan zihinsel işgal ve köleleştirme metodu aynıdır.”
PKK’nın silah bırakması-Taha Akyol (Karar)
“Türkiye bütün tarihi bakamından çok önemli bir döneme giriyor. Bunu Kürt hareketinin “silahlı mücadele”den “siyasi mücadele”ye geçmesi olarak özetleyebiliriz.
Elbette PKK bütün Kürtlerin değil, bir kısmının desteğine sahiptir. Aynı siyasi çizgideki DEM’in aldığı oylar bellidir. Fakat “sorun” denilince ifade edilen de bu kesimin siyasi talepleri ve PKK’nın kırk yıl devam eden terörüdür.
PKK’nın kongre açıklamasında, “silah bırakma” ve “kendini fesih” kavramlarına yer verilmeden, “Önder Apo’nun çağrısı temelinde” karar aldıkları belirtiliyor.
Daha öce “kongreyi Öcalan’ın yönetmesi”ni istemişlerdi…
5-7 Mayıs: PKK’nın söz konusu kongresi toplandı. Kimseye, yerli ve dış basına da sızdırılmadan yapılan bir kongre. Ya tartışmaların yayınlanması istenmedi veya Öcalan’la iletişiminin nasıl sağlandığının ve neler söylediğinin bu aşamada gizli tutulması tercih edildi.
PKK’nın açıklamasında “iki farklı alanda birbirine paralel kararlar” aldığı belirtiliyor. Bunlar devletle uzlaşılan konular mıdır, PKK’nın kendi yol haritası mıdır bilmiyoruz.”
Kendi beynimize limon sıkıp yiyoruz-Şükran Pakkan (T24)
“Türk Psikologlar Derneği, 10 Mayıs Psikologlar Günü’nde şöyle dedi: Her 100 bin kişiye 30 psikolog düşüyor ve bu sayı çok düşük.
Sizce neden giderek daha çok psikoloğa ihtiyaç duyuyoruz?
Ekrem İmamoğlu’nun X hesabı kapatılınca olanlar, sadece dijital bir sansür olarak değil, toplumsal travmaya karşı mizah refleksinin en yaratıcı anlarından biri olarak tarihe geçer. Erişim engeline tepki olarak binlerce kişi hesap profil fotoğrafını İmamoğlu ile değiştirdi. Bu kez 100 binden fazla hesap “bot” muamelesi görüp erişime engellendi. Veeee sahneye yine orantısız Türk zekâsı çıktı. Sansürle mücadele için platformu terk edelim boykotu değil, içeride kalıp sansürü yenelim yolunu seçtiler, şahaneydiler. Kedili İmamoğlu, ışın kılıçlı İmamoğlu, balon patlatan İmamoğlu, kaplumbağa terbiyecisi İmamoğlu fotoğrafları üretip, İmamoğlu görseli yakalamaya uğraşan sistemi alt üst ettiler.
Baskıya karşı en iyi antikor, her zaman iyi bir espri olmuştur. Ama bu kadar mizah fazla orantısız değil mi? Neden durmadan gülerek yol bulmaya çalışıyoruz? Bu sadece bir refleks değil, hayatta kalma stratejimiz olabilir mi?
Travmanın normalleştiği bir ülkede yaşıyoruz. Akıl sağlığımızı korumak, kişisel gelişim değil, kamusal mücadele meselesi de ondan.”
KKTC gerçekten egemen bir ülke midir?-Atilla Aşut (BirGün)
“Akdeniz’de sular yeniden ısınmaya başladı. “Yakınımızdaki uzak komşumuz” Kıbrıs’ta AB’nin son aylardaki hareketliliği dikkat çekiyor. “Türki” kökenli bazı Orta Asya ülkelerinin Güney Kıbrıs’ı “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımaları da bu hareketliliğe ivme kazandırdı.
Bölünmüş Kıbrıs Adası’nın güneyinde ABD, İngiliz ve Fransız üsleri var. Kuzeyde ise Türkiye, 1974 müdahalesinden beri yaklaşık 60 bin asker bulunduruyor. Türkiye İşçi Partisi, 1960’lı yıllarda “Yabancı üslerden ve askerlerden arınmış, iki bölgeli, iki toplumlu birleşik Kıbrıs” tezini savunuyordu. Ada’nın iki yakasındaki barışçı ve ilerici insanlar da bugün aynı çizgide savaşım veriyorlar. Ne var ki Türkiye destekli KKTC yönetiminin “eşit ve egemen iki devlet” tezinde direnmesi, Kıbrıs’ta çözüm çabalarını güçleştiriyor.
Her zaman söylüyorum: Kuzey Kıbrıs, “Küçük Türkiye”dir. Ülkenin ordusu, polisi, ekonomisi, hatta Diyanet’i Türkiye’ye bağlıdır. “Müftü” diye anılan Din İşleri Başkanı ve imamlar bile Türkiye’den gönderiliyor. Bu müftülerden biri camide kadınlara vaaz verirken “Kocalarınızın her isteğini itirazsız yerine getirmek dinin gereğidir” deyince kızılca kıyamet kopmuş; Kıbrıslılar “İthal müftü istemiyoruz!” diye günlerce sokaklarda protesto gösterisi yapmıştı.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: