İnsanoğlunun hayat serüveni beklenmedik bir hikâyeyle başladı.
Hikâye, bu olay için bir araya gelen, birbirlerinin isimlerini bile bilmeyen iki kişiden oluşuyor. Bu kişiler kendi aralarında yaptıkları tartışma sonucunda yasaklı meyveyi aldı. Şeytan, Hz. Adem ve Havva’ya yasak ağaçtan yedikleri takdirde sonsuza kadar yaşayacaklarını söylediği için aldılar.
Cennetteki en önemli sanat eserini, çok değerli ve anlamlı olan bu yasaklı meyveyi alan iki kahramanımızın yakalanıp cezalandırılmak için evrenin cehennemi olan dünyaya gönderilmesi ile insanoğlunun hikayesi başlamış oldu. Bu süreçte dünya denilen yerde iki kahramanımız yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken şeytan meleği onlarla birlikte kendi davasına sadık kalabilmek için üstüne düşeni yapmaya dünyaya geldi.
İşin en ilginç tarafı onlara tüm ağaçlardan yiyebilecekleri, yalnızca bir ağaçtan yememeleri gerektiği, aksi takdirde zalimlerden olacaklarını söylenmesiydi. O gün bugündür insanlar bu yüzden varoluşun, var olmanın anlamını sorguluyor.
Tarihe, mitlere, dinlere, masallara baktığımızda iyi-kötü olan her şeyin hırsızlıkla başladığını görebiliyoruz.
Mesela Prometheus tanrılara kafa tutarak Olimpos’un tepesindeki ateşi bir gece yarısı çalıp insanlığa armağan ederek bilimin, bilişselliğin oluşmasını sağladı. Prometheus insanların tanrılar tarafından haksızlığa uğradığını düşündüğü için haksızlığa sebep olan düzene, kişilere karşı başlattığı şiddet içermeyen direniş ve protesto yöntemi olarak ateşi çalarak bugünkü anlamda hırsızlık yapmıştır. Bu hırsızlığı hazmedemeyen Zeus Prometheus’u zincire vurup her gece bir kartala tekrar tekrar karaciğerini kemirtmek suretiyle cezalandırır.
İnsanlar yüzyıllardır kendilerine ait olmayan ovalara, yaylalara, dağlara, çöllere çekirge sürüsü gibi yayıldı, talan edip her şeyi çaldı. Yüzyıllardır ektileri, biçtikleri, gezdikleri coğrafyayı çaldı. Daha sonra kendilerine ait olmayan dili, dini, kültürü, sanatı, yaşam tarzını müziği çaldı. Kendilerine ait olmayan tarihi dilden dile dolaştırdılar. İşte bu yüzden dünya tarihini incelediğimizde bütün devletler hırsızlık yaptıkları için tarih sahnesinde var olmuş.
Tarih kitaplarında yazmasa da medeniyetlerin geçmişi yalanlarla doludur. Avrupa Batı merkezli bir anlayışla Doğu’ya ait olan her şeyi kendine mal etmiş. Tarihin Batı tarafından yazılması ile Doğu’daki tarih bilinci de çalındı. Batı’nın “sıcak denizlere inme” dediği sömürgecilik yani hırsızlıktı. Doğu Hint Adaları, Afrika kıtası, Amerika ve Avusturalya’da Avrupa’nın hırsızlık yönelimleriyle bir Avrupa yaratıldı.
Günümüzde var olan bütün devletler hırsızlık, sömürge ve talanla medeniyetlerini oluşturdu. Hemen hemen bütün devletler kendilerine ait olmayanı çalarak genlerinde var olan hırsızlığı pekiştirdi.
Fantezi dünyasındaki masalları incelediğimizde hırsızlık her zaman olumsuz bir davranış olarak görülmez hatta tatlı bir şekilde anlatılır. Öyle güzel anlatılır ki insan hırsızlığı yapan kişinin yerinde olmak ister!
Alman filozof Heidegger’in dediği gibi, “insan doğuştan sıkıntılıdır ve hayatı boyunca da sıkıntılı kalacaktır.”
Doğaya baktığımızda insanın varoluşu diğer canlı türleri için hiçbir şey ifade etmiyor .İnsan, bu dünyanın üzerinde yaşayan en zararlı ve en gereksiz canlı.
İnsanın yeryüzünde bulunmasının gereksizliğini yasaklı bir meyvenin alınmasıyla başladı. Dikkat ederseniz aklınıza gelebilecek bütün filmler, masallar, hikayeler hırsızlık üzerine kurgulanmıştır. Çünkü çalınan her şey değerli, anlamlı ve gizemlidir. Çalınan her ne olursa olsun insan çaldığı şeyle ilişki kurar. Bu insanın kutsalıdır.
Son olarak, Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, Batı ülkelerinin Afrika gelişini şu sözlerle anlatmıştı:
“Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim İncilimiz, onların toprakları vardı.”
Hırsızlığı genetik miras olarak devam ettiriyoruz. Ne diyeyim, fakirin çalınca hırsız, zenginin çalınca yolsuzluk olduğu bir dünyada küçük hırsızlar hapishanelerde, büyük hırsızlar saraylarda, köşklerde ya da villalarda yaşıyor…