17.8 C
İstanbul
23 Nisan 24, Salı
spot_img

Alevilik başka bir din olabilir mi?

Metin Gülbay

Alevilik ayrı bir din midir yoksa İslamiyet’in bir kolu mudur?

Bu soruya yanıt vermeye kalktığınızda Alevilerin bir kısmı tarafından lince uğruyorsunuz. Sünniler bu konuda yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal durumundalar. Resmi görüşleri “Alevilik İslamiyet’in bir parçasıdır. Çünkü Peygamberi ve Ali’yi kabul ediyorlar” biçiminde. Ancak pratikte bu görüşleri işlemiyor çünkü buna kendileri de inanmıyor. Sünniler Alevileri İslam dışı görüyor.

Alevilik onlara göre bir tür sapkınlık. İslamiyet dışı olmakla kalmayıp sapıklık olarak da tanımlıyorlar. Kadınlı erkekli cem ayini onlara göre yeterli kanıtı oluşturuyor.

O zaman Aleviliği nasıl tanımlayacağız?

Ne yazık ki tek bir tanım yok.

Bu konuda Aleviler de bölünmüş durumda.

Alevilik’le ilgili görüşlerden biri onların Luviler’in (*) torunları oldukları yönünde. Nereden çıktı bu, demeyin. Luviler’le bağlantıyı dile getiren yazar Erdoğan Çınar oldu. Çınar Aleviliğin Gizli Tarihi adlı yapıtında bu tezi ileri sürdü. “Luvi kültürü bu coğrafyada on bin yıldır varlığını sürdürüyor. Luviler, bu toprakların sessiz sahipleri ve en eski yerlileri aramızda yaşamaya devam ediyorlar. Luviler’in (Kelimeyi özgün hali önündeki A’yı düşürmeden telaffuz edecek olursak Aluvilerin) bugün adına Aleviler dediğimiz inanç topluluğunun ataları oldukları, yadsınamaz ve inkâr edilemez bir doğru olarak geleneksel bilgilerimizi alt üst ediyor, ezberlerimizi zorluyor.” (1)

Ukalalık olarak alınmazsa Sayın Çınar’ı bir konuda düzeltmek gerekiyor. Tarihi kayıtlara göre Luviler’in Anadolu’da ortaya çıkışlarını epey bir zorlamayla en fazla 4300 yıl geriye götürebiliyoruz, on bin yıl değil.

Aleviler Luviler’in torunları mı?

Alevi-Luvi bağlantısı sözcük benzerliği olarak akla uzak olmamakla birlikte biraz zorlama bir sav olarak duruyor. Çünkü Alevi sözcüğüne Osmanlı kaynaklarında ilk kez 1455 yılında rastlanıyor oluşu daha önce bu sözcüğün pek kullanılmadığını gösteriyor. Ya da bugünkü bilgilerimizle söyleyecek olursak, “şu anda Alevi-Luvi bağlantısını ortaya koyacak herhangi bir bilimsel kanıt yok.”

Yine de Luvi sözcüğünün “ışık insanları” demek olduğunu biliyoruz. Bazı Alevi siteleri Alevi sözcüğünü şöyle açıklıyor:

“Farsça olan Alev kelimesinin Farsçadaki karşılığı ‘Alaw’ dır. ’Allawi’ kelimesi, Farsça ‘Işığa ait olan, ateşten olan, ışığa veya ateşe tapan’ anlamlarına gelir.” (2)

Ve bu tanımdan sonra kendilerince bağlantıyı da şöyle kuruyorlar:

“Alevilikte ‘IŞIK / IŞK / NUR’ kavramı, genel öğretinin içinde önemli bir yer tutar. Bunu Alevi nefeslerinde SIKLIKLA görmek mümkündür. Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Zira Kaygusuz Abdal’ın deyişiyle: ‘İnsan Nur-ı Kadimdir.’ Ayrıca Osmanlı döneminde (henüz Alevi isminin bilinmediği dönemlerde) , Osmanlı kaynaklarında Aleviler için ‘IŞIKLAR, IŞIK TAİFESİ, IŞIK İNSANLARI, IŞIK MEZHEBİNDEN OLANLAR’ tanımlamaları kullanılmıştır.” (2)

Evet sav bu. Epey de inananı var, bilhassa genç Aleviler arasındaki taraftarlarının sayısı fazla. Aleviliği herhangi bir yere yerleştirememenin nedeni aslında Alevilerin kendileri gibi duruyor. Çünkü Aleviliğin birden çok tanımını yapıyorlar ama gerçek tanımını kimse bilmiyor.

Alevilik’in esası Rêya Heqîyê mi?

Sosyolog İsmail Beşikçi bu konuya en çok kafa yoranlardan biridir ve Aleviliğin Ali ile bir ilişkisini kurmaz. Beşikçi bu konuda şunları söyler:

“Alevilik, bugün, iki anlamda kullanılmaktadır. Yaygın kullanımı Ali taraftarlığıdır. Dördüncü Halife Ali (599-661), Necef’te, camide namaz kılarken, bir Harici tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Dördüncü Halife Ali’nin öldürülmesi, İslam’da ŞİA’nın doğmasına yol açmıştır. 680’de Hz. Ali’nin küçük oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da Yezid’in askerleri tarafından katledilmesi ve kafasının kesilmesi, ŞİA’nın derinleşmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.

O tarihlerden beri İslam’da iki büyük siyasal parti vardır. Sünni İslam, Şii İslam. O tarihlerden beri, Sünni İslam din adamları, Sünni İslam dışında kalan bütün Müslümanlara, Ali taraftarı anlamında Alevi, Aliyyun, Aleviyyun demişlerdir. Bu çerçevede, Zeydiler, (Beş İmamcılar) İsmaililer,(Yedi İmamcılar) Caferiler (Oniki İmamcılar) Nusayriler Alevi olarak anılmaktadır. Bugün, Türkiye’de Alevilik kavramı daha çok bu anlamda kullanılmaktadır. Sünni din adamları, Haricileri de Alevi olarak değerlendirmektedir. Bu anlamda, bu kavramın çok yaygın bir kullanım alanı vardır.

Alevilik sözcüğünün, ikinci anlamı şudur. Bugün, Alevi olarak ifade edilen dinin, inancın esas adı Rêya Heqîyê’dir. Rêya Heqîyê, İslam’dan çok önceki bir dindir. Mitra kökenli bir dindir ve 4000 yıla yakın bir geçmişi vardır. Rêya Heqîyê’nin Alevi olarak değerlendirilmesi, Rêya Heqîyê’nin de Alevikavramı içinde değerlendirilmesi elbette çok yanlıştır. Ama bu yanlış, bilinçli olarak ve yaygın bir şekilde sürdürülmektedir.” (3)

“Ya siz Sünnileştirin ya biz Şiileştirelim”

Görüldüğü gibi Alevilerle ilgili herkesin kendi tanımı var. Kafalar karışık olduğundan hem Sünniler hem de Şiiler onlara karşı önlem alınmasından bile söz ediyor. Yine Beşikçi’ye kulak verelim:

“1994-1995 yıllarında İran’dan Türkiye’ye bir heyet gelmişti. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’e, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan Alevilerle ilgili olarak şöyle demişti: ‘Ya siz Sünnileştirin, ya biz Şiileştirelim’. Burada sözü edilen Aleviler, elbette Rêya Heqîyê inancında olanlardı. O günlerden sonra Türkiye’de Rêya Heqîyê inancında olanların Şiileştirilmesi hızlandı. O zaman, İran’ın dini liderlerinden Ayetullah Şeriat Medari, dönemin, Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’e de, böyle demişti. (Ali Yıldırım, Alevi Öğretisi, İtalik Yayınları, 2000, s. 176)”. (3)

Aleviler üzerinde bu kadar çok tartışılmasının nedeni onların kendilerini İslamiyet içi olarak görmelerine karşın İslamiyet’in neredeyse hiçbir kuralını kabul etmemeleridir. Türkiye kamuoyunun önemli bir kısmı ise onları Şiilerle karıştırmakta ve Şiiliğin bir kolu olduğunu hatta ikisinin aynı şey olduğunu sanmaktadır. Oysa Şiilik Beşikçi’nin de anlattığı gibi bambaşka bir şeydir ve İslamiyet’in bir mezhebidir. Onların Sünniler gibi camileri vardır. Şiiler namaz da kılar. İran’daki camilerden bazılarının açılış tarihlerine bakın: Firdevs camisi (7. yy), Isfahan camisi (771), Kazvin Atik camisi (807), Borucerd camisi (9. yy), İmamzade Haşim camisi (897), İmam Rıza camisi (818), Camkaran camisi (984), Nayin camisi (9 .yy). 4

Alevi öğretisinin İslamiyet ile farkları

Alevilik ile Sünnilik arasında çok fark var. Daha doğrusu benzeyen hiçbir şey yok.

