29 Haziran’da sahiplerimle birlikte İstanbul’dan Girne’ye geldikten sonra günde iki kez yaptığımız rutin yürüyüşler ve birkaç kez yüzme için sahile gitme dışında hiç sokağa çıkmamıştım. İki hafta önce ilk kez Girne’nin merkezine indim. Etrafta dolanıp, ilginç gördüğüm yerlerin fotoğrafını çekerken antik limanda dolanmakta olan bir köpekle karşılaştım. Tasması olmadığından sahipsiz olduğu sonucuna vardım. Sokak köpeklerinin pek çok derdi olduğunu bildiğimden kendisiyle bir mülakat yapmaya karar verdim. O da razı oldu:
-Adınız?
-Beyaz.
-Cinsiniz?
-Kırma.
-Nerede yaşıyorsunuz?
-Girne Antik Liman ve arka sokaklarında.
-Karnınızı nasıl doyuruyorsunuz?
-Bu ülkede halk köpeklere karşı oldukça sevecen. Lokantalardan yemek artıkları verildiği gibi, buralara yemek yemeye gelenler de masalarından ufak tefek bir şeyler veriyor. Bugün yediğim çeyrek pizza bayağı iyiydi örneğin. Hem kediler, hem de biz yararlanıyoruz. Yalnız dikkat etmemiz gereken konu, kedilerle ve başka köpeklerle didişmemek. O zaman garsonlar müdahale ediyor. Öte yandan bazı hayvanseverler kentin değişik yerlerine kedi köpek maması da bırakıyor. Bu da bir seçenek oluşturuyor.
-Aslen Girneli misiniz?
-Hayır, Türkiye’den geldim.
-Nasıl oldu anlatır mısınız?
-Elbette. İsmini vermeyeyim ama Güneydoğu Anadolu’nun bir köyünde dünyaya gelmişim. Babamın kim olduğunu bilmiyorum. Annem ve dört kardeşim ben daha küçükken öldü. Hatta biri sopalarla dövülerek öldürüldü. O bölgede insanlar derin bir cehalet içerisinde. İnançlarına göre köpek mekruhmuş. Bizim de bu dünyada yaşam hakkı olan canlılar olduğumuzu algılayamıyorlardı.
Aslında sadece köpeklere değil, tüm hayvanlara, hatta kadınlar ve çocuklara da çok kötü davranıyorlardı. Kadın cinayetleri, ensest, çocukların cinsel obje olarak görünmesi, erken evlilikler de almış başını gidiyordu. Diğer arkadaşlardan duyduğuma göre bir de kan davası diye bir şey uydurmuşlar, bazen sudan sebeplerle çıkan kavgalarında bile aileler birbirine giriyor, cinayetler işleniyor ve bu durum nesiller boyu sürüyormuş. Bu cahil insanlara göre kan davaları töre gereğiymiş.
Son yıllarda da ülkeyi yönetenler nass diye bir kavram ortaya atarak ekonomiyi mahvettiklerinden halkın önemli bir kesimi yoksullaştı. Eskiden sokaklarda bulduğumuz yemekleri bu yüzden bir de yoksul halkla paylaşmak zorunda kaldık. Çöp konteynerlerini birlikte karıştırmaya başladık. Bu ağır şartlara dayanamayarak pek çok insan gibi ben de ülkeden göç etmeye karar verdim. Ama nereye gidecektim? Irak ve Suriye’nin hali bizden beter, Avrupa’ya gideyim desem, insan kaçakçıları var ama köpek kaçakçıları yok, o nedenle Meriç’i veya Ege’yi aşmak benim için çok zor. Üstelik, duyduğuma göre Batı kültürünün beşiği olduğunu iddia eden Yunanistan göçmen insanları bile yakaladığında geri iterek ölümlere neden oluyormuş. Biz köpeklere kim bilir neler yaparlardı?
Beyaz (Geldiği muhit nedeniyle biraz utangaç olduğundan fotoğraf çekilirken yüzünü sakladı)
Sonunda KKTC’ye gitmeye karar verdim. Zaten bizim köyden tanıdığım bazı insanlar da oraya daha önce gitmişler ve bir baltaya sap olmuşlardı. Hatta anlatıldığına göre, buralarda çok yaygın olan ‘Bir kilo toz, bir otoboz’ sözüne uygun yöntemlerle çok zengin olanlar da vardı. KKTC’de otobüs yaygın olmadığından benzinci filan açıyor, banka kuruyor, inşaat işlerine giriyor, kumarhane, sanal kumar işlerinde piyasayı ele geçiriyorlarmış.
