Bilindiği gibi Türkiye’yi yönetenler, seçimlerden önce evrensel olarak kabul görmüş ekonomi politikalarını terk etti.
Nas diye dinsel bir kavramı öne sürerek enflasyonla mücadelede akıl almaz hatalar yaptı. Sonuçta enflasyon inanılmaz boyutlara çıktı, toplumun %90’ının alım gücü düştü ve serveti yok oldu. Ülkenin döviz rezervleri tüketildi, hatta eksiye düştü. Tabii nas kavramı gerçekten dini bir inanıştan mı kaynaklandı, yoksa din bahane edilerek fakirden zengine bilinçli bir kaynak aktarımı mı yapıldı bilemiyoruz. Böyle bir ekonomik felaketi Türkiye Abdülhamit döneminden beri yaşamamış.
Ekonomiye nasın sokulması sonucu Araplardan Batılılara, Çin’den Rusya’ya kadar, rahmetli Süleyman Demirel’in deyimiyle, 70 cente muhtaç hale geldik. Tefeci faizi ile bile borçlanmakta zorlanıyoruz. Bugün ortaya çıkan ekonomik yükün altından kalkabilmek için torunlarımız bile borç ödeyecek. Bir çalışmaya göre Haziran 2023’ doğan çocuklar bir milyon 600 bin lira borçla yaşama başlıyormuş.
Geçelim dış politikaya…Türkiye’nin duayen dış politika uzmanlarından, gerek Ankara’da gerekse Lefkoşa’da Kıbrıs konusunda önemli görevler de yapmış olan Onur Öymen, 2011’de yayınladığı “Silahsız Savaş/Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi” isimli kitabında, geleneksel Türk dış politikasında ülke zor durumdayken masaya oturulmaz, oturulsa bile süreç bilinçli olarak sürüncemede bırakılır ve çözüm için daha güçlü olunan bir zaman beklenir, diyor.
Türkiye ise son 20 yılda bu dış politika anlayışını terk etmiş durumda. Yöneticilerimiz ‘Yeni Türkiye’ naraları ile her şeyi geçmişten ders almaksızın sıfırdan yeniden yaratmaya çalışıyor. Birinci Dünya Savaşı sonlarında ülkeyi kuran devlet adamlarının yaşayarak öğrendikleri, Arapların kendi içlerindeki işlere karışmama prensibini yok sayıp, “stratejik derinlik” diye Suriye’nin iç çatışmalarına bulaşınca başımıza gelenler ortada. Milyonlarca Suriyeli göçmen ülkeyi istila etti. Bu beceriksizlik de tıpkı ekonomideki nas kavramı gibi yine dinsel bir kavramla örtülmeye çalışılıyor. Bu seferki adı Ensar! Öte yandan yine nas kavramındaki gibi bir şüphe söz konusu; acaba asıl amaç ülkeye sömürülebilecek ucuz iş gücü sokmak mıydı diye…
Türkiye’nin geleneksel dış politikasını terk etmesinin başka örneklerini Kıbrıs politikasında da görüyoruz. 2001 ekonomik krizinden hemen sonra, yine bugünkü gibi, yurt dışından yana yakıla para ararken 2003’te başlayan Annan Planı görüşmeleri unutulmamalı. Avrupa Birliği’ne (AB) girmek için verilen olağanüstü tavizlerden bazıları da bu plan çerçevesinde oldu. Pek çok Kıbrıslı dostumun AB üyesi olacağız, izolasyonlar kalkacak, refaha kavuşacağız düşüncesiyle evet oyu kullandığı referandumda Kıbrıslı Türklerin “evet” oranı %65 civarındaydı. Ankara da evet oyu verilmesini aktif olarak destekledi. Bu amaçla Kıbrıs’ta yoğun lobi faaliyetlerinde bulundu.
Sonuçta Rumlar hayır oyu verdi; onlar Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında, AB mevzuatına aykırı olmasına rağmen, birliğe üye olurken Kıbrıslı Türkler ve Türkiye dışarıda kaldı. AB’ye giren Kıbrıslı Rumlar da görüşmelerde aldıkları tavizleri ceplerine koyup daha fazlasını istemeye başladılar. Artık Rum talepleri AB talepleri olmuştu.
Nitekim AB’yi de arkasına alan Rumlara 2015-2017 arasında yapılan Crans Montana toplantılarında Türk tarafı içeriği resmi olarak açıklanmayan yeni bir toprak tavizi haritası sundu. Ayrıca, federe devletin Türk tarafına yerleşebilecek Rumlar ve emlak konularında yeni tavizler vermekten kaçınmadı. Rumlar ise tüm bunları da ceplerine atıp, Türk askerinin Ada’dan tamamen çekilmesi, garanti anlaşmasının iptal edilmesi gibi yeni talepler sunarak toplantıyı yokuşa sürüp, masadan kalktılar.
Bu arada Yunanistan’da 2009-2012 arasında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) de ciddi yansımaları olan bir ekonomik kriz yaşandı. Bu dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında Ege konusunda hiçbir sorun, provokasyon yaşanmadı. Aynı şekilde Kıbrıs’ta da toplumlar arası görüşmelerde sakinlik söz konusuydu. Bunun nedeni ekonomik olarak sıkıntıda olan Yunanistan ve GKRY’nin masada ve sahada güçlü olamayacakları olgusuydu.