Bazı Alevi sitelerinde bu farklar şöyle açıklanıyor:

Tanrı / Yaradan: Alevilikte, tanrı konusunda, insanla Tanrı’nın birliğine inanılır. Bu öğreti VAHDET-İ VÜCUD olarak adlandırılır ve ALİ kavramı (dolayısıyla bizzat insan) Tanrılaştırılır ve deyişlerde Tanrı olarak geçer. Kısacası Alevilikte Tanrı = Ali’dir. Ali, insanla ‘bir’ olandır. Mesela şu ünlü Alevi deyişi, Alevilik öğretisini baştan sona tanımlar:

‘Ali şeriatta aslandır
Tarikatta Şah-ı Merdandır
Marifette büyücüdür
Sırr-ı Hakikatte Ali’den başka Allah yoktur’.”

“Aleviliğin özünü oluşturan ‘Sırr-ı Hakikat’ kapısında ise ALİ ismi, bilinen İslami anlamının aksine Allahlaştırılır ve İslam’ın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bir boyut kazanır.

Kısacası İslam’ın Tanrısı Allah, Aleviliğin ise ALİ’dir. Ünlü Alevi ozanı Genç Abdal’dan bir örnek daha vererek, diğer ayrılık noktalarını inceleyelim.

Yoğ iken yerle gökler zelden
Kudret kandilinde pünhan Ali’dir
Kün deyince bezm-i elestten evvel
Alemi var eden sultan Ali’dir

Öyle ki bu deyiş, bu ifade, neredeyse Anadolu’nun tüm Alevi Ayin-i Ceminde tekrarlanır ve gerçeğe / ışığa dair yeminler edilir, antlar içilir…

Cennet ve Cehennem İnancı: Cennet ve cehennem inanışı, bilindiği gibi İslam’ın en temel inanışlarından biridir. Fakat gelin görün ki Alevilikte asla ama asla bu inanış yoktur ve hayatın gerçekliğini yadsıyan, bilimdışı olan bu inanca itibar edilmez. Tersine Alevilikte insanın cenneti de cehennemi de yaşadığı dünyadır.

Alevilikte insanın yaratılışı, ‘KIRKLAR MİTOLOJİSİ’ ile anlamını bulurken, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da bu mitoloji asla geçmez… Peki KIRKLAR MİTOLOJİSİ ile insanın yaratılışı nasıl olmuştur. Şimdi bu önemli konu ve farka değinelim ve yine bizzat Alevi öğretisinin özünü içinde barındıran NEFESLER’e başvuralım.

Kırklardan birine neşter vuruldu
Aktı kan, varlığı ispat olundu
Anda hak mevcutta mevcut görüldü
Huvallah çağırdı irfan hu deyü

Kul Himmet

Kırklar; Alevi-Bektaşi mitolojisinde tanrısal varlıklar olarak geçer. Yani insanüstü varlıklardır. Efsaneye göre, Kırklar’dan biri bir gün Yaradana;

‘Sen kimsin? Ben kimim?

diye sorar ve āsi olur. 
Bu tarif, nefeslerde şöyle geçer:

Yerin göğün binasını kurunca
İptida hidayet arife indi
Sen kimsin, ben kimim diye sorunca
Sorduğu ol demde kana boyandı

Aşık Veli

Bunun üzerine Yaratana sorduğu soru yüzünden asi olan Kırklar’dan biri, on dört bin yıl boyunca firari olarak gezer, kaçaktır. Bu dönem, Alevi-Bektaşi nefeslerinde pervanelik olarak tanım bulur.

On dört bin yıl kaldım pervanelikte
Sıdkı ismim buldum divanelikte
İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum

Sıdkı Baba(2)

Alevilerin Ali zamanından  beri var olduğu savı tamamen yanlıştır. Osmanlı kaynaklarında Alevi sözcüğüne ancak 1455 yılındaki kayıtlarda rastlanır ki bunu yazının başlarında da belirtmiştim.

“Alevî sözcüğünün geçtiği ilk Osmanlı belgesinin Çepnilerle** meskûn bir mahal olan Ordu’ya ait olması pek şaşırtıcı olmasa gerekir. Bölgenin 1455 (tarihli) tahrir defterinde Bölük-i Niyabet-i Ordu bi-ismi Alevî, 1485 tarihli defterinde ise Bölük-i Niyabet-i Ordu nam-ı diğer Alevî kaydı dikkat çekmektedir. Nefs-i Ordu diğer adıyla Nefs-i Alevî olarak geçen yer, 19. yüzyıla kadar Ordu’nun idari merkezi olan Bayramlı’dır. Hacıemiroğulları Beyliği’nin kurucularının adından gelen Bayramlı, Ordu’nun dört kilometre güney doğusunda, Civil Deresi kenarında bugünkü Eskipazar köyündedir. Bölgenin ilk tahririnde ‘Bölük-i Niyabet-i Ordu bi-ismi Alevî’ isminin yer almasından hareketle, burasının Osmanlı fethinden çok önce Alevî ismiyle anıldığı anlaşılmaktadır.” (5)

Alıntıda Osmanlı fethinden çok önce denirken şu bilgileri de vermem lazım. Çepnilerin kurduğu Hacıemiroğulları Beyliği’nin ortaya çıkışı 1301 yılı gibi görünse de “Hacı Bektaş Velî’nin (1209?-1270 / 71) bu bölgedeki Çepni Türkmenlerinin yerleşmesine yardımcı olmak maksadıyla Güvenç Abdalı, Kürtün’de bulunan Süme Kalesi’nin batısındaki Taşlıca köyüne göndermesi dikkate alındığında, en geç 1260’larda Çepni Türkmenlerinin Maçka’ya yaklaştıkları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.” (6)

Çepni boyunun Selçuklulara katılarak Anadolu’ya geldikleri biliniyor. Bu da 1100’lü yıllarda Anadolu’da oldukları anlamına geliyor. Acaba Türkistan ve Horasan’da yaşarken hangi inanca sahiptiler? Köktanrı inancı olmasın?

 

 

Aleviler niçin camiye gitmez?

Aleviler niçin camiye gitmediklerini şöyle açıklar:

661 yılında Muaviye’nin hilelerle saltanatı elde ettikten sonra İslam’da çatlaklar da başlamıştır. Muaviye saltanatı döneminde Ehli Beyt’e gönül verenler, pey ve pey Muaviye ve Muaviye’nin hükmünde olan mescitlere gitmemeye başlamışlardır. Çünkü Muaviye’nin emriyle bütün mescitlerde Şahı Merdan Ali’ye küfür edilip, kötü sözler söyletmiştir, söylemeyenler de ağır cezalar hatta ölümle cezalandırılmışlardır. İnancının önderine, şahına, pirine hakaret ve tacizlerde bulunulduğu bir mekâna nasıl gidilir ve nasıl ibadet edilir ki. Şahı Merdan Ali’ye ve Ehli Beytine sevgi, muhabbet duyanların başlarını kesip minarelere asmışlardır. Dolayısıyla Ehli Beyt gönül dostları evlerine çekilip, evlerinde ibadetlerini yapmışlardır. İbadet ettikleri evler basılarak, katliamlar yapılmıştır.” (7)

Ancak burada söz konusu olanlar Şiilerdir. Şiiler kendi camilerine gidiyor günümüzde. Ali zamanında Aleviler olmadığına göre camiye niçin gitmediklerini Ali üzerinden açıklamaları mantıkla pek bağdaşmıyor. Camiye gitmemekle kalmıyor, ibadetlerini cemevlerinde  yapıyorlar. Böyle bir ibadet biçimi İslamiyet’te yok.

“Alevilik ayrı bir inançtır, dindir”

İsmail Beşikçi “Alevilik Müslümanlık” başlıklı yazısında Alevilik ile İslamiyet arasındaki farkları şöyle açıklar:

“İslami ve Alevi yaşam biçimine bakarak Aleviliğin İslam olmadığını anlamak çok kolaydır. Alevilik, elbette Müslümanlık değildir. Alevilik Müslümanlıktan çok önceki bir inançtır. Hatta Alevilik, Zerdüştlükten de önceki bir inançtır. Kuzey Mezopotamya kökenli bir inançtır. Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli göstergeler vardır. Bunlardan biri, Müslümanlıkta çok kadınla evliliğin yaygın olmasıdır. Peygamber döneminden beri İslam’da çok kadınla evlilik esastır. Dört Halife döneminde, Emevi ve Abbasi halifeleri döneminde ve daha sonraki dönemlerde, İslam’da çok kadınla evlilik yaygın bir gelenektir. Hem Sünni İslam’da, örneğin Suudi Arabistan’da, Türkiye’de, Kürdistan’da, hem de Şii İslam’da, örneğin İran’da bu uygulama, gelenek yaygındır. İslam’da, çok kadınla evlilik yanında, harem, istediğin kadar cariye edinmek de söz konusudur. Hatta Şii İslam’da, evdeki iki üç kadından ayrı olarak belirli bir süre, hatta bir günlüğüne bile sözleşmeli evlilik vardır. Alevilikte ise tek kadınla evlilik esastır.

Hem Sünni İslam’da, örneğin Suudi Arabistan’da, hem Şii İslam’da, örneğin İran’da, kadınlar, çar, çarşaf içinde kapalıdır. Örneğin, Afganistan gibi alanlarda kadınlar burka denen bir çarşaf içindedirler. Alevilikte böyle bir uygulama yoktur. Bunlar, Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli yaşam tarzlarıdır.

