Libya’dan döndükten birkaç gün sonra Aytaç Bey aradı, “Hazırlan haftaya cumartesi İran’a gidiyoruz” dedi, “Sadece gidiş bileti al, gerisine karışma ” diye de ilave etti.
Hemen İTO’nun (İstanbul Ticaret Odası) yayınladığı Türkiye’den mal talepleri listelerini tarayıp, İran’dan gelen talepleri inceledim ve bizim iş koluna yakın birkaç ithalatçının adres ve telefonlarını not ettim.
Cumartesi gece yarısına doğru kalkan İranair uçağı için Yeşilköy Havaalanı’nda buluştuk, birkaç Türk iş adamı dışında yolcuların tamamı İranlıydı, aralarında birkaçı makyajlı kadınların çoğu da kapalı giysiler içindeydi. Erkeklerin hemen hemen hepsi birkaç günlük sakal bırakmış gibiydi, kimsede takım elbise kravat olmaması dikkatimi çekti.
Uçak İran hava sahasına girince tuvalet kabini önünde bir hareketlilik yaşandı, makyajlı genç kadınlar birer birer kabine girip makyajlarını temizleyip, başları örtülü ve üzerlerinde birer siyah veya lacivert manto ile çıkıyordu. Biraz sonra uçağımızın yanında İran Hava Kuvvetleri’nin iki askeri savaş uçağı “MİG M” belirdi, Tahran üzerine kadar bizim uçağa eskortluk ettikten sonra ayrıldı.
Sabaha karşı Tahran Mehrabad Havaalanı’na indik, terminal tam bir keşmekeş içindeydi, bir sürü sakallı sivil bağırarak sağa sola emirler yağdırıp duruyordu. Pasaport kuyruğu son derece ağır ilerliyordu, sebebini sıra bana gelince anladım. Kontroldaki görevli kendisine uzatılan pasaporta bakıp yanıbaşında bulunan bir dolapta alfabetik sıraya göre sıralandığını sandığım bir dosyadaki kartonlarda tek tek isim arıyor, sonra pasaporta giriş damgası vuruyordu.
Latin harflere alışmamış birileri için bu kartotekslerde isim aramanın zorluklarını tahmin edersiniz sanırım. Damgalanan pasaportumu aldıktan sonra az ileride başka bir masada oturan görevli damga vurulup vurulmadığını tekrar kontrol edip beni bir paravanın arkasına yönlendirdi, orada cebimde ne kadar para varsa çıkartıp önlerinde saymamı istedi. Yanımda getirdiğim döviz ve TL’leri pasaportumun arka sayfalarından birine tükenmez kalemle Farsça yazıp imzaladılar. Sonra valizleri aldık ve bagaj kontrolü için sıraya girdik.
Valizlerde aradıkları yolcuların özel eşyalardan ziyade yanlarında getirilen ve içinde muhtemelen başı açık kadın resimleri olan gazete ve dergilerdi. Bu resimlerin olduğu sayfalar yırtıp çıkarttıktan sonra iade ediyorlardı, bir de o dönemler çok revaçta olan kasetler (1980’li yılların başında henüz diskler piyasada yoktu) varsa görevli hemen yanı başındaki bir alete sokup kaseti tamamen sildikten sonra iade ediyordu. İran’da milli ve dini marşlar dışında sözlü müzik de yasaklanmıştı.
Uçağın havaalanına inişinden yaklaşık 4-5 saat sonra kontroller bitmiş terminal dışına çıkmıştık. Otele doğru giderken Aytaç Bey bankada asla döviz bozdurmamamı kendisinin tanıştıracağı bir İranlıdan İran parası (tümen) alacağımızı ve Türkiye’ye döndüğümüzde onun İstanbul’daki banka hesabına döviz havale edeceğimizi söyledi. Ülkede 8-10 katına varan bir döviz karaborsası vardı, tüm alışveriş uçak bileti ve otel konaklama da dahil her şey tümen ile ödeniyordu. Ülkeyi terk ederken girişte pasaporta işlenen para miktarından fazlasını çıkartılmadığı sürece sorun yoktu.
“Homa” Hotel’e (Eski Sheraton) yerleştik, biraz dinlenip, kahvaltı için lobiye indim. 5 yıldızlı otelin lobisi paravan ile ikiye bölünmüş, bir tarafta sırf erkekler, diğer tarafta aileler ve kadınlar oturuyordu. Aynı ayrım kahvaltı salonunda da vardı.
İran’ın taze Sengek (çakıltaşı üzerinde pişmiş bir nevi lavaş) ekmeği ile beyaz köy tereyağı, peynir ve çeşitli bitkilerden oluşan, yanında da nefis kokulu İran çayından oluşan kahvaltı sonrası odama çıkıp elimdeki listedeki firmaları tek tek aramaya başladım.
Telefonların bazıları cevap vermiyor, cevap verenler ise Farsça bir şeyler söyleyip kapatıyordu. Sonunda bir kadın akıcı bir İngilizce ile konuştu ve artık ithalat yapmadıklarını ama yardımcı olmak amacı ile benim numaramı başka bir arkadaşına verip iletişim sağlayacağını söyledi. 15 dakika sonra mükemmel bir İngilizce ile konuşan biri aradı, tanışmak ve iş konuşmak üzere otele gelebileceğini söyledi.
Yarım saat sonra benim yaşlarımda Richard Surush isimli Macar asıllı biri geldi, şaşkınlığımı görünce kendisini tanıttı. Tahran’a petrol mühendisi olarak gelmiş, İslam Devrimi olunca işten ayrılıp ticarete soyunmuş, İranlı üretici firmalara plastik ham maddesi tedarikinde aracılık ediyormuş. Az önce telefonda konuştuğum genç kadının da nişanlısı olduğunu, kendisinin ve kız arkadaşı Jilla’nın da Yahudi olduğunu belirtti.
Richard ile konuşmamızda İran’da bizim ürünlerimiz melamin tabak çanak ithalatının yasak olduğunu ama aynı ürünün ham maddesi melamin formaldehit ithalatının mümkün olduğunu ve alım yapmaya hazır müşterisinin bulunduğunu öğrendim ama bir sorun vardı.
Melamin formaldehit ham maddesi o zamanlar Türkiye’de yoktu ve İsrail’de üretiliyordu…
Devam edecek.