“Anadolu bir halklar mozaiğidir” denildiğinde MHP lideri Alparslan Türkeş’in “ne mozayiği ulan” lafı aklıma gelir. Ona göre binlerce yıldan beri bu topraklarda Türklerden başka kimse yaşamamıştı. Ya da belki şöyle düşünüyordu: Buraya Orta Asya’dan geldikten sonra hepsini ya sürdük ya öldürdük, başka halk bırakmadık.
Oysa tarih Alparslan Türkeş’i külliyen yalanlayacak on binlerce bulgu ve belgeyle doludur. Anadolu’daki hakların çeşitliliğine dünyanın hiçbir ülkesinde rastlanamaz. Bu öylesine zengin bir çeşitliliktir ki Afrika’dan Avrupa’ya geçen Homo sapiens öncesi insanlar da Anadolu’yu geçiş yolu olarak kullanmıştır. İstanbul’daki Yarımburgaz Mağarası’nda yerleşimin 400 bin yıl öncesine tarihlendiğini hatırlarsak ne kadar eskiden söz ettiğim daha iyi anlaşılacak. Daha uzatmadan başlayayım.
M.Ö. ikinci binyılda Rusya ve Asya bozkırlarından (*) ayrılıp Ege ve Anadolu’ya yerleşen Hint Avrupa kökenli halklar vardır. Bunlar arasında Akhalar ikinci bine doğru Güney Yunanistan’a göç etti. M.Ö. 1700’lerde ise Hittiler Asya bozkırlarını terk ederek Kafkasya yoluyla önce Karadeniz bölgesine sonra da Doğu ve Orta Anadolu’ya geldi. Hititler burada ülkelerine Hatti adını taktığı bir yerli halk ile karşılaştı. Onların topraklarına kondular. Batı Anadolu’da ise o sıralarda Arzava Krallığı vardı. Hititler devasa bir imparatorluk kurmalarına rağmen Arzava Krallığını egemenlikleri altına alamadı veya almadılar. Daha sonraki yüzyıllarda Lydler, Karlar ve Lykler adıyla tarih sahnesine çıkacak olan halklar işte bu krallığın sakinleriydi.
Lydleri biz Lidyalılar olarak tanırız, Lykleri Likyalılar, Karları ise Karyalılar. İlk ikisini bilirsiniz ama Karyalıların başkentinin Halikarnassos yani bugünkü Bodrum olduğunu söylersem daha iyi anlaşılacaktır.
M.Ö 1200’lerde Hitit Krallığı batıdan gelen halklarca yıkıldı. Bugünkü Belgrad yöresinden gelen Thrak kökenli Frigler Anadolu’yu işgal etti. Hititler Kilikya’ya sığınıp orada M.Ö. 800 yılına kadar yaşayacakları yeni bir devlet kurdu. Ancak 800 yılında Frigler o devleti de ortadan kaldırdı. O yıldan sonra da Hititler tarih sahnesinden çekildi.
M.Ö 800’lerde bir başka Thrak boyu olan Brigler (Brygler) geldi Anadolu’ya. Burada aynı kökenden oldukları Friglerle birleşerek Frigya Krallığını kurdular. Başkentleri Ankara’nın batısında yer alan Gordion idi.
İyi de Yunanlar nerede diye soruyorsunuz değil mi? Acele etmeyin… Anadolu’daki halkların Yunanlarla ilk çatışması, Homeros’un Truva savaşını anlattığı İlyada yapıtında geçer. Bu savaşın M.Ö 1300 ile 1200 arasında olduğu tahmin ediliyor. Yunanlar ancak M.Ö 800’lerde Fenikelilerden alfabelerini alıp yazıyı öğrendikten sonra İlyada’yı yazıya geçirebilmişti. O yıla kadar savaşta olup bitenler efsane biçiminde kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.
M.Ö. 1000 yıllarında Rusya ile Polonya arasında yaşayan Dorların güneye inişi İyonya kıyılarına Yunan kolonizasyonunu hızlandırdı. İyonya’nın bugünkü İzmir ve Aydın kentlerinin kıyı şeridine verilen ad olduğunu söylersem yöre daha iyi anlaşılacak.
Şu ana kadar Anadolu’ya kimlerin geldiğini unutmayın… M.Ö 676’da bu kez Kafkasya’dan Kimmerler geldi Anadolu’ya. Frig devletini yıktılar. Kimmer egemenliği yüz yıl kadar sürdü. Kimmerler neyse ki Batı Anadolu’da yaşayan Yunanlar, Lidyalılar, Karyalılar ve Likyalılara dokunmadı. Çünkü zaten Doğu Anadolu’da yaşayan halkları bu işgalle darmadağın edip başka bölgelere göç etmek zorunda bırakmışlardı.
M.Ö. 560’ta batıda Lidyalıların güneydoğudan ise Asurluların baskısıyla Kimmer devleti de yıkıldı. Bu tarihten sonra ise Anadolu Medler ve Lidyalılar arasında paylaşıldı. Kızılırmak’ın batısı Lidya’ya doğusu da Med devletine ait oldu. Güneyde Antalya dahil tüm kıyılarda Babil devleti vardı.
M.Ö. 546’ya gelirken birleşik Med ve Pers devletinin Kıralı 2.Kyros Lidya devletini yıktı ardından da tüm Yunan kolonilerini ortadan kaldırdı ve bütün Anadolu’ya hâkim oldu.
Şimdi biraz daha bilinen tarihe geliyoruz. M.Ö 334’te Büyük İskender Çanakkale’den giriş yaptığı Anadolu’da Lidya’yı hiç direnişle karşılaşmadan aldı. Başkent Sardes’e (Sart) Zeus tapınağı kurdu. Bu olay bölgeye Yunan dilinin yayılmasının başlangıcını oluşturdu. Ancak Lidyalıların dilsel olarak Helenleşmesinin tarihi çok daha erkendir. Pontus’un Amasya kentinde doğan Asyalı coğrafyacı Strabon, Lidyalıların klasik çağdan beri ana dillerini konuşmayı terk ettiklerini yazar. Ancak yine de Helen dilini kullanmanın kentlerle sınırlı kaldığını, kırsal bölgelerin ana dillerini Helen çağına kadar yani yüzyıllar boyunca koruduğunu biliyoruz.
İskender’in Anadolu’daki savaşlarını ve fetihlerini atlayalım çünkü konumuz dışında kalıyor.
Bugünkü İzmit, Gemlik ve Ereğli’yi de kapsayan Bithynia Türkçe okunuşuyla Bitinya’nın o dönemdeki nüfusu Trak kökenliydi. (Hatırlayın, Frig ve Briglerin ait oldukları etnisite). Biraz önce saydığım kıyıdaki üç minik Yunan kent kolonisi dışındaki bölgede Trak nüfus yaşıyordu. Bitinyalılar M.S 3.yüzyıla dek kimliklerini korudu sonra da dil bakımından tamamen Helenleştiler.
Bitinya ile Pontus arasındaki Paflagonya’da yaşayan Paflagonlar Asya kökenliydi. (Paflagonya bugünkü Sinop, Bartın, Çankırı ve Karabük’ün tamamı ile Bolu, Zonguldak ve Samsun illerinin bir kısmını içine alır.) Paflagonlar Helenistik çağa kadar kimliklerini korudu. O döneme gelince de Ankara’nın kuzeyindeki Aydos Dağı eteklerine göç edip Gaggra’yı (Çankırı) kendilerine başkent yaptılar. Hristiyanlık yayılmaya başlayınca Paflagonlar da Helenleştiler.
Bildiğimizin aksine Pontus’un nüfusu Asya kökenliydi. Yunan kolonistler yalnızca kıyıdaki Sinop, Amasra, Amisos (Samsun) ve Trabzon’da yaşıyorlardı. Pontus topluluklarında Hitit, Kaldeli ve İranlı kültür kalıntıları da saptanmış durumdadır.
Ankara dolaylarındaki Galatya’da Pers egemenliği döneminde Frigler ve Kapadoklar yaşıyordu. Galatlar da nereden çıktı demeyin. Bitinya Kralı Nikomedes, Bitinya’da ayaklanarak tahtı ele geçirmeye çalışan Zipoites’e karşı koymak için, Lutarius ve Lepontarius önderliğinde 25 bin kişilik paralı Galat asker getirtti. Trokmius, Tektasog ve Tolistovogius klanlarından meydana gelen bu Galat birlik askerleri Frigya’nın doğusuna doğru ilerleyip Kızılırmak kenarında artık Galatya adını alacak olan bölgeye yerleşti. Oradaki yerli Frig ve Kapadokları egemenlikleri altına aldı ancak yok etmedi. Galatların aristokrasisi bir süre sonra Helenleşti ancak kırsal kesimdekiler 6. yüzyıla kadar etnik kimliklerini korudu. Dil bakımından Helenleşmiş olan bu Galatlar sonradan Grek Galatları diye anıldı.
Doğu Anadolu’daki Ermeni, Gürcü, Kürt ve Lazlardan oluşan halklar ise Helenleşmedi. Zaten bölgede Yunan kolonileri yok denecek kadar azdı. “M.Ö. 3. yüzyılda nüfusu 20 ile 30 milyon arasında olduğu “hesaplanan” komşu Selefkides devletinde bile Helenlerin oranı hiçbir zaman yüzde onu aşamadı.”1 Zaten Yunanlar yalnızca kıyı kentlerinde yaşıyordu.
M.S. üçüncü yüzyıldan sonra Roma İmparatorluğu Germen boylarına karşı askeri olarak karşı koyamayacak duruma geldi ve 382 yılında Roma topraklarında (kuzey Bulgaristan) ilk özerk Vizigot Krallığı kuruldu. Bu olaydan yalnızca 13 yıl sonra siyasi istikrar iyice bozulunca Vizigotlar 395’te İtalya’ya indi ve 410 yılında da Batı Roma İmparatorluğu dağıldı.
Ancaaaak… Vizigotların İtalya’ya giden soydaşlarını izlemeyen bir bölümü bugün Kütahya, Afyon ve Eskişehir dolaylarına geldi. Evet, Gotlar yani Germen kabilelerden söz ediyoruz. Sayıları kaçtı acaba bu bilinmiyor ancak 399 yılında Batı Frigya’dan gelen 35 bin Got askeri Bizans’a karşı ayaklanmaya katılarak İstanbul’a yürüdü. Bu kadar askerin ancak 200 bine yakın bir nüfustan çıkabileceği hesaplanıyor. Gotların gelişiyle bu bölgedeki nüfus “mozayiği” tabii ki başta Gotlar, sayısız Frigyalı, Lidyalı, Pers, Hristiyanlaşmış Yahudi ve Hristiyanlaşmış Romalı kalıntılarından oluşmaya başladı. Son bir not, 8. yüzyıla dek İncil dili Yunancayla birlikte Almanca da konuşan Gotlar bundan sonra dil bakımından Helenleşti.
Eğer buraya kadar başınız dönmediyse, Anadolu’ya başka kimlerin geldiği ve buranın yerli halklarıyla karıştığı konusuna devam edelim.
Bekleyin, çünkü ünlü mozaik daha tamamlanmadı.
Nüfusu Bitin ve Traklardan oluşan Bitinya’ya Bizans İmparatoru 2.Konstans 642-668 yılları arasında ilk Slavları getirtti. Sayısı bilinmiyor ancak Theophanes, Arapların Anadolu’ya yaptığı seferde Bitinyalı beş bin Slav’ın onların safına geçtiğini yazar. Bundan yirmi yıl sonra 688’de 2.Jüstinyen çok sayıda Slav ve Bulgar tutsağını Bitinya’ya gönderdi. Bizans Arap akınlarına karşı koyabilmek için bu Slavlardan 30 bin kişilik bir kuvvet medyada getirdi ancak bunların da yirmi bini savaş sırasında Arapların tarafına geçti. Bizans bunun öcünü taraf değiştirmeyen on bin Slavı aileleriyle birlikte yok ederek aldı. Uzmanlar 30 bin asker çıkarabilecek bir topluluğun sayısını yaklaşık 200 bin olarak hesaplıyor.
Büyük Ermenistan bölgesi ise 430 ile 634 arasında Pers egemenliğindeydi. 571 yılındaki bir isyan başarısızlıkla sonuçlanınca çok sayıda Ermeni Bizans’a sığındı. Liderleri İstanbul’a geldi, büyük çoğunluk ise Bergama’ya sığındı ve orada büyük bir Ermeni kolonisi oluşturdu. Bu Ermeni kolonisi 7.yüzyıla kadar kimliklerini korudu ancak sonra Helenleşti.
765 yılında Bitinya’ya üçüncü Slav göçü gerçekleşti. 4.Konstantin, Bitinya’ya, Artana Çayı yakınlarına 208 bin Slav getirtti. Bazı Slavca adların bugün bile yaşadığı ileri sürülüyor.
700 yılında o sırada Arap egemenliğinde olan Ermenistan’dan Nakharar adlı bir grup soylu Ermeni, kendilerine bağlı gruplarla Bizans’ın Pontus sınırlarına gelip yerleşti. Aynı dönemde 12 bin kişilik bir Ermeni kitlesi de Bizans’ta bilinmeyen bir yere yerleşti. 790 yılında ise 12 bin kişilik bir atlı Ermeni gücü Bizans’ın bilinmeyen bir yöresine yerleşti. Bunlar aileleriyle birlikte en az 40 en çok 80 bin kişilik bir nüfusa karşılık geliyordu.
811 yılında Bizans’a bu kez bir Bulgar göçmen kitlesi sığındı. 11. yüzyılda Efes yakınlarındaki bir Bulgar kentinin nüfusu büyük olasılıkla bu Bulgarlardan oluşuyordu. (P. Charanis. The Slavic Element in Byzantine Asia Minor).
834 yılında Babek ve Nasr liderliğinde 7-30 bin arası İranlı Bizans’a sığınınca bu kitle imparatorluğun çeşitli yerlerine dağıtıldı. Nasr sonradan Hristiyan olarak Theophobos adını aldı.
Türkler gelmeden önce Anadolu’yu anlatmak üzere başladım bu yazıya. “Herkesin bildiği yanlış” haline gelen “Türkler 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu’ya yayıldı” iddiasını da düzeltmenin zamanı geldi. Türk boylarının Anadolu’ya gelişi 1071’den çok daha öncedir. Arap tarihçi Mesudi2 Aral gölü dolayındaki bozkırların yukarısında oturan Türk boyları arasında (Peçenek, Bacgarda, Nukarda ve Bacna boylarıyla Oğuz-Kimak-Karluk federasyonu arasında) çok şiddetli çarpışmalar olduğunu, ilk dört boyun yenilince Aral dolayındaki topraklarını terk ederek Küçük Asya’ya geldiğini söyler. Bu bölgeyi terk etme olayının 800’lü yılların ortaları ile sonları arasında meydana geldiği tahmin ediliyor. Anlaşılan Anadolu’ya gelişleri 50-60 yıl kadar sürmüş. 932-933 yıllarında ise bu dört Türk boyu, Bizans İmparatorluğu sınırlarına tecavüz etmeye başlamıştır. Bu boyların zaman içinde Anadolu halklar mozayiğindeki yerini aldığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Bu kısa müdahaleden sonra kaldığımız yerden devam edelim.
941 yılında Banu Habid klanından Hamdāni diye bilinen 21 bin Arap aileleriyle birlikte Bizans’a geldi ve çok büyük olasılıkla Anadolu’ya yerleştirildi. Bu Arap nüfus sonra giderek tamamen Hıristiyanlaştı ve Bizans vatandaşı oldu. “Karya bölgesinde besbelli bu Arapların torunları olan bir ‘esmerler’ kolonisinden söz edilmektedir.”3
M.S. 954 yılında Ermeni kökenli Bizans generali Bardas Fokas’ın Doğu Anadolu’da Araplara karşı savaşırken kullandığı 50 bin kişilik ordu, Ermenilerden, Türkler’den, Slavlardan, Hazarlardan, firari Arap askerlerinden oluşmuştu. İnsan okudukça neler öğreniyor değil mi! Ermeni asıllı Bizans generalinin ordusu Araplara karşı savaşıyor ve askerleri arasında Türkler ve Hazarlar da var.
Bizans’ın Büyük Ermenistan’ı egemenliği altına almasıyla 300 ile 400 bin kişilik bir Ermeni kitlesi prensleri öncülüğünde Kapadokya’ya göç etti. “Büyük Ermenistan’daki feodal yapının Bizanslılarca bozulması, bölge nüfusunun önemli ölçüde azalmasına yol açtı ve Bizans sınırlarının savunmasını zayıflattı. Bizans’ın bu siyasetinin yan etkileri çabuk ortaya çıktı. 1064’te Selçuklu Türkleri Ermeni başkenti Ani’yi tahrip etti ve 1071’de Malazgirt’te Bizans ordusunu bozguna uğratıp imparatoru esir ettiler.”4
Selçuklular Konya’ya yerleştikten sonra Bizans’a 400 bin kişilik ikinci bir Ermeni göçü yaşandı. Kuzey Kapadokya’daki Ermeniler Güney Kapadokya ve Kilikya’ya (Adana yöresi) göç etti. Kilikya’nın nüfusu Ermenilerden başka, dil bakımından Helenleşmiş Kapadokyalı, Suriyeli monofizitler ve Batılılardan oluşuyordu. Maraş Valisi Philaretos’un Bizans İmparatoru’na karşı ayaklanmasına sekiz bin Normandiyalı da katıldı. Haydi bakalım hayırlı olsun, Normanları da kattık mozaiğe.
1129 yılında Bitinya’ya (Bursa-İznik yöresi) son Slav göçü oldu. Çok sayıda Sırp tutsak bu bölgeye yerleştirildi. Gelelim Kumanlara yani Türk asıllı bir halka. Anadolu’ya Kumanlar ilk kez İoannes Vatazes’in egemenliği sırasında (1222-1254) yerleşti. O yıl Tatarlardan kaçan 10 bin Kuman Bizans’a sığındı. Bunlardan çoğu Kütahya, Eskişehir ve Afyonkarahisar bölgesine, bir bölümü de Büyük Menderes Irmağı yöresine yerleşti. İzmir bölgesine yerleşenler ise sonra Hristiyanlaşıp imparatorluğun yöneticileri arasında yer aldı. Kuman Türkçede sarışın anlamına gelmektedir. Şaşırdınız değil mi? (Türklerin kökeni aynı olan bir dili konuşan halklar topluluğu olduğunu ama tümünün etnik olarak aynı kökenden gelmediklerine bir başka kanıt oluşturuyor bu da.) Yalnız Türkçede değil Ukraynaca, Macarca, Bulgarca, Ermenice, Almanca ve Rusça da dahil diğer bütün Batı dillerinde Kumanlara sarışın anlamına gelen adlar verilmiştir. Kumanlara sarışın adı saçlarının sarı olmasından dolayı verilmişti. Bir iddiaya göre gözleri de maviydi.
“Balkanlar’daki Kumanlar, tüm ulusal ve kültürel niteliklerini yitirip, Balkan bölgelerinde çeşitli uluslarla kaynaştı. Bugün binlerce Yunan, Bulgar, Makedon ve Türk ortak kökenlerinin tek ulusal kalıntısı olarak Kumanis, Kumanidis, Kumanos, Kuman, Koman, Komanof ve Kumanova gibi adlar taşımaktadır.”5
Selçukluların Konya’yı başkent yapmalarından sonra Türkmenlerin yerli nüfusla evlilikleri sonucunda Turko-Romen bir nesil ortaya çıktı. Selçuklu ordusunun bir bölümünü oluşturan bu gruptan kaynaklarda miksobarbarlar diye söz edilir. Bu neslin tipik temsilcisi babası Türk ve annesi Gürcü kökenli bir Hristiyan olan Çausis (çavuş) adlı Selçuklu valisidir.