Alevilerdeki semah, Aleviliğin Müslümanlık olmadığını gösteren çok önemli bir ritüeldir. Bu, kadını kamuda görünür kılan, erkekle eşit kılan bir ritüeldir. İslam’da buna benzer bir ritüel yoktur. İslam’da kadın görünmezdir, kapalıdır, erkeğin arkasından gelir.

Müslümanlığın, fetih-ganimet esasına dayanan bir dinamiği vardır. Bir ülke fethedilecek. Halkı Müslümanlığa davet edilecek. Müslümanlığı kabul etmezse, kadınları, çocukları, malları-mülkleri ganimet sayılacak. Müslümanlığı kabul edenlerin mallarına mülklerine de el konulacak. Sadece, öldürülmekten  kurtulmuş olacaklar. Bütün bunlar Alevilikte var mı? Alevilikte, orayı burayı fethedip, halkı Aleviliğe davet etmek, Aleviliği kabul etmeyenleri katletmek, mallarını mülklerini kadınlarını çocuklarını yağmalamak var mı?

Namaz, oruç, haç, zekat, kelime-i şahadet, İslam’ın temel ibadet biçimleridir. Alevi ibadetinde bu kurallara riayet yoktur.” (9)

Belki sizin de dikkatinizden kaçmamıştır. İsmail Beşikçi’nin Aleviliğin ortaya çıkışıyla ilgili verdiği tarih günümüzden 4 bin yıl öncesine gidiyor. Eh Luviler’in de Anadolu’da ortaya çıktığı tarihe çok yakın Beşikçi’nin verdiği tarih. Acaba sayın Beşikçi farkında olmadan Erdoğan Çınar’ın Alevi-Luvi tezine yakın mı düşüyor?

Alevilik tüm bu tanımlamalar ve eleştirilerden sonra belli ki İslamiyet’le pek ilgisi olmayan bir inanç sistemi. Ama kökeni konusunda daha çok araştırma yapılması gerekiyor. Örneğin Ali imgesinin bu inanca ne zaman girdiğinin saptanması da çok önemli.

Bir de hepimiz biliyoruz ki Orta Asya’dan gelen Türk boylarının inanç sistemlerini İslamiyet ile bağdaştırma yollarından biri olarak gösterilir Alevilik. Bu savın tamamen reddedilmesi imkansız gibi görünüyor ama durumu tam anlamıyla açıklamakta da yetersiz kalıyor.

Nusayrilerin inançları Alevilerle aynı mı?

Diğer yandan Nusayri adıyla bilinen, Arap Alevileri olarak da tanımlanan inanç sahiplerinin Anadolu Alevileriyle ibadet yönünden bir benzerliği yoktur. Ama ikisine de Alevi denmektedir ki bu da bir anlam karmaşasına yol açmaktadır.

“Nusayrîler, namazlarını kılmak için bir camide toplanırlar. Burası, günümüz anlamıyla bir cami de olabilir, bir türbe de, hatta birinin evi dahi olabilir. ‘Namaz’ Sünni ya da Şia anlayışındaki namazla  ilgisizdir. Soyla babadan oğula geçen ‘şeyhlerin önderliğinde erkeklerin toplanıp dua  ettikleri bir törendir. Secde ve rükû gibi durumların da bulunduğu ‘Nusayrî Namazı’ abdestsiz olarak icra edilmez. Tören şeklindeki cemaat halinde kılınacak namazlar için oldukça kapsamlı şahadet’le duş alarak hazırlanırlar. Kâbe’ye dönmek gibi bir şart da bulunmaz. Cemaat halinde kılınan namazlarda ise herkesin yüzü imama (şeyhe) doğrudur.” (10)

Nusayriler erkek erkeğe ibadet ediyor, Alevi ibadetinde ise erkek kadın ayrımı yoktur. Tekrar olacak ama yineleyeyim Aleviler namaz kılmaz. Bu konuda günümüz Alevi âşıklarının dizeleri de farklılığı gösterir.

”İbadet namına kalkıp oturma, çağırma tepinme göğsüne vurma

Allah Allah deyi köpürüp durma, zikri hak hazm için geviş değildir”

(Rıza Tevfik)

”Bütün evren semah döner, aşkından güneşler yanar

Aslına ermektir hüner, beş vakitle avunmayız”

(Hüdayi)

 

Şeyh Bedreddin’in idamı (Wikiwand)

 

Alevilik ile Babailer ve Bedreddin isyanı ilişkili mi?

Prof. Ahmet Yaşar Ocak Aleviliğin ortaya çıkışıyla ilgili Babaīler ve Bedreddin isyanlarını işaret eder. İlki Selçuklu döneminde ikincisi Osmanlı döneminde meydana gelmiştir. Bu iki isyan arasında 176 yıl vardır.

