Tümüyle yapay zekâ kullanarak, bir dersin bütün malzemelerini hazırlamak artık olanaklı. Haftalık sunumlar da buna dahil.
Bunların yaygınlaştığı bir gelecekte belki de öğreticiler vasıfsızlaşma (deskilling) süreciyle karşı karşıya kalacak. Öğreticilerin tekelindeki birçok bilişsel beceri yapay zekâ eliyle modellenecek. Öte yandan, salgın sürecinde gördük ki, çevrimiçi eğitim, yüz yüze eğitimin yerini alabilecek nitelikte değil. Fakat belki de, “şimdilik” diye not düşmek de gerekli.
Yapay zekânın yükselişiyle birlikte, eğitim süreci iyice bireyselleşiyor/bireyselleşecek. Eskiden, dil öğretimi, “benden sonra tekrar et” (repeat after me) düzeyindeydi. Şimdi birtakım mobil uygulamalarla dil öğrenebiliyoruz. Bütün derslerin mobil uygulamalar eliyle modellendiği bir durumda, bireysellik daha da öne çıkacak. Yine de kimi uygulama gerektiren derslere insan öğreticinin elinin değmesi gerekecek. Örneğin, terapi eğitimi, bilimsel deneyler, ameliyatlar vb. Zaten salgın döneminde çevrimiçi olamayan ne varsa, bunlar mobil uygulamalar tarafından modellenememeye devam edecek.
Kentsel dönüşüm ve sürdürülebilirlik
Kentsel dönüşüm konusunda garip bir durum var: Neoliberalliği ağır basan siyasal İslamcılar şehrin çehresinin betonlaşmasına ses çıkarmazken, kenti koruma talebinde bulunanlar muhalifler oluyor. Muhafazakarların muhafazakar olmadığı bir çağda, ilericiler muhafazakar olarak kodlanmak durumunda kalıyor. Zaten muhafazakarlığın da temel bir açmazı var: Hangi tarihi muhafaza edeceğiz? Osmanlı’nın yükseliş çağı yerine çöküş çağını yücelten bir zihniyet, önceki dönemleri muhafaza etmemiş oluyor. O da muhaliflere mi düşüyor yoksa?.. Bir de sürdürülebilirlik boyutundan söz açmalı. Kentin bir taşıma kapasitesi var. Nüfus yoğunluğunun artıları olduğu kadar eksileri de öne çıkıyor.
Dijital çağda iletişim
Öyle bir döneme giriyoruz ki, yapay zekâ programları bizim yerimize mesaj atabiliyor. Yakın gelecekte sevgililer arasında, kim hangi aşk mesajını gerçekten attı sorunu olacak. Zaten aşklarımız da yapay zekâ mesajı yüzeyselliğinde gidiyor. Kim sevgiliden özgün bir üretim bekliyor ki… Önemli olan mesajın işlevsel olması olduğu sürece, yapay zekâ daha çok mesajımıza yanıt yazacak.
Kültürel mirasın korunması
Kültürel mirasın korunması konusunda somut miras ve somut olmayan miras ayrımını yapmak önemli. Birincisinde daha çok binaları koruyoruz. Eski çağlarda böyle bir düşünce yoktu. Birçok örnekte, yeni dinin kutsal mekanları, eski dinin kutsal mekanlarında, onları yıkarak, yıkıntılarından üretiliyordu. İstanbul’daki, Kudüs’teki, Hindistan’daki örnekler ilk akla gelenler. Yalnızca bu da değil: Bütün Latin Amerika’da birçok kilisenin yerinde daha önce yerlilerin tapınakları vardı. Bazı ülkelerde, “eski kutsal mekanlarımız yıkıldı, burayı öyle yaptılar” diyerek, sonraki dinin yapıları yıkılıyor. Hindistan örneği karşımızda. Ya artık izleyicileri olmayan, mitoloji sayılan dinler? Bu süreçten asıl onlar zarar görüyor. En sahipsiz olanlar onlar.
Bilim ve sanatın kesişimi
Bilim ve sanatın kesiştiği noktalardan biri, yaratıcılık süreci. Bilim insanı da sanat insanı da bir yaratım sürecine giriyor. Ama sorun şu: Bunların yaratım süreçleri aynı mı? Bir bilim yapıtı üretmekle bir sanat eseri üretmek arasında büyük farklar var. Öte yandan, hiç benzerlik yok mu? Yine de, hem Einstein’a hem Mozart’a “yaratıcı” demek, konuyu netleştirmek yerine daha da bulandırmıyor mu?
Bilim insanlarının çok azı sanatla uğraşıyor. Bu da bir gerçek. Sanat insanlarının bilimle bağı zaten yok denecek kadar az. Tarihsel olarak düşününce, insan soyu önce sanatı icat etmiş, bilim çok sonra gelişiyor. “İnsanda sanata bir yatkınlık var” diyebiliriz. Mağara duvarlarına öküz resimleri çizen ataların yaratıcı olduğu doğru ama bu yaratıcılığın bir fizik deneyi yapan bilim insanınkiyle aynı olduğunu söylemek zorlama olur. Peki bilimi sanat gibi, sanatı bilim gibi yapmak mümkün mü? Bu soru üstünde daha fazla düşünülmeli.
ulasbasar@gmail.com