Selçukluların gelmesiyle bu kez Müslümanlarla Hristiyanların karışması ve ayrıca Türkleşme süreci başladı. “Selçuklu egemenliğinde Hıristiyanların sayısının kısa zamanda azalması onların kendi istekleriyle Müslüman olmalarına bağlanıyor. İslamlaşmayı, bir yere dek şu etken de kolaylaştırmıştır: Kapadokya Hristiyanları, büyük ölçüde Ortodoks olmayıp Heretiktiler yani Paulusçu, Manişeist, Monofizit vb. ve İstanbul’daki Ortodoks Bizans’a karşı büyük bir kin besliyorlardı. Bu tutumları, 1071 Malazgirt Savaşı’nda istilacı Selçuklu Türklerine karşı hiçbir askeri direniş göstermemeleriyle ortaya çıkmıştı. Kendi isteğiyle Müslüman olan Bizanslılar tarihte Gulâm sıfatıyla bilinir. Onlar çoğunlukla Abdullah adını alıyordu ve artık bu ad ‘din değiştirmiş kişi’ anlamını kazanmıştı. Binlerce Hristiyan’ın kendi isteğiyle İslamlaşmasında Mevlevi tarikatı önemli rol oynadı. Mevlevi tarikatının kurucusu Celaleddin Rumî 18 bin Bizanslıyı İslamlaştırdığını söylüyordu. 1320’de onun torunu Amir (emir) Arif’in cenaze töreninde yeni bir kitlesel İslamlaşma oldu.”6
Kendi arzusuyla İslam’a geçme yalnız halk tabakalarıyla sınırlı değildi, Bizans ve Ermeni aristokratlar da İslam’a geçerek hem topraklarını korudu hem de Müslüman toplum içinde de saygınlık kazandı. 11 ve 13. yüzyıllar arasında Birçok Bizans asilzadesi ayrıcalıklarını sürdürmek için Müslüman olup Türkleşti veya tarihe Türk olarak geçtiler. İsaaikos ve İoannes Komnenos, imparatorun kardeşi ve yeğeniydi, onlar da Türkleşti, İoannes Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan’ın kızıyla evlendi ve Müslüman olduktan sonra Konya’ya yerleşti. Bundan başka Pontuslu Gavraslar da Türkleşenler arasında yer aldı. Bu arada 2. Kılıçarslan Müslüman olmuş Mavrozomes ailesinin kızıyla evlendi ve 1.Keyhüsrev doğdu. Hristiyanları zorla Müslümanlaştırma Selçuklu döneminde istisnai bir olay gibi görünüyor. Bu uygulama ancak Komana ve Horum kentleri Danişmendliler tarafından fethedildikten sonra görüldü.
Şu anda bilinen tarih kayıtlarına göre en az Hattilerden yani M.Ö. 2500’lerden beri bu topraklarda yaşayan halklardan oluşuyoruz ve bizden önce bu topraklarda egemenlik kuran Bizans da, Roma da, Selçuklu da, Osmanlı da yüzlerce etnisitenin oluşturduğu bu benzersiz mozayiğin torunları. Böylesine güçlü bir melez halk dünyanın hiçbir yerinde yok ve lütfen bunun kıymetini çok iyi bilelim, heba etmeyelim.
Herkese keyifli günler.
Görsel: Hitit öncesi Anadolu haritası
KAYNAKLAR
- Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, Georgios Nakracas, s.15
2. Oğuzlar, S.G.Agacanov, s.194.
3. Rum Göçmenlerin Kökeni, Georgios Nakracas, s.27.
4. aynı yapıt, s.30-31.
5. aynı yapıt. s.36.
6. aynı yapıt. s.37-38
* Yazarın anlatısına uyup ben de Hititlerin Asya bozkırlarından geldiklerini yazdım. Ancak Wikipedia Hititçe konuşan halkların güneydeki Kaniş’ten gelerek M.Ö. 1700’lerde Hattus’u fethettiklerini söylüyor. Ayrıca Hattiler yazıya sahip olmadıkları için haklarında fazla bir şey bilinmiyor. Onları, kültürlerini devralan Hititler sayesinde tanıyoruz. Ancak Hattiler Hittilerin atası değildir, bu da bir başka yanlış bilinen şeydir. Hattiler Hint Avrupa kavmi de değildir. Bazı Hattice sözcükler saptanabilmiştir. Örneğin ashaf tanrı,, findu şarap, fel ev, fur kara (toprak anlamında), furun-katte Toprağın Kralı=Hatti Savaş Tanrısı, Furu semu Hatti Güneş Tanrıçası, kasku Hatti Ay Tanrısı, pinu çocuk demektir.
Bu yazıyı esas olarak 2005 yılında Kitabevi tarafından yayımlanan Yunan yazar G.Nakracas’ın “Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni” adlı yapıtından yararlanarak yazdım. Yapıtı Yunancadan dilimize İbram Onsunoğlu kazandırmış