Biri Amasya’da oturan Baba İlyas-ı Horasanī, diğeri de Kefersud’da onun halifesi olan Baba İshak isimli iki şeyhten adını alan Babaīler isyanı o kadar güçlüydü ki Selçuklu hükümdarını başkent Konya’dan kaçmak zorunda bırakmıştı. Bu ön bilgiden sonra Ahmet Yaşar Ocak’a dönelim.

Selçuklu Sultanı “2. Gıyaseddin Keyhüsrev (doğumu 1221, ölümü 1246, MG.) yönetiminin yarattığı ciddi ekonomik ve toplumsal rahatsızlıklar bu kitleleri (Heterodoks inançtaki Türkmen Anadolu ahalisi, M.G.) çok zor durumda bırakmıştı. Bu yüzden Baba İlyas’ın Tanrı tarafından gönderilmiş, ilahī yetkilerle donatılmış bir mehdi kimliğiyle onlara dünya cenneti vaat ederek yaptığı iyi örgütlenmiş propagandalara büyük bir istekle katılmış ve ayaklanmışlardı. (Babailer isyanı 1240 yılında meydana geldi, MG.)  Halife Baba İshak’ın fiilen yönettiği bu büyük isyan hareketi Güneydoğu ve Orta Anadolu’da çabuk gelişti. Kefersud’dan Adıyaman,  Malatya ve civarına, Amasya’dan Tokat, Sivas, Çorum ve bugünkü Yozgat havalisine, oradan da Kırşehir yakınlarına kadar yayıldı. Babaīler Selçuklu kuvvetlerini on iki kez yenilgiye uğrattı. Sonunda ancak paralı Frank askerleri kullanılarak Kırşehir yakınlarındaki Malya ovasında Babaīler ağır bir yenilgiye uğratıldı ve katliama tābi tutuldu. Sağ kalıp yakalanabilenleri Konya’ya götürüldü, kaçabilenler ise etrafa, uzak mıntıkalara dağılıp saklandı. Baba İlyas Amasya’da, Baba İshak Malya savaşında öldürüldü.

Babaīler isyanını iyi anlayabilmek için şu hususları iyice göz önüne almalıdır: Bu isyan, her şeyden önce, merkeze karşı geliştirilen bir bakıma siyasal amaçlı toplumsal bir ayaklanma olup kesinlikle heterodoks İslam’ın Sünni İslam’a karşı giriştiği bir din savaşı değildir. Bunun en açık delili, isyanın hedef olarak Sünni halkı değil, yalnız ve yalnız Selçuklu yönetimini gözetmiş olmasıdır. Merkeze başkaldıran bu heterodoks çevrelerin en ufak bir biçimde Şiilikle ilgisi bulunmadığı da yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. 

Ayrıca Babaīler isyanının yerleşik çevrelerle konargöçer çevreler arasındaki klasik bir toplum çatışması olduğu, dolayısıyla ikincilerin birincilere karşı giriştiği bir başkaldırı, bir toplumsal protesto hareketi niteliğini sergilediği de unutulmamalıdır.

Babaīler isyanı her ne kadar güçlükle ve büyük kıyımlar pahasına bastırılabilmiş ise de, sultanı Konya’dan kaçırtacak kadar Selçuklu yönetimine korkulu anlar yaşatmış ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin de epeyce zayıflamasına sebep olmuştur. Babaīler isyanı asıl fonksiyonunu işte bu aşamadan sonra icra etmiş, isyanın harekete geçirdiği kitleler, Anadolu’da bundan sonraki mezhebī ve tasavvufī bütün Sünni İslam dışı propaganda hareketleri için en elverişli sosyal tabanı teşkil etmiştir. Türkiye tarihinin en mühim toplumsal dīnī hareketlerinden biri, Rum Abdalları (Abdalān-ı Rum) hareketi Babaīler isyanının tarih sahnesine çıkardığı bir olgudur ve Alevilik ve Bektaşilik işte bu miras üzerinde doğup gelişecektir.

Malya savaşının akabinde katliamdan kurtulabilen Babaīler, 1246’daki Moğol işgaliyle beraber, baskı altında kalmadan, daha rahat bir ortamda yaşayabilmek ümidiyle özellikle Bizans sınır mıntıkalarında ortaya çıkmaya başlayan, Menteşeoğulları, Aydınoğlu ve Osmanlı beylikleri gibi uç beyliklerine gitti ve oralarda hem fetihlere katıldı, hem de dīnī görüşlerini yaydılar… 14.yüzyılın başlarına rastlayan bu zaman zarfında Babaī dervişlerinin artık halk arasında Rum Abdalları olarak anıldıkları görülüyordu. Onlar kim olduklarını soranlara ‘Baba İlyas müridiyim, Seyyid Ebu’l-Vefa tarikindenim’ cevabını veriyorlar, böylece Seyyit Ebu’l-Vefa’nın ve Baba İlyas’ın adını henüz unutmadıklarını gösteriyorlardı. Görüldüğü gibi henüz bu dönemde Hacı Bektaş’ın adı geçmiyordu.” (11)

Ocak Alevilik’in başlangıcı olarak 1240’taki Babaī isyanı ve 1416’daki Şeyh Bedreddin ayaklanmasını temel alıyor. Babaīler isyanının Şiilikle de hiç ilgisinin olmadığını söylüyor.

Ahmet Yaşar Ocak’ın söz ettiği Moğol işgaline yol açan Kösedağ Savaşı 3 Temmuz 1243 günü yapılmıştı. Sanırım 1246’daki Moğol işgali derken bu tarihi kastediyor.

Alevilik ile Vefai tarikatı arasında bağ kuran yalnız Prof. Ahmet Yaşar Ocak değil, Doç. Ayfer Karakaya-Stump da Alevilik Vefailik arasında bağ olduğunu söyler.

“… yeni ampirik bulgular Aleviliğin tarihsel kökenlerinin Orta Asya’dan ziyade geniş Ortadoğu coğrafyasında aranması gerektiğine işaret etmektedir. Daha özele inersek, bu yeni belgeler ve bulgular Ortaçağ Anadolu’sunda Irak menşeli tasavvufî bir hareket olan ve zamanla tarikatlaşan Vefailik’in (Vefā’iyye) yaygınlığını bizlere göstermekte ve Orta ve Doğu Anadolu’daki bir grup önemli Alevi ocağı ile Vefailik arasında tarihsel bağlantı bulunduğunu ortaya koymaktadır.” (12)

Belli ki Aleviliğin kökeni konusundaki tartışmalar bitmeyecek, çünkü her iddia sahibi yalnızca kendisinin doğru şeyi söylediğine inanıyor. Sünniler ise resmī olarak başka şey söylüyor ama aslında söylediklerine kendileri de inanmıyor. Şiilerin Aleviler hakkındaki görüşünü ise İsmail Beşikçi’den yaptığım alıntıda okuduk. Yani bu konunun bir “son sözü” yok.

14 Şubat 2019 günü Duvar internet sitesinde Yalçın Çakmak ve İmran Gürtaş ortak imzalı bir yazı yayımlandı. İsmail Beşikçi’nin, bu yazarların derlediği ve 2015 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik yapıtında Aleviliği İslam içinde göstermek için devletin veya üniversitelerin direktifleri doğrultusunda çalışan kişiler olarak gösterildiğini ileri sürmesine yanıt olarak yayınlanan yazıda Alevilikle ilgili şu dikkat çekici değerlendirme yapılıyor:

“Günümüzde Alevilik, kendine has farklı bir inanç olarak sözü edilen ‘Aleviliklerin’ interaktif ilişkisi içerisinde değerlendirilebilir bir din/inanç olgusuna tekabül eder. Yani Alevilik; Sünni İslam, Yahudi ve Hıristiyanlık gibi kitabı dinlerin dışında ve çoğu zaman da bunlara karşı gelişen farklı tasavvufī inanç formlarını belli ölçülerde Şiilik sembolizmi ve yerel kültürel öğeler ile bağdaştırıp, yorumlayarak bu dinler ile kurduğu esnek ilişki sonucu oluşan ‘senkretik’ bir düzen veya etkileşim içerisinde anlaşılabilir. Aleviliğin bu özgün kimliği, teolojik referans ve ritüellerini dışlamaz. Zira yukarıda sözü edilen dinlerin kendisi de senkretik özellikler taşımaktadır. Hatta bir geleneğin devamı içerisinde de ele alınabilirler.” 13

Bu da Aleviliğe başka bir bakış açısı. Birçok öğeyi gözeterek yapıldığı için akla yakın duruyor. Bu konuda son sözü Aleviler söyleyecek. Biz şuyuz dedikleri anda tüm tartışmalar da sona erecek. Tabii sona erecek mi bilemiyorum ama sonuçta bir kesim kendi inancını nasıl tanımlıyorsa buna saygı duymak ve kabul etmek gerekir diyeceğiz.

Yazıyı 14. yüzyıl sonları ve 15. yüzyıl başlarında yaşayan Alevilerin büyük ozanı Kaygusuz Abdal’dan iki dörtlükle bitiriyorum.

Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsun kullar geçsun  deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı.

Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne!

Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.

