Dünyanın bir yerinde çöller yeşerir çiçeklenirken başka bir yerinde ise ovalar çöllere ormanlar kıraç alanlara dönüşüyor.
Arabistan çölünden sonra Peru’da dünyanın en kurak çölü olan Atacama’nın çiçeklendiği haberleri yer aldı basında. Sanki bir nöbet değişimi oluyor. Sanki dünya bir nevi kendini dinlendire dinlendire değiştiriyor. Yıllardır güneş altında kavrulan topraklar yağmurlarla suya doyar, serinlerken ne zamandır yemyeşil bir bitki örtüsüyle kaplı olan, bereketli, canlı topraklar çölleşiyor. Kimse tabiatın adaleti olduğunu düşünmez. Hatta şu cümle pek bir popülerdir:
“Doğada adalet yoktur, doğada eşitlik yoktur. Bunlar insanın yarattığı soyut kavramlardır.”
Doğrudur. Ancak insan zihninin yarattığı kavramın içeriği ile tabiatın olgularını, göstergelerini, somutlarını karşılaştırmak ne kadar doğru? Ya da birinin içeriğinin ötekinde de aynı ya da benzer olmasını beklemek, insanınkini ölçü olarak almak ne kadar doğru?
Bilinir ki doğada kediler sakat doğan, yaşaması zor ya da imkansız olan yavrularını yerler. Bu insan aklına, mantığına, vicdanına son derece aykırı gelse de doğanın aklıyla oldukça mantıklıdır. Bir kere geriye kalan yavruların daha sağlıklı beslenmesi mümkün olacaktır. Sakat doğan ve elimine edilen yavruyla karnını doyuran yeni doğum yapmış anne kendini yormadan ve yavrularının yanından hemen ayrılmak zorunda kalmadan sütü için gerekli gıdayı ve bedeni için gerekli enerjiyi almış olacaktır. Doğada israfa yer yoktur. Doğada israf yoktur ancak atıl olanın daha verimli değerlendirilmesi vardır. Yavru kedi annesi tarafından yenmeyip olduğu yerde ölüme terkedilebilir de. Ancak bu durumda da çürürken birçok başka canlının gıdası olacaktır ve son zerresine kadar absorbe edilecektir.
Kendi çöpünde boğulan, çöpe attıklarıyla aslında bütün açların doyması mümkün olan insanın adaletsizliği mi yoksa doğanın adaleti mi daha iyi bu durumda? Ciddi sorudur. Bülent Ersoy’un hiç ihtiyacı yokken gecenin bir yarısı koca restoranı kapatıp kendine yirmi kişilik sofra kurdurması ve aynı anda Afrika’da ya da Türkiye’de birçok insan yatağa aç girmesi ya da yetersiz beslenmeden doğan hastalıklarla boğuşması, çocukların gelişimlerinin aksaması insanın düzeninde son derece yasal ve “normal” iken karnı doyan hiçbir vahşi hayvanın sırf yeme zevki için veya gösteriş olsun diye ya da parasını saçacak yer aradığı için başka hayvanları avlamadığı, öldürmediği de bilinmektedir.
Hayvanlar aleminde arslanlar bir araya gelip o bölgedeki bütün avları avlayıp stok yapmıyor ama Covid-19’da gördüğümüz üzere uygar insan bütün insanların acilen ihtiyaç duyduğu aşıyı bulduğu halde başkalarının onu üretmesine izin vermiyor. “Bekleyeceksiniz” diyor. “Ben üreteceğim ve size satacağım.”
Öyle oluyor. Bu esnada “uygarlığın zirvesi” Batılı devletler birbirlerinin uçaklarını korsanlıkla indirip aşıları gasp ediyorlar. Beteri Afrika ülkelerine aşı asla ulaştırılmıyor. Önce sarışın, beyaz, açık renk gözlü ve İngilizce konuşanlar bayım. Sonra parası olanlar. Hangi adalet sorusu yanlış. İnsanın adaleti mi doğanın adaleti mi diye sormak lazım.
Nasrettin hoca bize bunun hakikatini çoktaaan göstermiştir. Hoca Nasrettin eşeğinde yüklü bir çuval cevizle köye dönmüştür. Haberi alan köylüler, çoluk çocuk etrafına toplanırlar. Hoca bize de, hoca o cevizden bize de dağıtsana.
Hoca gülümser ve sorar: Nasıl dağıtmamı istersiniz? Allahın adaletiyle mi, insanın adaletiyle mi?
Herkes “Allahın!” diye bağırır.
Hoca elini torbaya daldırır bir avuç ceviz çıkarır birine verir. Sonra ötekini düz geçer. Sonrakine iki avuç ceviz verir. Berikine bir tane. Bir diğerine torbanın nerdeyse yarısını. Millet şaşkın bakar; hoca yapıştırır “Eeee” der “Allah’ın adaleti böyle, siz istediniz.
Hepimiz o Allah’ın yeryüzündeki halifesi değil miyiz? Mirası aynen almışız. Doğanın Allah’ı yok.
İnsanın adaletinden Allah’sız doğanın adaletine sığınırım.
Amin.
Görsel: Pinterest
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: