İsrail’in geçen hafta İran’a başlattığı saldırılar, Batı’nın savaş anlayışının ve genel olarak istihbarat doktrin ve uygulamalarında gelinen aşamanın son örneğini oluşturuyor.
Bunlara “Batılı” diyoruz çünkü bu çalışmalar başta ABD olmak üzere pek çok NATO ülkesi ve İsrail ile iş birliği içinde geliştirilen ve içinde pek çok askeri/istihbarat teşkilatı ve özel şirketin bulunduğu projelerin ürünü. Tabii ki Çin, Rus ve diğer ülkelerin kendi güvenlik kültürü içinde farklı uygulamaları ve arayışları var.
Batı daha çok hedef istihbaratına yönelirken, Çin ekonomik casusluk öncelikli, Ruslar ise dezenformasyona odaklı.
İsrail’in son saldırılarına gelmeden önce biraz Batı’nın hedef istihbaratı alanındaki çalışmalarının geçmişine gidelim.
11 Eylül 2001 saldırıları öncesi küresel ortamda “Soğuk Savaş” sonrasının yani büyük güç mücadelelerinin sona ermiş olmasının iyimserliği hâlâ devam ediyordu. Ancak, 11 Eylül saldırıları ABD vatanına daha önce görülmemiş çapta büyük bir saldırı oldu ve ABD dış politikasını askerileştirdi. Ortada herşeyden önce bir istihbarat fiyaskosu vardı ve Amerikan istihbaratının sorunları bir komisyon kurularak ele alındı. CIA zaten bir daha Pearl Harbour baskını yaşanmasın diye öncelikle ikaz rolü için kurulmuştu ama 11 Eylül’de bu hata tekrarlanmıştı.
11 Eylül saldırısı küresel terör tehdidi olarak ele alındı ve istihbaratta “balıkçı” metodundan “avcı” metoduna geçildi. Yani terör örgütü elemanları artık her nerede ise bulunacak ve imha edilecekti.
Bunun askeri anlamda uygulanması için “önleyici darbe” stratejisi seçildi. Artık ABD istihbaratı için öncelikli görev “hedef” bulmaktı. Başta uydular olmak üzere, tüm küresel dinleme ve gözetleme sistemi buna odaklandı. İstihbarat teşkilatları içinde kariyer yapmanın yeni yolu artık “hedef bulmaktı.”
Hedef bulmak için CIA içinde büyük bir uydu izleme merkezi kuruldu. Analizciler, dünyanın her yerinde sosyal medya, yayınlanan gazete, makale, her şeyi takibe alındı. Başta Afganistan olmak üzere insan istihbaratı alanında sızmalar ve devşirmeler yapıldı.
2006 yılına kadar hemen hiçbir şey bulunamadı ama ilk başarı Usame bin Ladin’in yerinin tespit edilmesi oldu.
Sonraki büyük başarı Saddam’ın yerinin bulunmasıydı. Bu dönemde insansız hava araçları da suikast silahı haline gelmeye başladı.
Artık terörle mücadelede bulunan uzak hedeflerin insansız hava araçları vurulması dönemi başlamıştı. Washington’da odasında oturan bir general, uydu takip sistemi ile Pakistan’daki üsten drone kaldırarak, hedefi vuruyordu.
İsrail’in İran saldırılarına gelecek olursak, 200 kadar uçak ve 100 kadar drone ile sadece İran’ın nükleer kalbi ve hava savunması değil, en üst düzey komutanları ve nükleer alandaki bilim insanları da vuruldu.
Bu tür ailesi ile birlikte suikast aşağıda da anlatacağımız gibi İsrail istihbarat kültürünün bir parçası.
Saldırının Umman’da ABD ile İran arasındaki nükleer görüşmelerin hemen öncesinde yapılması ve ABD’nin bu saldırılarda dahlinin olmadığını açıklaması bir siyasi taktik. İran’ı hem masada daha zayıf düşürmek hem de Amerikan varlıklarına saldırmasına gerekçe sağlamamak düşüncesi var. Nitekim Trump, İran’a saldırı sonrası “Her şeyi kaybetmeden bizimle anlaşmalısın” mesajı verdi.
İsrail saldırılarında hedeflerin seçimi ve yerlerinin belirlenmesi her şeyden önce İran içinde güvenilir bir izleme ağının kurulduğunu gösteriyor.
İsrail istihbaratı zaten on yıllardır bu ağ için çalışıyordu. Hayalet uçak teknolojisi F-35’ler ile derin hedeflere suikast uçağı F-15’ler muhtemelen saldırı kombinasyonunda görev aldılar.
İlginç olan İran’ın ne hava savunması işe yaradı ne de havaya bir uçak kaldırabildi.
İran hava kuvvetleri uçaklarının ne kadar eski olduğunu, yaşam ömrünü tamamladıklarını, eski uçaklara yedek parça bulamadıklarını ve pilotların eğitim yapamadıklarını daha önce yazmıştık.
(Prof. Dr. Sait Yılmaz, tasam.org)
Makalenin devamını okumak için tıklayın
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: