Erdal Çolak
Rüçhan Çamay’ın seslendirdiği bir şarkıydı. Gariptir, insanoğlu neler yaratmış. Yarattığı her gün dünü aratmış. Aklı ile her şeyin sırrını bulmuş. Kendi yarattığı putun kölesi olmuş. Para, varlığı bir dert yokluğu yara. Kimi sıkar elinde çıkarır suyunu, kiminin değiştirir güzel huyunu… Üç şey demiş Napolyon: “Para, para, para… İnsanlar öldürülür onu uğruna, servetin ulaşsa da yüz milyonlar, kefenin cebine sığmaz bir tek lira… Söz bu, nasıl ki insan paranın sahtesini yapabiliyorsa para da insanın sahtesini yapıyor!
Para bu, çok acı çeker, naziktir; para kıskanmaz, kendini övmez, şişinmez, uygunsuz davranmaz, kendini düşünmez, kolay aldanmaz, kötü şey düşünmez; eşitsizlikten hoşlanmaz ama hakikatle coşar; her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umar, her şeye dayanır… Ve şimdi, inanç, umut ve para hüküm sürmekte; bu üçü egemen ama içlerinde en yücesi, para.
Bu bölümü George Orwell’in Aspidistra romanından aldım. Romana adını veren Aspidistra adlı çiçek zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yaprakları doğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi, nerede olsa orada yaşarmış. Rusya’nın soğuğuna da direnir, Arabistan’ın sıcağına da dayanır. Yaşam koşullarına toplumun içindeki orta sınıf gibi koşulların zorluğundan yüksünmez. Öyle güneş alamadım diye sararıp solmaz, dahası yavaş yavaş büyümeye başlar. Sulamayı unutsanız bile şartlara göre köklerinden istifade eder. Tıpkı orta sınıfın gelecek güzel günlerin hayal edip umut etmesi gibi…
Romanı yıllar önce okumuştum. Fikrimce inanın George Orwell`in diğer romanları kadar derin fikirler içeren 1930’lu yılının İngilteresi’ndeki sınıf atlama özlemi içinde olan az gelirli insanların hayatını anlatıyor. Orwell kitabına bir çeşit zambak türü olan bu çiçeksiz bitkiyi statü simgesi olarak görülmesinden dolayı bu ad olarak seçmiş. Benim düşünceme göre Orwell`in Hindistan doğumlu bir İngiliz olması onun Aspidistra adlı bu kitabı dahil diğer kitapları Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Hayvan Çiftliği gibi ünlü romanlarının ortak noktası aynıdır. Orwell belleksiz ,sosyalist düşünceleri olan toplum içerisindeki sınıf farkına dikkat çekmesi ve sınıflar arası geçişi yani kast sistemini romanlarında ustaca ifade etmiştir. Bence bugünü ifade ediyor. “Eskiden Tanrı neyse, şimdi para oydu. İyi ya da kötü artık anlam taşımıyordu, yalnızca başarı ve başarısızlık söz konusuydu. Bugün yaşadığımız hayat hayat değil, bu kokuşmuşluk, hayat içinde ölüm. Şu uğursuz evlere bak ve içinde yaşayan anlamsız insanlara bak! Bazen hepimizin birer ceset olduğunu düşünüyorum. Kokuşmakta olan cesetler.
Roman o kadar anlamlı ki sanki bizleri orta sınıfın düşük gelirli, genel olarak hayatta fark edilecek bir başarı sağlayamamış bir ailenin gencini anlatıyor. Bu gencin ismi Gordon, ailesi yoksul olmasına rağmen onun eğitim alabilmesi ablası fedakarlık yapar, çalışır. Umut fakirin ekmeği, Gordon’un okuyacağı, adam olacağı, bütün aileyi sefaletten kurtaracağına inanırlarken, o ailesinin yoksulluğundan utanır. Zaten birçok insan fakir olmaktan utanır; zengin olmaktan utanan hiç kimseyi görmedim.
