Türk Düşünce hayatında “medeniyet“ nispeten yeni bir kavramdır. Ancak medeniyet ile karşılanmak istenen mefhumun kadim bir sorun olduğu ifade edilmelidir.
Kavramın bizde ilk defa Cevdet Paşa tarafından kullanıldığını biliyoruz. Yine medeniyet kavramının müradifi olduğu düşünülen “uygarlık“ kelimesi de günümüz Türkçesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Uygarlık, daha çok “civilis“ sözcüğünün karşılığı olarak Uygur Türklerine nispetle uydurulmuş bir kavramdır.
Medeniyet ve uygarlık eş anlamlı sözcükler midir? Acaba Cevdet Paşa medeniyet kavramını uygarlık anlamında mı kullanmıştı? Elbette uygarlık, medeniyetten daha sonra kavram dağarcığımıza girdi. Ama Cevdet Paşa, medeniyet derken Batılı bir kavram olarak “civilis“ sözcüğünü mü referans almıştı? Yoksa kadim kültürümüzün etkisi altında mıydı? Mesela medeniyet, İbn Haldun’da karşılaştığımız “umran“ kavramının müradifi olarak mı düşünülmüştü? Yahut Türk İslam şehri ve siyasetini temellendirmek isteyen Farabi’nin “Fusus’ul Medenî“ veya “Siyaset’ül Medeniyye“sinden mülhem bir kavram mı idi?
Yöneltilen suallerin her biri ayrı bir çalışma konusudur. Bu hususta birçok inceleme de yapılmıştır. Biz bildirimizde daha çok kendi noktainazarımızdan sadece ihtiyaç duyduğumuz temel metinlere gönderme yaparak medeniyet-ahlak ilişkisi bağlamında bir yorum ortaya koymaya çalışacağız.
Temellendirmeye geçmeden önce bir hususun altını çizmek istiyoruz: Yukarıda yöneltilen suallere verilmiş olan cevaplar, “medeniyetin ne olduğu?“ hususunda henüz net bir fikrin oluşturulamadığını göstermektedir. Lakin kavramın muğlaklığı, bizim için belirgin bir sıkıntı doğurmamaktadır. Aksine medeniyetin ahlakla ilişkilendirilmesini mümkün kılan sağlam bir dayanağa dönüşmektedir. Zira biz Cevdet Paşa’nın medeniyet sözcüğü ile ahlakın temellendirilebilmesi için vazgeçilmez olan bir tavır alışla ‘dünde olanla kendi devrinde olup bitenleri buluşturucu’ bir kavramsallaştırma yaptığını düşünmekteyiz.
Kısaca resmetmek icap ederse Cevdet Paşa’nın kavrama yüklediği mana statik değil dinamiktir. Medeniyetin bir ideal değil, içtimai bir vakıa olarak ele alınması dinamik bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu açıkça ortaya koyar. Zaten Cevdet Paşa, mevzuyu ilk defa İbn Haldun’nun “Mukaddime“sinde temellendirdiği “umran“ın niteliği ile örtüşen bir tespit ile ele alır. Öte yandan onun eserlerinde hem “hadariyet“ kavramını kullanması hem de medeniyeti safhalara ayırarak ele alması İbn Haldun’un etkisi altında olduğunu kuşkusuz hâle getirir.
(Prof. Dr. Süleyman Dönmez, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın