Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelen eski dostlarla geçenlerde buluştuk. Eski dostlarla eski günleri yad ettik. Eski anıları tazeledik. Bu arada, Almanların Türkiye’ye ve Türkiye’deki siyasete bakış açısını da konuştuk.
Sohbette de dile getirdiğimiz gibi, Türkiye doğal güzellikleri, kültürel, tarihi zenginlikleri, deniz, güneşi, yemekleri ile her daim Almanların ilgi odağında olmuştur. Tatile gittikleri yerlerin başında gelmiştir. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e hayranlık beslemiş, Türkiye’nin modernleşme çabalarını takdirle izlemişlerdir. Türkiye’nin bölgedeki jeopolitik önemini, ekonomik potansiyelini göz önünde tutmuştur. Kısaca, Türkiye Almanya için AB dışında, her daim her açıdan yakın ilişkiler içinde olunması gereken dost ülkeler arasında yer almıştır.
Almanya’da Başkonsolos (Mainz-1993-1997) olarak görev yaptığım tarihlerde Almanlarda gözlediğim ve takdir ettiğim en dikkat çekici özelliklerinden biri, ülke gündeminde bulunan çeşitli sorunlara çözüm arayışlarında öz güvene dayalı, öz eleştirel yaklaşıma sahip olmalarıydı. Bu anlayışla Türkiye’de demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmaz gördükleri uygulamaları eleştiri konusu yapmaktan kaçınmazlardı. Alman politikacılardan, sivil toplum örgütü temsilcilerinden zaman zaman mektup alırdık. Türkiye’deki insan hakları ihlallerine ilişkin çeşitli kaynaklardan kendilerine ulaşan iddiaları bizlere iletir, bunların doğru olup olmadığını sorarlardı. Medyada da benzer iddialar yer alırdı. Bu mektupların ve medyada çıkan haberlerin içeriğini Ankara’ya iletir, aldığımız yanıtı da muhataplarına bildirirdik. Çoğu zamanda bu iddiaların doğru olmadığı anlaşılırdı. Terör örgütü PKK ile mücadele çerçevesinde ülkemizdeki bazı uygulamaların da Almanya’da eleştiri konusu yapıldığına tanık olunurdu. Tabii diğer Avrupa ülkelerinde de durum farklı değildi.
Büyükelçiliğimizin ve başkonsolosluklarımızın önde gelen çalışmalarından biri de, Türkiye’de demokrasiye ve insan haklarına atfedilen önemi Alman kamuoyuna daha iyi anlatabilmekti. Bu çerçevede, 21 Mart 1995 tarihinde görev bölgem olan Rheinland-Phalz Eyalet Parlamentosu’nda bu konuda bir konuşma yapmıştım. Toplantıda, Eyalet Parlamento Başkanı, Başbakan ve bakanlar da hazır bulunmuşlardı. Türkiye’nin jeopolitik öneminden, güç kaynaklarından, barışçıl dış politikasından, demokrasiyi daha güçlendirmek amacıyla attığı adımlardan ve terörle mücadelesinden söz etmiştim. Türkiye’yi ve Türkiye’deki gelişmeleri doğru algılayabilmek için, günlük gelişmelerin ayrıntıların ötesinde, Türkiye’nin özelliklerini tarihi perspektif içinde, günümüzde ve geleceğe yönelik olarak değerlendirmek gerektiğini belirtmiştim. Bu değerlendirmede, dünyada değişen siyasi, askeri ve ekonomik koşulların ışığında, Türkiye’nin jeopolitik konumunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştim. İlgiyle karşılanan konuşmam Avrupa’daki Türk basınında geniş yer almıştı.
Otuz yıl öncesine ait bu anılarımı burada neden yazıyorum anlatayım…
Türkiye, başta Almanya, Avrupa’nın her daim yakından izlediği, ilgilendiği ülkeler arasında olmuştur. Dün neyse bugün de aynı. Aradan yıllar geçti. Köprünün altından çok sular geçti. O tarihlerde akla hayale gelmeyecek gelişmeler gerçekleşti. Türkiye’de koalisyonlar dönemi sona erdi, AKP iktidar oldu. AKP, Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda ilk yıllarda önemli adımlar attı. 1982 Anayasasının temel hak ve özgürlüklerle ilgili bazı maddeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlendi. Bu gelişmeler Avrupa’da olumlu karşılandı. AB ile ilişkilere olumlu yansımaları oldu. Ancak süreç ilerledikçe taleplerin karşılanmasında zorluklar yaşanmaya başladı. Avrupa Birliği ile ilişkiler yokuş aşağı inmeye başladı. Başta Almanya, Avrupa ülkelerinin demokrasi, insan hakları konularında Türkiye’ye karşı sürdürdüğü eleştiriler yoğunlaştı. Bu durum Türkiye’ye yönelik yatırımları da olumsuz etkiledi. Türkiye’nin gündeminde bulunan çeşitli insan hakları odaklı davalarda Avrupa Konseyi ile de ciddi sorunlar yaşanmaya başlandı.
