Sözcüklerin zaman içindeki dönüşümünü incelemek, yalnızca dilin yapısal evriminin değil, bu değişimi tetikleyen tarihsel ve kültürel bağların da gün yüzüne çıkmasına katkıda bulunuyor.
Asya’da çeşitli topluluklar arasında görülen etkileşimler, bu sürecin somut bazı örnekler sunuyor. Örneğin, Japonların erken atalarının bir kesiminin Proto-Türk (Ön-Türk) topluluklarıyla dilsel yakınlığı, kök sözcüklerin coğrafyalar arasındaki yolculuğunu ve söz varlığının geçirdiği dönüşümleri daha açık biçimde anlamamıza yardımcı oluyor.
Buna benzer etkileşimlere odaklanan sözcük kökeni çalışmaları, kavramların benzerliklerini ve farklılıklarını derinlemesine inceleyerek, hangi anlam genişlemelerinin veya kaymalarının ne çerçevede oluştuğunu izlememize olanak tanır.
Öte yandan, dillerde gözlenen evrensel olgulardan biri, somut sözcüklerin zamanla soyut anlamlar kazanması. Bu durum dil bilimi literatüründe ayrıntılı biçimde belgelenmiştir ve metaforların dil ile düşünce yapısı üzerindeki belirleyici rolü de bu olgunun temel dayanaklarından biridir. Nitekim Okan Küçük’ün (Uludağ Üni. 2016) “Çağdaş Metafor Teorisi” başlıklı tezi, metaforların hem sözcük anlamlarını hem de zihinsel süreçleri nasıl dönüştürdüğü üzerine ilginç okumalar sunuyor.
Diller, her zaman yeni sözcükler türetmez, aynı zamanda mevcut sözcüklerin anlamlarını da genişletir ve çeşitlendirir. Örneğin, Türk Dil Kurumunun (TDK) sözlüklerinde “çıkmak” fiili için 30’un üzerinde ayrı anlamı tanımlanmıştır. Proto-Altaycaki (Ana Altayca) “kam-“ kökü de bu tür anlamsal çeşitlilik ve değişim sürecinin ilginç örneklerinden biri.
Görünüşe göre, “kam-“ kökü, başlangıçta görme güçlüğü şeklinde somut fiziksel bir durumu ifade ediyordu (1). Bu kökten türeyen Türkçe “kamaş-“ fiili, parlak ışık nedeniyle yaşanan geçici görme kaybını veya dişlerin sıcak ya da soğukla temasında oluşan rahatsızlığı anlatıyor.
Bu fiil, Eski Asya Türkçesinden beri somut bir anlam taşımakta ve modern Türk dillerinde şu biçimlerde karşımıza çıkmakta:
Başkurt Türkçesi: Kamaşıv, Kazak Türkçesi: Kamaluv, Kırgız Türkçesi: Kamō, Özbek Türkçesi: Kamäşmàk, Tatar Türkçesi: Kamaşu, Türkmen Türkçesi: Gãmaşmak ve Uygur Türkçesi: Kamaşmak (2).
Zamanla, “kam-“ kökünden türeyen sözcükler yalnızca fiziksel değil, zihinsel durumları da ifade etmeye başlamış. Ani ve yoğun ışığa maruz kalındığında yaşanan geçici görme kaybı ile zihinsel karmaşa ve şaşkınlık arasında bir benzerlik kurulabilir. Bu bağlantı doğrultusunda, “kamaş-“ fiili yalnızca fiziksel bir durumu değil, beklenmedik olaylar karşısında zihnin karışması ve duraksama gibi ruh hâllerini de anlatmak için kullanılmış olabilir.
Türkçe ve Japonca arasında düzenli ses uyumları olduğuna ilişkin çok sayıdaki teori bulunmasına karşın, bu konuda bugüne dek sistematik bir kanıt ortaya konamamıştır. Bu nedenle, bu konudaki soruların hâlâ araştırma ve tartışma konusu olduğunun altını çizmek önemlidir.
Dil, başlangıçta fiziksel gerçeklikleri ve algısal deneyimleri iletmek için kullanılırken, zamanla soyut düşünceler ve duyguların tanımlanmasını ve paylaşılmasını sağlayan bir araca dönüşür. Toplumsal değişimler ve teknolojik ilerlemeler yeni nesneler, kavramlar ve deneyimler ortaya çıkardıkça diller de bu değişime ayak uydurur. Dilin doğal evrim sürecinde, sözcüklerin fiziksel deneyimlerin yanı sıra soyut kavramları da kapsayacak biçimde evrilmesi beklenen bir durumdur.
Benzer bir genişleme süreci, Japoncadaki “komaru” (困る) fiilinde de gözlemlenir. Proto-Japoncada büyük olasılıkla “kǝ̀mà-r-“ (veya “kuàmà-r-“) biçiminde olan bu sözcük, modern Japoncada şu anlamları kazanmış:
Zorluk çekmek, sıkıntı yaşamak, şaşkına dönmek, çıkmazda olmak, mahcup olmak, rahatsız edici durumda bulunmak vb.
Tıpkı Türkçedeki “kamaş-“ gibi, “komaru” fiilinin de başlangıçta fiziksel bir durumu ancak zamanla zihinsel durumları da anlatmak için kullanıldığı görülmektedir (1).
Bu örnekler, kök anlam olan “görüşün bulanıklaşması” olgusunun Japoncada da zaman içinde metaforik bir boyut kazanarak zihinsel karmaşa, şaşkınlık ve çaresizlik gibi soyut anlamlara evrildiğini göstermektedir.
Fonetik değişimler
Türk dillerindeki /ş/ sesinin Japonca gibi bazı Asya dillerinde /r/ sesiyle karşılanması, fonetik farklılaşma sürecinin olası bir örneği olarak görülebilir. Bu gibi değişimler, genellikle “telaffuz ekonomisi” ya da “ses yumuşaması” olarak adlandırılan olgularla açıklanabilir ve dilin evrimsel sürecinde doğal bir dönüşüm olarak değerlendirilir.
Dil ailelerinin kökenlerini ve akrabalık ilişkilerini araştırırken sıkça, farklı dillerde ortak olan sözcük köklerine zamanla eklenmiş sesler karşılaştırılır. Bu yöntem sayesinde diller arasındaki fonetik değişimler haritalandırılır ve tarihsel gelişim süreçleri daha anlaşılabilir bir yapıya kavuşur.
Örneğin, Proto-Altayca “kam-“ kökü Türk dillerinde /ş/ ünsüzünü içeren bir fiil eki almıştır. Buna karşılık Proto-Japonca konuşan topluluklar, böyle bir ek henüz ortaya çıkmadan, erken bir dönemde ana dilden ayrılmış olabilir. Bu senaryo, Proto-Japoncada /ş/ içeren bir ekin hiç oluşmamış olmasını açıklayabilir veya dilin farklı fonetik eğilimler sonucunda aynı kök için başka sesler kullanmasına yol açmış olabilir.
Bu savı destekler nitelikte, Japoncada /ş/ gibi bir sürtünmeli ünsüz yerine, fonetik akıcılığa daha uygun olan /r/ sesinin yeğ tutulduğu düşünülebilir. Bu nedenle /ş/ sesi yerine /r/ sesinin türetilmesi, dilin fonetik yapısıyla daha uyumlu bir değişim olarak değerlendirmek daha doğru olabilir.
