Dünya denen gezegende varlığını ontolojik olarak sorgulaması gereken ve bunu yapabilen yegane canlı türü olarak gösterilen insan aslında birçok konuda diğer canlılardan geride.
İnsan canlılar arasında belki de en zayıf, en aciz ve en zavallı olanıdır. Mesela soğuk kış günlerinde sıcaklık eksilerin altına düştü mü asla dayanamaz. 10 -14 gün yemek yemese, su içmese perişan olur.
Birkaç gün yıkanmasın ne hale geleceğini bir düşünün. İnsan bu aciz durumunun farkında olmalı ki çeşitli kozmetik ürünlere, özellikle parfüme ihtiyaç duyuyor. Birkaç gün uyumayınca sinirli, mutsuz ve agresif bir insan oluverirsiniz.
Doğadaki diğer canlılar gibi insan da var olduğu yaşam serüveninde birçok evrimsel süreçten geçmiş. Ayakları üzerinde durabilmiş, maddeye şekil verip tasarımlar yapabilmiş. Elleri ile üretebilmiş ve tüm bunların sonucunda kendini bir bütün olarak ifade edebilecek çeşitli sanatlar, edebiyat, müzik ve kültürünü oluşturmuş.
İnsan yaşadığı sürece varoluş ile hiçlik arasındaki yolculuğunu sürdürüyor. İnsan denen hayvanı anlamak için öğretiler, dinler, efsaneler, felsefi düşünceler, bilimsel yaklaşımlar ve sanat kuramları geliştirilmiş. Kimisi şeytan ile melek arasındaki bir varlık demiş, kimisi ise diğer insanlara yaşattığı zulüm ve acılar nedeniyle akla hayale gelmeyecek hakaretler etmiş.
Kendini yadırgayan, eleştiren, öven, söven bir hayatın içinde doğuştan ruhumuzda var olan özelliklerle yaşama adım attık. Doğar doğmaz isteğimiz dışında bir ailenin, bir coğrafyanın, toplumun, ırkın, kültürün ve dinin mensubu olduk. İçimizdeki ön yargılara daha doğar doğmaz sahip oluyoruz. Yaşamın ölümle biteceğini bilen, kendi hikayesi eline verilen bir senaryonun içindeyiz.
İnsan ile ilgili şunu öğrendim: Sahip olduklarının toplamı değil, gerçekleştiremediği idealleri, hayalleri onun varoluşunu oluşturur. İnsan, istediği an özgür olmayan, yeri geldiğinde acımasızlaşan, güç elinde olduğunda değişime uğrayan, yarış içinde kurallara sığmayan koşulların yaratıcısıdır.
İnsanı hayvandan ve bitkiden ayıran, yalan söyleyebilen bir canlı olmasıdır. Dünya denen gezegende beyni olan birçok canlı türü düşünür, karar verebilir, plan yapıp uygulayabilir. Ama hayvanlar ihtiyaçları kadar düşünür, insan ise doymak bilmeyen açlığı ile sürekli maddi manevi her şeyi biriktirir.
Hayvanlar insan gibi yalan söylemez, geçmişi ya da yarını düşünüp yaşadığı anı heba etmez. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde olduğu gibi hayvanlar da yiyor, içiyor, uyuyor, kendi dillerince konuşup belli bir hiyerarşinin içinde statüye bağlı olarak iş birliği içinde yaşıyor.
Hayvanların dünyasına baktığımızda tilkinin kurnazlığını, sincabın cesur, agresif ve hareketli oluşunu, kurdun bir sürüyü telef edişini, şempanzelerin ölüleri için yas tutmasını, bazı karınca türlerinin tırtılları şeker sağmak için beslediklerini ve bunu milyonlarca yıldır yaptıklarını görüyoruz.
Sinekler sevdikleri tarafından reddedilince alkollü meyve türlerinden alkol alıyor, maymunlar kaplıcalarda oturup sohbet edebiliyor, farelerini espri anlayışı var, turna kuşu tek eşliliğe inanıyor. Mirketin yavrularına determinist anlayışla yani deneme yanılma yoluyla öğrettiklerini görüyoruz.
İnsanlar kendi arasında sosyal iletişimi düzenli bir şekilde sağlayamamışken güvercinler sosyal hayatı en düzenli olan hayvanları. İneklerin insanlar gibi aksanları, kendilerine özgü ses perdesi değişiklikleri, vurgulama özellikleri var. Dostluk ve vefa deyince akla hemen koyun geliyor. İstiridyeler yaşamları boyunca birkaç defa cinsiyet değiştiriyor. En iyi bellek yapısına insan gibi sahip olan domuzlar. Su aygırları da insanlar gibi güneş ışınlarına maruz kalınca güneş kremi ve nemlendirici olarak kendi ciltlerinden kırmızı yağlı bir madde salgılayarak korunmaya çalışıyor.
İnsan doğanın bir parçası, onun uzantısıdır. İnsanın maddi tarafı diğer canlı türleri gibidir. Anatomik, fiziksel, biyolojik araç gereçlerimize bakılırsa doğanın en zayıf canlı türüyüz. Ne aslan kadar heybetli ve güçlüyüz, ne de bir kaya antilobu gibi sıçrayabiliyoruz, ne bir mavi balina, su aygırı ya da fil kadar iri cüsseliyiz, ne bir deve gibi susuz kalabiliyoruz, ne bir timsah gibi dişlerimiz, ne çita gibi hız yapan bacaklarımız ne de kartallar gibi mükemmel kanatlarımız var.
Anlaşılan, doğadaki birçok canlının sahip olduğu anatomik, biyolojik yapıya sahip olmayan insan doğanın en güçlüsü olabilmek için çok çaba sarf etmiş. İnsan beyni sayesinde soyut düşünce potansiyelini somut düşünce potansiyeline çevirerek yukarıda saydığım tüm canlı türlerine karşı savunma stratejileri geliştirerek üstünlük kurmaya çalışmış. Tabii ki bu özelliğiyle insan, biyolojik yetersizliğine rağmen kendine özgü değerler sistemi yaratmış tek canlıdır.
William Shakespeare’in Hamlet oyununda insan ile ilgili replikte söylediği gibi;
“Bir insana insan mı denir, bütün işi yemek ve uyumak olursa dünyada yalnız? Hayvan denir böylesine! Ne iştir bu Tanrım? Sen ki sınırsız yaratmışsın düşüncemizi, sen ki geçmişi geleceği bilirsin, Bu aklı küflensin diye vermedin elbet bize…”