2015’te Türkiye’de parlamenter rejim terkedilip “Türk Tipi Başkanlık Sistemi”ne geçilince, başta adalet, eğitim olmak üzere devlet düzeni çöktü. Dış politikada Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi günlük kararlar alınmaya başlandı. Öte yandan ülke içerisinde sosyal baskılar hızla arttı. Yukarıda da değindiğim gibi ekonomi de nas kavramı altında iflas ettirildi.
Bu durum KKTC’ye de yansıdı. Uyuşturucu, kumar mafyaları, servetinin kaynağı belirsiz yeni türeme yerli ve yabancı zenginler, ve tıpkı Türkiye’de olduğu gibi belli bir din anlayışının Kıbrıs Türk toplumuna empoze edilmeye başlanması, huzursuzluklara neden olmaya başladı. İzolasyonlar nedeniyle ekonomisi tamamen Türkiye’ye bağlı olan KKTC’de, yüksek enflasyon ve bunun sonucu olan ekonomik çöküntü de halkı perişan etti.
Türkiye ile Ankara’daki yönetimi ayırt etmekte zorlanan Kıbrıs Türk toplumunda da Türkiye’ye karşı tepkiler artmaya başladı. İktidardaki koalisyonun da halkı dinlemek ve sorunlarına çare aramaktan çok, Ankara’dan gelen talimatlar doğrultusunda hareket etmesi, toplumun önemli bir bölümünde, Türkiye’nin getirdiği baskıcı düzen ve ekonomik yıkıntıdan nasıl kurtuluruz düşüncesinin ortaya çıkmasına ve hızla yayılmasına neden oldu.
Türkiye’nin ortaya attığı ve genelde iki ayrı devlet olarak algılanan “egemen eşitlik” kavramının günümüz konjonktüründe dünyada kabul görmesi olanaksız gibidir. Zaten, ekonomik olarak iflas etmiş, elde şapka yurt dışında, AB’den Britanya’ya, ABD’den Hindistan’a, Arap Yarımadası’ndan Rusya’ya para arayan Türkiye’nin bu tezin arkasında durması da mümkün gözükmemektedir.
Ülkeye milyonlarca göçmeni kabul edip, bunları ülkede tutmak için AB’den para alacak kadar zor bir durumda olan Türkiye’nin, bu şartlar altında, zaman zaman yaptığı bazı şantajlar dışında Batı nezdinde hiçbir etkisi kalmamıştır. ABD Türkiye’yi, Suriye’de PKK, Doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır, GKRY ve Ege’de Yunanistan ile çevrelemiş, PKK’yı ve Yunanistan’ı ciddi şekilde silahlandırmıştır.
PKK’ya karşı yapılan son harekatta Suriye üzerinde bir Türk SİHA’sının İncirlik’ten kalktığı söylenen bir ABD F16’sı tarafından vurulması tam bir skandal olmasına rağmen, tepki konusunda gösterilen zafiyet bunu güzel örneklerinden biridir.
Desteksiz tehditlerimiz nedeniyle Dedeağaç’a yerleşen ABD, askersizleştirilmiş olması gereken Ege adalarının tahkimi için Yunanistan’a önemli miktarda silah vermiş, hava kuvvetlerini ise, F-35’ler de dahil olmak üzere güçlendirmeye devam etmektedir. Dünyanın sayılı çirkin emperyalist ülkelerinden bir olan Fransa da fırsattan istifade Yunanistan’a sattığı silahlar üzerinden büyük paralar kazanmakta, bu arada Doğu Akdeniz’de Fransız petrol şirketi Total’in çıkarlarını korumaktadır.
İşte tam da bu şartlar altında Türkiye, gerek Ege’de (şimdi bu işin içine bir de Doğu Akdeniz sokuldu), gerekse Kıbrıs’ta masaya çekilmek istenmektedir. Bu durum Onur Öymen’in söylediği geleneksel dış politikamıza aykırıdır.
Ankara’daki yönetimin Kıbrıs konusundaki sert çıkışları da ürkütücüdür. Zira deneyimlerimizden biliyoruz ki, her esip gürleme iç politikaya yönelik olup, ardından ağır tavizler verilebilmektedir. Üç beş dolar karşılığında bu sert çıkışların sona ereceği kesindir. Para karşılığı ülkenin kapılarını milyonlarca göçmene açarak ülkenin sosyolojik yapısını değiştirmekten çekinmeyen bir yönetimin uluslararası görüşmelerde sağlam durması olanaksızdır.
Kıbrıs konusu ve Ege sorunları karmaşık ve kronikleşmiş sorunlardır. Adım atmadan önce on kez düşünmeyi gerektirmektedir. Şu aşamada toptan çözüm yerine güven artırıcı önlemlerle ilerlemek daha doğru gibi gözükmektedir.
Paralel olarak Türkiye’yi yönetenlerin ilk yapması gereken, Kıbrıslı Türkler üzerindeki sosyal baskıyı kaldırmak, ülkenin iç işlerine karışmamak, buna karşılık ekonomiyi ayağa kaldırmak olmalıdır. Bu şekilde halkın tepkisi azaltılmalı, yeniden gönlü kazanılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından farklı olarak Kıbrıs Türk toplumunun bireyleri AB pasaportuna da sahiptir. Bu da kendilerine farklı seçenekler sunabilmektedir. AB de Türkiye’nin yaptığı stratejik hatalardan yararlanarak Türk toplumunu kolayca yönlendirme gücüne sahiptir ve bunu etkin olarak kullanmaktadır.
Not: Bu yazı ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.