Modern Japoncadaki /r/ sesi, Türkçe, İtalyanca veya Rusçadaki belirgin titrek /r/ sesinden farklıdır; dil ucunun damağa hafifçe dokunup çekilmesiyle üretilir. Japoncanın fonetik yapısı, /r/ sesini bükerek Türkçedeki /d/ sesine yakın bir sese dönüştürür. Bu nedenle, Japonca öğrenen yabancılar için söyleyiş zorlukları yaratırken, başka dilleri öğrenmeye çalışan Japonlar açısından da kafa karıştırıcı olabilir.
Üstelik Japoncada /r/ ve /d/ sesleri aynı “kana” karakteriyle yazıldığı için, bu iki sesi ayırt etmek alışkın olmayan kulaklar için gerçekten zordur. Bu yazı sistemi özelliği ve fonetik benzerlik, Japoncadaki /r/ ve /d/ sesleri arasında tarihsel bir yakınlık hatta örtüşme olduğunu gösterir. Eski Japoncadaki “idite” sözcüğünün zamanla “itte”, ardından “ide”, ve sonunda “ire” biçimine dönüşmesi, /d/ ve /r/ sesleri arasındaki geçişkenliğin somut bir göstergesi.
Bu tür ses dönüşümüne dair başka bir örnek, Eski Japonca ve Eski Korecede bulunan “ash” sözcüğü. Bu sözcük Japoncada zamanla gerçekleşen /ş/ > /r/ dönüşümüyle “aru” biçimini almış. Ayrışmaya karşın sözcükler her iki dilde de ortak biçimde “varlık”, “var olmak” ya da “bulunmak” anlamını korumuş. Bu durum, Altay dilleri teorisi açısından iki dil arasındaki ortak köken varsayımını destekler görünmektedir (3).
Ses yumuşaması diğer Altay dillerinde de izlenebilir; örneğin Tunguz dilinde /ş/ sesinin Mançu dilinde kimi durumlarda hafifleyerek /r/ ya da /l/ benzeri yarı ünsüzlere dönüştüğü göülür. Benzer durumlar başka dillerde de gözlenmektedir. Örneğin Eski Çincedeki /ş/ sesinin, Mandarin Çincesinde bugün /r/ sesine dönüştüğü ya da düştüğü biliniyor (örnek: Eski Çince *njaş > Mandarin ér 二, “iki”).
İki Rus asıllı dil bilimci; Sergey Starostin (2003) ve Aleksandr Vovin’in (2009) Proto-Altayca ve Japoncadaki ses dönüşümlerini inceleyerek, bağlantı olasılığı görüşünü ortaya koymuşlar. Çalışmaları, bu diller arasındaki potansiyel bağlantıları ve değişimlerini sistematik biçimde inceleyerek dil bilimsel tartışmalara önemli katkılar sağlamış.
Türkçe ve Almancaya uzanan izler
Diller, tıpkı canlı organizmalar gibi, sürekli değişen ve çevreleriyle etkileşim içinde olan dinamik sistemler olarak görülebilir. Bu değişimin arkasında ise göç hareketleri, soydaş dillerden ayrışma, yeni kültürel etkileşimler, dilin iç dinamikleri ve fonetik değişimler gibi çeşitli faktörler yer alır (4).
Tarihsel değişim süreçlerini ayrıntılı incelemek adına, Proto-Altay dilinden Japonca ve Türki dillere uzanan ses dönüşümlerine daha geniş bir çerçevede odaklanmak yararlı olabilir. Binlerce yıl öncesine dayanan “kam-“ kökü, bu konuda özellikle dikkat çekici. Türkçede “kamaş-“ (göz/diş kamaşması) ve Japoncada “komaru” (zorlanmak) sözcükleri, bu kökün geçirdiği evrimsel bağa dair olası ipuçları sunmaktadır.
İki sözcük arasındaki benzerlik, ortak bir proto-kökten türemiş olabileceği gibi ses değişim süreçlerinden de kaynaklanıyor olabilir. Bu bağlamda, Japoncadaki /r/ sesinin, Türki dillerindeki /ş/ sesiyle olası bir tarihsel bağlantısı, ses dönüşümü kuramları açısından ilgi çekici bir konudur ve bu çerçevede dikkatle incelenmelidir.
Ses dönüşümleriyle birlikte sözcüklerin anlamı genişleyebilir, daralabilir veya metaforik değişimler geçirebilir. Kök sözcüklerdeki bu değişimleri incelemek, insanın dünyayı dil yoluyla nasıl algıladığını da daha iyi anlamamıza katkı sunar (5).
Dillerin tarihsel değişimini inceleyen çalışmalar, bu tarz dönüşümlerin izini sürerken bizi genellikle daha geniş çaplı makro- dil aileleri hipotezlerine yönlendirir. Bu teorik makro-dil ailelerinden biri de (önerilmiş ancak kabulü tartışmalı) Nostratik Dil Ailesi hipotezidir.
Bu teori, Avrasya ve Kuzey Afrika bölgelerinde konuşulan farklı dil ailelerinin (örneğin Hint-Avrupa, Ural, Altay, Afro-Asyatik, Dravid, Kartvel dilleri vb.) köken olarak ortak bir ata dile dayandığını ileri sürer. Bu kurama göre günümüz dillerindeki bazı ortak kökler ve kavramsal anlam benzerlikleri, arkaik bir kökene işaret eden ipuçları olarak değerlendirilir (6).
Nostratik hipotezine göre, ses ve anlam dönüşüm öyküleri ortak atadan miras kalmış olabilir. Almancadaki “Kummer” sözcüğü, bu türden dönüşümlere ilginç bir örnek teşkil eder. Bu sözcük de muhtemelen fiziksel rahatsızlık, ağrı ya da acıyı dışa vurmak için kullanılırken, zamanla soyutlaşarak huzursuzluk, üzüntü, sıkıntı, dert ve tasa gibi duygusal durumları betimler hale gelmiş olabilir.
“Kummer” sözcüğünün Proto-Cermen: *kumar ve Eski Yüksek Almanca “komer” gibi biçimlerinden türediği varsayılabilir. Bu biçimlerin tümü keder, tasa veya sıkıntı anlamlarını taşımaktadır. Ayrıca, şaşırtıcı benzerlik ortaya koyan Latince “gemere” (inlemek), Arapça “gam” (keder) ve Moğolcada “gamu” (sıkıntı) kelimeleri, Nostratik bir kökten gelmiş olabilir.
Japonca, Türki diller ve Almanca arasındaki bu tip anlamsal ve fonetik benzerliklerin rastlantı mı yoksa Nostratik bir kökten mi kaynaklandığı elbette tartışmaya açık bir konu. Almanca “Kummer”in, “kam-“, “kom-“, “kum-“ gibi varsayımsal Proto-Altayca bir köke ya da varsayımsal Nostratik makro-dil ailesi çerçevesinde ortak bir kökene uzaması güçlü bir olasılık gibi görünmüyor.
Ancak eldeki veriler ışığında, bu sözcüğün Nostratik bir kökene dayanabileceği hipotezi, kesin dışlanmamalı ve araştırılmaya değer görülmelidir.
Görsel: http://www.silkroads.org.cn
Kaynaklar:
- Starostin, Sergei A., Dybo, Anna V., Mudrak, Oleg A. (2003). Etymological Dictionary of the Altaic Languages. Brill Academic Publishers.
- Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, 1992, Kültür Bakanlığı Yayınları
- Vovin, Alexander. (2009). Koreo-Japonica: A Re-evaluation of a Common Genetic Origin. University of Hawai/i Press.
- Miller, Roy Andrew. (1971). Japanese and the Other Altaic Languages. University of Chicago
- Nichols, Johanna. (1992). Linguistic Diversity in Space and Time. University of Chicago Press.
- Robbeets, Martine. (2005). Is Japanese Related to Korean, Tungusic, Mongolic and Turkic? Harrassowitz Verlag.