Bizim buralardan KKTC’ye başta mercimek olmak üzere gıda malzemesi götürecek bir TIR olduğunu arkadaşlardan haber aldım. Yanıma biraz su alarak bir gece vakti dorsesine saklandım. Ve yola çıktık. Ertesi gün öğleden sonra bir limana vardık. Gümrük işlemleri yapılırken mercimek çuvallarının arasına iyice saklandım. Hava karardıktan sonra bindiğimiz RO-RO gemisi yola çıktı. Yol beni hiç tutmaz. O nedenle rahat bir uyku çektim.
Sabah geminin düdüğüyle uyandım. Meğer KKTC’ye varmışız. Mağusa Gümrüğü’nde biraz oyalandık ama kimse malları kontrol etmeye gelmedi. O nedenle TIR’dan çıkamadım. TIR’ın kapısı hâlâ kapalıydı. Sonra yine yola çıktık. Sürücümüz telefonla birine Mağusa’dan ayrıldığını, malları Girne’ye bırakacağını söylüyordu. Bu şekilde Girne’ye geldim.
Girne’de su ve yemek ararken beni Girne Belediyesi’nden birileri yakaladı. Adamın elinde eldivenler vardı. Önce çok korktum. Götürüp öldürecekler, sonra da bir çukura atacaklar diye panik içindeydim. Malum Türkiye’de çok yaşandı bu olaylar. Hatta yasası bile çıktı. Cinayetin adı da uyutma olmuş! Küçük kızların bile cinayete kurban gittiği bir ülkede bunlar normal tabii… Kadınları öldürenler, çocukları katledenler, çete savaşlarında birbirlerini vuranlar, hatta politik cinayetlerin azmettiricileri ortalıkta dolanıyor. Bırakın uyutmayı müebbet hapis cezası bile almıyorlar.
Eldivenli ağabey önce başımı okşadı, sonra iki diğer arkadaşıyla arkası kapalı küçük bir ticari araca binmemi istedi. Arkasından yola çıktık. Bende yine bir korku başladı. Galiba Türkiye’de de olan o temerküz kamplarından birine götürülüyordum. Nitekim biraz sonra eski adı Karmi, yeni adı Karaman olan bir köyün altında bir yerde durduk. ‘İşte temerküz kampı, beni burada zehirleyecekler’ diye iyice panikledim.
Ancak olaylar farklı gelişti. Beni önce hortumla yıkadılar. Sonra içecek su ve doyurucu miktarda mama verdiler. Bir veteriner beni muayene etti. Arkasından aşılarım yapıldı. Kulağıma da mavi bir küpe takıldı. Canımı sıkan tek şey ardından yapılan kısırlaştırma ameliyesi oldu. KKTC’de sahipsiz köpeklerin seks yapıp üremesi yasakmış. Halbuki sonradan duyduğuma göre evlilik dışı seks yapılan ve devlet tarafından vergilendirilen, insanlara yönelik pek çok gece kulübü varmış. Çifte standart işte…
Karmi’deki işlemlerim bir hafta kadar sürdü. Sonra beni Girne’de buldukları yere bıraktılar. Halen burada mutlu bir yaşam sürüyorum. Rahatsız edenim de yok.
Ben kendisiyle bu sohbeti yaparken yanımıza meraklı bakışlarla başka bir köpek yaklaştı. Onunla da kısa bir sohbet yaptım.
-Hoş geldiniz, adınız?
-Kara (Aslında Arap’mış da Suriyeli zannedilmemek için son seçimler öncesi e-devlete girerek adını Kara olarak değiştirmiş)
-Cinsiniz?
-Erkek.
-Nerede yaşıyorsunuz?
-(Etrafına bakınıp sonra alçak sesle) Yeni geldim abla.
-Nerelisiniz?
-İstanbul-Bebek
Nasıl geldiniz?
-Uçakla.
–Ben de İstanbulluyum. Bebek’i de bilirim. Eskiden bazen parkına götürülürdüm. Güzel yerdir. Niye kalkıp buralara geldiniz?
-Anlatayım. Beni yavruyken, bir mağazadan genç bir bey tarafından satın alındım. Lüks bir arabayla Bebek’te Boğaz’ı gören bir apartman dairesine gittik. Orada beni kız arkadaşına doğum günü hediyesi olarak verdi.
Simsiyah minik bir yavruyken her şey çok güzeldi. Sürekli güzel ıslak ve kuru mamalar veriliyor, gevelemem için deriden kemikler alınıyordu. Devamlı da seviliyor, okşanıyordum. Ancak, ben büyüyüp, irileşmeye başlayınca evde sorun olacağım düşünülmeye başlandı. Tam düzgün bir yere versek diye konuşulmaya başlandığında, bir de üstüne üstlük sahibim kadınla erkek arkadaşı bir akşam şiddetli bir kavgaya tutuştular ve erkek kadını balkondan aşağı attı. Ben de kaçtım.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir anda alışık olmadığım bir ortamla karşı karşıya kalmıştım. Neyse ki sokakta yaşayan bazı köpekler bana yardımcı oldu. Yemek ve başımı sokacak bir duvar altı buldum. Bilirsiniz Bebek’te pek çok kafe restoran vardır. Bir gün birisinin önünden geçerken açık olan televizyondan köpek katliamına yönelik bir yasanın geçtiğini duydum. Bir travma daha kaldıramayacağımdan ülkeden kaçmaya karar verdim. Yurt dışına gidecektim. Bebekli köpek arkadaşlarım, ‘Burası İstanbul, üstüne üstlük Beşiktaş İlçesi’ndeyiz. Bize ne İBB ne de Beşiktaş Belediyesi soykırım uygulamaz” dedilerse de ben kararımı vermiştim, gidecektim. Zaten ülkeden aklı başında tüm insanlar da gidiyordu.
Sahilden Aşiyan’a yürüdüm. Oradan Üsküdar vapuruna bindim. Çalışanlar ve yolculara Boji’yi referans gösterdiğimden sorun çıkarmadılar. Hatta bir abla benimle sandüviçini paylaştı. Üsküdar’dan yürüyerek Ayrılık Çeşmesi metro istasyonuna ulaştım. Aslında Marmaray’a da binebilirdim ama yöneticilerinin kafa yapıları nedeniyle riskli olabileceği konusunda uyarılmıştım.
Son durak olan Sabiha Gökçen Havalimanı’nda metrodan çıktım. Havalimanının uygun bir noktasında tel örgüleri geçerek aprona girdim. Ama yüksek güvenlik nedeniyle pek kolay olmadı, geceyi beklemek gerekti.
Bagajına saklanmak için uygun bir uçak beklemeye başladım. Sonunda bir uçağın bagaj bölümüne başka bir köpeğin kafes içerisinde yüklenmek üzere olduğunu fark ettim. Hemen yanına yaklaşıp ‘Arkadaş yolculuk nereye‘ diye sordum. ‘Ercan-Kıbrıs’ dedi.
Bu gözlemim ve bilgi benim için iki açıdan önemliydi. Afrika, Orta Doğu gibi bir yere gitmeyecektim. Vietnam gibi köpeklerin yendiği Uzak Doğu’ya bir uçuş da değildi. Ayrıca uçağın bagajında başka bir köpek olduğundan havalandırma, aydınlatma gibi konularda da bir sorun çıkmayacaktı.
Kalktıktan bir buçuk saat kadar sonra Ercan’a indik. Uçağın bagaj kapısı açılır açılmaz İstanbul Handling görevlileri daha ne olduğunu anlamadan ok gibi fırlayıp karanlıkta koşmaya başladım. Ercan’ın etrafında güvenlik tedbirleri laçka olduğundan eski terminal tarafından kolaylıkla dışarı çıktım. Güvenlikçi kadrosunda çok eksik olduğu gibi güvenlik kameraların da çoğu çalışmıyormuş. Meriç Köyü civarında bulunan bir hellim tesisinde bir kamyona atladım ve işte Girne’ye geldim. O günden beri de başıma bir şey gelmesin, uyutulmayayım diye kaçak dolaşıyorum.
Nitekim Kara’nın kulağında bir küpe filan da yoktu. Sohbetin bu aşamasında Beyaz lafa karıştı. Kendi hikayesini anlattı ve Belediye binasına gidip veteriner dairesine iltica talebiyle başvurmasını salık verdi. Kara bu konuyu değerlendireceğini söyledi.
Sonra Kara birden panikledi. ‘Abla bu sokak ropörtajını yaptık ama şimdi ben Ersin Bey’e hakaret ettim ya da halkın bir bölümünün dini inançlarını aşağıladım filan diye tutuklanır mıyım, ayrıca seni de düşünmemiz lazım, burada da senin yaptığın bu sohbeti sansür etmekle görevli sakallı ve kötü, şahin bakışlı biri var mı’ diye heyecanla sordu. Beyaz Kara’yı hemen sakinleştirdi ve bu ülkede öyle kötü insanların olmadığına ikna etti. Daha sonra her ikisine de yaptığımız sohbet için teşekkür ettim ve limandan ayrıldım.
Kara
Dün gece bahçede dolaşırken, birden gancellinin arkasında Kara belirdi. (Türkiye’de yaşayanlar için not: Kıbrıslılar bahçe kapısına gancelli der. Türkiye’de de kullanılan kanca kelimesi ile aynı kökten geliyor ve aslı İtalyanca.) Kara bana kulağındaki küpeyi gösterdi. Beyaz’ın dediklerini yapmış. O da aynı prosedürden geçmiş. Erkek olduğundan da doğal olarak kısırlaştırmaya tabi tutulmamış.
Kara kendine bir iş de bulmuş. Belediye binasında güvenlikçi olarak görev yapıyormuş. Bu sayede haftada iki gün akşamları Girne Belediyesi Çok Sesli Korosu’nun belediye binasında yaptığı provalarda salona giriyor ve klasik müzik dinleyerek ruhunu dinlendiriyormuş.
Benim büyüğüm olan rahmetli Barny’nin anlattığına göre İstanbul’da Rumeli Hisarı içerisinde de bir zamanlar küçük bir amfitiyatro varmış ve Bebek’te yaşayan köpekler de insanlarla birlikte yaz geceleri kalenin içerisindeki çimenlere yayılarak konser dinlerlermiş. Daha sonra halkı din ile aldatan politikacılar 2009’da amfitiyatronun tam ortasına bir cami yapmışlar. Dolayısıyla konserler de sona ermiş.
Bu arada, hem Beyaz’a hem de Kara’ya günün birinde Türkiye’ye dönmeyi düşünüp düşünmediklerini de sormuştum. Beyaz buraya alıştığını, insanların daha uygar olduğunu, geldiği köydeki yoksulluk ve cehaletin içine geri dönmek istemediğini söylemişti. Hatta burada da günün birinde baskılarla karşılaşırsa Yeşil Hat’tan Güney’e geçip AB’ye bile iltica edebilirmiş.
Kara ise Türkiye’de yakında yönetimin değişeceği ve köpek katliamı yasasının iptal edileceğinden emin. Hatta insanlar için de ciddi bir rahatlama olacağına inanıyor. O nedenle seçimleri bekliyormuş. Seçimler umduğu gibi sonuçlanırsa derhal İstanbul’a dönmeyi ve Girne Belediyesi’nden alacağı referans mektubuyla Beşiktaş Belediyesi veya İBB’de iş bulabileceğini düşünüyor. Hatta kayyım rektörün görevden alınma sürecinde mutlaka Bebek’te veya Hisarüstü’nde bulunmayı ve engelli köpeklere yaptığı zulüm nedeniyle kendisini sıkı bir şekilde ısırmayı ve zırhlı aracından dışarı çekerek kovalamayı da planlamış. Ayrıca bir süre daha çalışırsa EYT’den emekli olabileceğini de düşünüyor.
Pati Eliçin kimdir?
27 Kasım 2012’de Muğla’nın Marmaris İlçesi Selimiye Köyü’nde Zafer ve Simper Kurşun’un çiftliğinde doğdu. Ailesinin sekiz çocuğundan biridir. Şubat 2013’de İstanbul-Levent’teki yeni ailesinin yanına yerleşti. Temel eğitimlerini Zehra Eliçin’den gördükten sonra bir hocadan özel dersler aldı. Ailesinin yaşamı gereği sık sık İstanbul ile Kıbrıs arasında seyahat ediyor. Mayıs 2021’de Bursa İli İznik İlçesi Keramet Köyü yakınlarında göl kıyısında yaşayan Kara İlden’den Muffin, Cooky ve Willy isimli biri erkek, ikisi kız üç çocuğu oldu ve arkasından kısırlaştırıldı. Çocuklarının ikisi İzmir-Bornova, biri İstanbul-Büyükçekmece’de yaşamlarını mutlu bir şekilde sürdürüyor. Bir süredir konuk yazar olarak Türkiye ve KKTC’de gezi anılarını ve gözlemlerini yazıyor. Kıbrıs ve Türkiye Türkçesi ile 60 civarında kelimeyi anlayabiliyor. Yemek yeme, yüzme ve özelikle çocuklarla oyun oynama ilgi alanları arasındadır. 12 yıllık yaşamında bugüne kadar hiç kimseyi ısırmamıştır.
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.