Bu çerçevede bir kaç gün önce Can Atalay’ın milletvekili seçilmesi sonrası serbest bırakılmaması ve yargılamasının yenilenmemesi ayrıca milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki sürtüşmeye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin müdahil olduğu sosyal medyaya yansıdı. AİHM’in bu konularda Türkiye’den savunma istediği anlaşılıyor.
Ankara’nın AİHM’in sorularına ne yanıt vereceğini bilemeyiz. İktidara geldiği ilk yıllarda AİHM ilkeleri doğrultusunda önemli adımlar atan AKP, muhtemelen bu kez farklı bir tutum izleyecek. Türkiye’nin ne denli hukukun üstünlüğüne önem verdiğini vurgulayacak. Öz eleştiriye kapalı klasik tutumunu sürdürecek. Ancak AİHM’in Atalay davası ve diğer davaların peşini bırakmayacağı görülüyor. Bir yurttaş sosyal medyada çıkan haberlerle ilgili olarak, “Bu sorun başımızı çok ağrıtacak. Tenis kulübünde adama futbol oynatmazlar” yazmış. Bir diğeri yanıt vermiş, “Futbola meraklı bir liderin olduğu sürece her yer ona futbol sahasıdır” demiş. AİHM’in gündeminde olan diğer davalar gibi Atalay davasının da sadece AİHM’in değil, diğer Avrupa ülkelerinin de gündeminde olacağı kuşkusuz. Kimin umurunda…
Kuşkunuz olmasın Avrupa’nın şu sıralar yakından takip ettiği, ilgilendiği davalardan birisi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili dava. Türkiye’deki yargı-siyaset ilişkisi kamuoyumuz kadar Avrupa’nın da gündeminde. Seçildiğinden bu yana İmamoğlu’nun iktidarın ve yandaş basının hedefinde olduğunun Avrupa da farkında. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adı adaylar arasında geçen İmamoğlu’nu yarışta saf dışı etmek için yargının kullanılmak istendiği şeklinde uzun zamandır kamuoyunda dolaşan söylentilerden de Avrupa’nın bilgi sahibi olduğu kuşkusuz. Bu konudaki rahatsızlıklarını zaman içinde dış temsilcilerimize iletilecekleri de beklenmeli. Bu itibarla yargının bu konuda vereceği kararın iç kamuoyu kadar dış kamuoyunda da yansımaları olacağı göz ardı edilmemeli.
Bu noktada şu sorular önemli:
-Avrupa’nın savunageldiği değerlerle uyumlu bir tutum izlemeyen Türkiye’ye karşı Avrupa alışılagelmiş tutumunun ötesinde daha sert bir tutum izleyebilir mi?
– Türkiye, Almanlarda gözlediğim sorunlara çözüm arayışında öz güvene dayalı öz eleştirel yaklaşım sergileyebilir mi?
İlk soruya verilecek yanıtta yıllar önce Rheinland-Phalz Eyalet Parlamentosundaki konuşmamda işaret ettiğim şu hususlar akılda tutulmalı:
Türkiye’yi ve ülkedeki gelişmeleri doğru algılayabilmek için, günlük olayların ayrıntılarının ötesinde, Türkiye’nin özelliklerini tarihi perspektif içinde, günümüzde ve geleceğe yönelik olarak değerlendirmek gerekir. Bu değerlendirmede, dünyada değişen siyasi, askeri ve ekonomik koşulların ışığında Türkiye’nin jeopolitik durumu da göz önünde bulundurulmalıdır.
İkinci soruya verilecek yanıt, Türkiye’nin sorunlara çözüm arayışında öz güvene dayalı öz eleştirel yaklaşım sergilemesi halinde ülkenin pek çok alanda büyük atılım yapacağı şeklinde. Öz güvene dayalı, öz eleştirel yaklaşımın Türkiye’nin sırtındaki pek çok yükten kurtulmasına, sorunların çözümüne, toplumun rahatlamasına ve AB, Avrupa Konseyi gibi kurumlarla olan mevcut sorunların aşılmasına yardımcı olacağı unutulmamalı.
Görsel: setav.org