Tarihsel açıdan baktığımızda dünyada ya da doğadaki birçok şeyden feragat etmiş bazı felsefî şahsiyetler, dinî alt gruplar, cemaatlere gönüllü olarak katılan insanlar fakir kalmayı, muhtaç durumda olmayı marifet sayarlar. Fakir olmak isterler. Eski Yunan’da mesela Stoacı, Pisagorcu veya Knikler, Budizm’de keşişler, Hinduizm’de fakirizmi, İran Manihaizm’i, Hıristiyan ruhbanlığı, fakir bir ekmeğe muhtaç kalarak İslam’a bağlandıklarını zanneden grupların sömürdüğü insanlar. Sadece şunu diyebilirim ki Yahudi kutsal kitabı Tanah, tıpkı fazla zengin olmak gibi fakirliği de insanın başına gelebilecek en kötü belalardan biri olarak da takdim eder. Hiç olmazsa Tevrat diyor ki, ele muhtaç olmayın. Yani Yahudiler fakirliği kötü bir talih olarak görmektedir.
Bazı uydurma hadislerin etkisinde kalarak fakirliğin zenginlikten üstün olduğu görüşünü savunmak İslam’ın özüne zarar veren bir yaklaşım. Zaten mantıklı olalım, zekat, sadaka, mal ve parayla yapılan bir ibadet. Bunun yanında haç hem bedenen hem de maddi yani parayla, icra edilen bir ibadet türü. Etrafımızdaki birçok kişi çeşitli hastalıklarından dolayı oruç tutamadığından bedel ödüyor. Tutamadığı orucun bedelini yine parayla ya da bir kişinin karnını doyurarak yapabilir. Dahası sadaka, fitre kurban, adak hepsi para para para. Yani neden fakir İslam’a göre zenginden üstün olsun ki, dahası ne kadar ekonomik olarak güçlü olursanız o kadar hayır sevap işleme şansına sahip olursunuz. Mantıklı değil mi?
Yoksulluğu, yaşanan ekonomik, toplumsal dönüşümler çerçevesinde ele aldığımda, hangi çağda olursa olsun benimsenmiş olan zenginlik ya da fakirlik birilerine Yaratıcı tarafından bahşedilen bir lütuf değildir. Kim öyle diyorsa bilin ki yalan söylüyor. Ekonomistlerin bir sözü vardı, harcadığınızdan çok kazanıyorsanız zenginsiniz; kazandığınızdan çok harcıyorsanız fakirsiniz. “Parayla saadet olmaz” deniyor ama onsuz da saadete ulaşamıyor. En mutlu, en zengin, sağlıklı ve güvenli ülkeler üzerine araştırmalar yapıldığı zaman İskandinav ülkeleri başı çekiyor. İskandinav ülkelerinin bu kadar mutlu olmasının sebebi yönetim şekillerinin yanında, kişi başına düşün milli gelir seviyesi, ekonomi, iş ahlakı, istihdam, ülkedeki sosyal, ahlaki, yazılı olan olmayan kurallar, güvenli internete erişim, sağlık hizmetleri, yazılı, görsel ve sosyal medyadaki kişisel özgürlükler, en önemlisi kültürel ,sosyal anlayış. Bunlar İskandinav ülkelerine farklılık katıyor. Örnek vermek gerekirse Arne Evensen Garborg Norveçli yazarı, şairin ifade ettiği gibi para ile her şeye sahip olunacağı söylenir:
Yiyecek satın alabilirsin, ama iştah satın alamazsın.
İlaç alırsın ama sağlık alamazsın.
Bilgi alırsın ama bilgelik alamazsın.
Gösteriş alırsın ama güzellik alamazsın.
Eğlence alırsın ama neşe alamazsın.
Tanıdık alırsın ama dost alamazsın.
Hizmetçi alırsın ama sadakat alamazsın.
Boş vakit alırsın ama huzur alamazsın.
Para ile her şeyin kabuğunu alır;
Hiçbir şeyin çekirdeğini alamazsın!..
Bu şiir, İskandinav insanın daha realist, gerektiğinde pragmatist bakış açısını çok güzel şekilde ortaya koymaktadır. Akabinde bilindik bir söz vardır hayata karşı fazla bir şey istemeyen insanların ifade ettiği: Başını sokacak bir evin varsa, sobanın üzerinde çayın kaynıyorsa, sevdiklerin de yanındaysa, işte dünyanın en büyük servetine sahipsin…