 

KAYNAKLAR

* https://tr.wikipedia.org/wiki/Luviler

** https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87 epniler, Prof. Dr. Irene Melikoff, Hacı Bektaşi Veli ve onun ilk müritlerinden olan Kadıncık Ana ve Abdal Musa’nın da Çepni olduğunu yazar. Ayrıca Prof. Dr. Faruk Sümer Oğuzlar/Türkmenler isimli eserinde Çepnilerin, Hacı Bektaşi Veli’nin müritlerinden olduklarını ve Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşadıklarını, Giresun, Gümüşhane, Ordu,  Trabzon, Bayburt olmak üzere Karadeniz Bölgesi’nde yoğun olarak yaşayan Çepnilerin ise çoğunlukla Sünni olduğunu, ancak zamanında Alevi olduklarını ve sonradan Sünnileştiklerini yazar.

1- Aleviliğin Kökleri, Abdal Musa’nın Sırrı, Erdoğan Çınar, Kalkedon Yayınları.

2-  https://alev-i.com/alevi-sozcugunun-kokeni/alevilik/

3- https://m.nerinaazad1.com/tr/columnists/ismail-besikci/alevilik-uzerine

4- https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ran%27daki_camiler_listesi

5- http://isamveri.org/pdfdrg/D04118/2016_11/2016_11_GULTENS.pdf

Doç. Dr. Sadullah Gülten, Ordu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. Makale geliş tarihi: 16.4.2016, Makale kabul tarihi: 30.4.2016.

6- https://tr.wikipedia.org/wiki/Hac%C4%B1emiro%C4%9Fullar%C4%B1_Beyli%C4%9Fi

7-  https://www.uludivan.de/Aleviler-neden-camiye-gitmezler-f-.htm

8- https://www.alevihaber.com/alevilik-muslumanlik-ismail-besikci-30854h.htm

9-  https://www.ilkehaber.com/yazi/alevilik-muslumanlik-13471.htm

10- https://tr.wikipedia.org/wiki/Nusayrilik#:~:text=Nusayri%20anlay%C4%B1%C5%9F%C4%B1na%20g%C3%B6re%20zek%C3%A2t%2C%20dine,dini%20%C3%B6%C4%9Frenip%20ba%C5%9Fkalar%C4%B1na%20nakletme’%20manas%C4%B1ndad%C4%B1r.

11- Ortaçağlar Anadolusu’nda İslam’ın Ayak İzleri – Selçuklu Dönemi, Ahmet Yaşar Ocak, s.77-78, Kitap Yayınevi

12- Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık, Doç. Ayfer Karakaya-Stump, s.188-189

13- https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/02/14/ismail-besikciye-cevabimizdir

Metin Gülbay

İlk haberi 1982'de staj yaptığı Nokta İnsanlar dergisinde yayınlandı. Özgür Gündem, Evrensel, Radikal gazeteleriyle, CNNtürk ve Skytürk televizyonlarının kuruluş ekibinde yer aldı. Kırk yılda birçok yayında çalıştı. Gazeteci meslektaşlarıyla birlikte hazırladıkları üç kitap çalışması bulunuyor, dördüncüyü kendi başına yaptı. 2003 sonu ile 2012 başı arasında Dünya Yayın Grubu'nda Ajans Dünya'nın genel yönetmenliğini yürüttü. 2014'te meslektaşı Adnan Genç ile Ortakhaber.com haber sitesinin yayınına başladı. 2,5 yıl süren yayını açılan davalar nedeniyle bitirmek zorunda kaldılar. Çeşitli internet sitelerine tarih ve bilim yazıları yazarak emeklilik hayatını sürdürüyor.

Önceki İçerikKore ve Kore
Sonraki İçerikNew York’un ortasındaki kuzu
Metin Gülbay
İlk haberi 1982'de staj yaptığı Nokta İnsanlar dergisinde yayınlandı. Özgür Gündem, Evrensel, Radikal gazeteleriyle, CNNtürk ve Skytürk televizyonlarının kuruluş ekibinde yer aldı. Kırk yılda birçok yayında çalıştı. Gazeteci meslektaşlarıyla birlikte hazırladıkları üç kitap çalışması bulunuyor, dördüncüyü kendi başına yaptı. 2003 sonu ile 2012 başı arasında Dünya Yayın Grubu'nda Ajans Dünya'nın genel yönetmenliğini yürüttü. 2014'te meslektaşı Adnan Genç ile Ortakhaber.com haber sitesinin yayınına başladı. 2,5 yıl süren yayını açılan davalar nedeniyle bitirmek zorunda kaldılar. Çeşitli internet sitelerine tarih ve bilim yazıları yazarak emeklilik hayatını sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler